Sinan Dervişoğlu yazdı | Tüm emekçilerin partisi olmak için
"Sağın kitlesel gücünü kırmak gerekli olan ve bu yazıda değindiğimiz bu pratik-politik yaklaşım, ideolojik planda da zengin ve etkili bir söylemle bütünleşmelidir. O da bir sonraki yazımızın konusu olacaktır."
Sinan Dervişoğlu
Geçtiğimiz yazımızda (bkz. “Hitler, Alman Emekçileri ve Biz”) Türkiye’de sağa destek veren emekçileri hedef almanın, orada bir cephe açmanın gerekliliğine değinmiştik.
Mevcut rejimin son dönemlerde Sedat Peker videolarıyla ayyuka çıkan çürümüşlüğü, bu konuda daha cesur adımlar atmayı hem mümkün hem de zorunlu kılmaktadır. Bu kesimde iktidar açısından oluşan muazzam prestij ve meşruiyet kaybını, iktidara geçtiğinde AKP’den daha “demokrat” olmayacağı muhakkak olan başka sözde “ılımlı” sağ partilere bir koz olarak kaptırmanın anlamı yoktur.
Sağı desteklemiş emekçilere yönelmenin ve burada mevzi kazanmanın 2 boyutu vardır: Pratik-politik çalışma düzlemi ve yeni, zenginleştirilmiş bir ideolojik söylem. Bu yazımızda birinci unsuru, kitle içinde çalışmanın mantığına değineceğiz.
HAKSIZLIĞA KARŞI BAŞKALDIRIYI TEMEL ALMAK
Öncelikle şunu belirtelim: Sağın tabanında mevzi kazanma ve destek yaratma hedefi, naif bir illüzyona dönüşmemelidir. Sağın tabanında emekçi olsa bile kendine saygısını ve onurunu yitirmiş, arsasını değerlendirmek için belediyeden imar affı bekleyen, gözünü kendisinin veya bir yakının belediyeden alacağı rant payına diken, doğru ve güzel olan her şeye karşı şiddet uygulamaya eğilimli, ya da kör bir tarikat müridi olup ruhunu yitirmiş unsurlar, emekçi ve yoksul dahi olsalar, sosyalistler için bir hedef olamazlar ve sağın tabanında belirli bir kitleyi oluşturan bu unsurlarla sadece şimdi değil, devrimden sonra dahi “uğraşmamız” gerekeceği açıktır. Ancak sağ bir partiye oy vermekle birlikte haksızlığa isyan eden, aptal yerine konulmayı reddeden, ülkemizin bu durumu hak etmediğini samimi olarak düşünen her namuslu ve onurlu emekçi sosyalistlerin hedef kitlesidir, onların radarında olmak zorundadır.
Bu kesimle kurulacak ilişki, sosyalizmin haklılığına ilişkin teorik argümanların aktarımından daha çok, daha somut ve maddi bir temele oturtulmalıdır: Hayatı birlikte iyileştirme, güzelleştirme, iyi, doğru ve haklı işleri birlikte hayata geçirme. Burjuva politikalarının seçimden seçime hatırlayıp desteğini aldığı, bir dahaki seçime kadar da kaderine terk ettiği insanların her zaman yanında olmak, onların yardımcısı, yol göstereni, avukatı ve dostu olmak, sosyalistlerin hem görevi, hem de en büyük olanağıdır. Tüm dünyada komünistlerin politik çalışmaları, stil olarak 2 kategoriye ayrılır: Protesto politikaları (imza toplama, miting, boykot, grev, kampanya, polisle çatışma vs.) ve merkezi siyasetle direkt çatışmayı devreye sokmadan, somut çözümleri birlikte gerçekleştirmeyi amaçlayan yapıcı/yaratıcı politikalar (generative politics). Protesto politikaları bugün Türkiye’de sol ve demokrat eğilimli unsurlarla sürdürülmektedir, rejimin lağımlarının patladığı bugünlerde öne çıkması doğaldır ve özellikle hem çapı, hem de dozu sürekli artırılmalıdır. Ancak sağa bulaşmış emekçileri, hükümeti direkt hedef alan eylemlerle harekete geçirmek (Gezi’de görüldüğü gibi imkânsız olmamakla birlikte); nispeten daha sınırlı bir olanaktır. Bu olanak (hele bugünlerde) elbette zorlanabilir ve zorlanmalıdır; ancak bu kesim içinde destek yaratmak ve sesimizi duyurmak açısından izlenebilecek en verimli ve sonuç alıcı yaklaşım, yapıcı politikalardır.
Bunlar nedir? Daha önce başarılı bir yerel emekçi çalışması için sosyalistlerin ülkemizde fiilen hayata geçirdiği, ya da niyet olarak dile getirdiği tüm başlıkları yeniden hatırlatalım: Çalışan kadınlar için mahallede kreş açılmasını örgütlemek, çocuklar için oyun alanı düzenlemek, mahallede sağlık taraması yapmak, ev kadınlarını emeğini atölyelerle değerlendirmek, avukatlar vasıtasıyla hukuksal konularda danışmanlık yapmak, mahalleye otobüs seferi için girişimde bulunmak, sokaklardaki pisliğe ve çevre kirliliğine karşı ortak insiyatif düzenlemek, uyuşturucu sorununa karşı kampanya açmak, yeşil alanı gasp etmeye çalışan rantçılara karşı kitlesel tepkiyi örgütlemek, kadınlar için mesleki atölyeler açmak, işsiz kalan işçiler için maddi dayanışmayı örgütlemek, belirli günlerde tün halkın katılacağı ortak eğlenceler düzenlemek.
Bu tarz bir çizginin, istikrarlı ve yaratıcı tarzda sürdürüldüğü takdirde sağlayacağı muazzam başarıyı görebilmek için uluslararası deneylere göz atmakta yarar vardır:
YEREL EMEKÇİ İNSİYATİFLERİ VE KOMÜNİSTLER: HİNDİSTAN VE GÜNEY AFRİKA DENEYİ
Güney Afrikalı sosyolog Michelle Williams, “Katılımcı Demokrasinin Kökleri: Kerala ve Güney Afrika’da Komünistler” adlı kitabında ülkelerinde oldukça güçlü iki KP’nin, Güney Afrika Komünist Partisi (GAKP) ve Hindistan Komünist Partisi – Marksist (HKP-M)nin deneyimlerini aktarmaktadır. GAKP, ülkede Apatheid’in çöküşünden beri iktidarda olan ANC (Afrika Ulusal Kongresi)nin bir bileşenidir ve hükümete ortaktır. Hindistan’da ise HKP-M, 1964’de HKP’nin ulusal burjuvaziyi kayıtsız şartsız destekleme politikasına muhalif olan tabanın ayrılarak kurduğu ve ana partiden daha güçlü hale gelen bir KP’dir ve Kerala ve Batı Bengal gibi toplam nüfusu 120 milyonu aşan iki eyalette (belirli kesintilerle) yönetimdedir.
Her iki parti de 1990’larda gerek SSCB’nin yıkılması, gerekse devlet merkezli sosyalist uygulamaların (eğitim, sağlık ve konutu bedava kılma gibi) ekonomik olarak tıkanması sonucu strateji değiştirdiler ve sosyalist hareketi yerel emekçi insiyatifleri ve sivil toplum örgütlenmeleri temelinde yeniden inşa etmeyi hedeflediler. Bunun en temel aracı ise kooperatif hareketi oldu: Halkın ihtiyaçlarını karşılamak için eldeki insan ve (sınırlı) maddi kaynakları bir araya getirerek bir dizi alanda güçlü bir kooperatif sektörü oluşturdular: Sağlık hizmetleri için sağlık kooperatifi, ucuz ve etkili bir eğitim için eğitim kooperatifleri, ucuz gıda marketleri, çalışan kadınlar için kreş kooperatifi, boşta kalmış sanatçılar için sanat ve kültür kooperatifi vs. Buradaki temel yaklaşım, sadece “KP’ler için sempati yaratma”nın daha da ötesinde, sosyalizmin temel amacı olan “tüm sıradan emekçileri toplumsal yaşamın ve siyasetin bilinçli özneleri haline getirmek”ti. Bu çerçevede ataerkil toplumun hem siyasi hem de ekonomik açıdan atıl bir kitle olmaya mahkum ettiği kadınları mikro ekonomik üretim birimlerinde bir araya getirmek ve örgütlemek de bu planın bir parçası oldu. Ev kadınlarına eldeki birikimleri ve çok küçük kredilerle elbise, el bezi, defter, mum, sabun, işlenmiş gıda (turşu, reçel vs.) atölyeleri kurmalarında ön ayak olundu.
Partiler bu süreçte nasıl bir işlev üstlendiler? Hindistan’da parti, Kerala’da, her bölgenin bir kaynak (doğal kaynak ve insan kaynağı) envanterini ve bir de ihtiyaç envanterini çıkardı ve yerel insiyatifler için her bölgede en verimli olacak optimal alanları belirledi. Sonra bu insiyatiflerde yer alacak vatandaşların eğitimini üstlendi. Kerala’da parti, kooperatiflerde çalışmaya istekli binlerce kadına şirket yönetimi, gündem hazırlama, tutanak ve muhasebe kayıtları tutmak için eğitim verdi. Yazar Williams, Kanjikuzhi ilçesinde tarlanın ortasında ellerinde kayıt tutmak için kullandıkları defterlerle gündemli toplantı yapan onlarca kadınlı bir oturuma şahit olduğunu anlatmaktadır (bkz.resim)
Partiler bu yöntemle diğer partilerin tabanına nasıl erişmektedir? Kerala’da birçok bölgede parti iktisadi büyümeyi teşvik için “Kalkınma Derneği” adlı bir yapının kurulmasına önderlik etti. Ancak bu yapının bileşimi son derece ilginçtir: Bu derneğin her yerel komitesi mevcut tüm siyasi partilerden birer temsilci, artı her yerleşim biriminden (ev, blok) biri kadın, biri erkek ikişer temsilciden oluşmaktadır. Böylece bu çalışmanın “bir partinin propagandası” değil, “tüm toplum yararına faydalı bir iş” olduğu tartışılmayacak şekilde vurgulanmakta, değişik parti temsilcileri de toplum için yaşamı daha olumlu ve güzel hale getirecek bir çalışmanın parçası haline getirilmektedir. Güney Afrika’da ise KP, yerel kooperatif hareketlerini direkt kendi adına değil, içinde yer aldığı bir kar amaçsız (non-profit) örgüt üzerinden toparladı ve geliştirdi.
Partilere büyük güç katan bu yaklaşım, mücadele içinde yeni bir sosyalizm anlayışının da filizlenmesini beraberinde getirdi. Sosyalizm fikri, “emekçi sivil toplumun ekonomiyi ve siyaseti yönetmesi” olarak kafalarda şekillenmeye başladı. Devletin, yani emekçi iktidarın rolü ise “her şeyi halk adına yapmak” değil, halkın bu yöndeki insiyatiflerine destek olmak, koordine etmek, güçlendirmek ve yeni insiyatifler için alan ve zemin yaratmak şeklinde tanımlanmakta.
Partinin bu süreçteki siyasi kazancını vurgulamak için 2 örnek verelim: Yazara, Kerala’da bir kooperatif üyesi genç bir kadın şunları söyler: ”Eskiden sizin gibi bir yabancıyı gördüğümde yaptığım tek şey, eve girip kapıyı kapatmaktı. Şimdi ise kendime güvenim geldi. Her gün arkadaşlarımla birlikteyim ve onlarla çok şeyi paylaşıyorum. Artık bir kütüphanemiz bile var.” Bu bölgede nüfusun %20’sini oluşturan Müslümanların geleneksel partisi Müslüman Ligası’nın (Muslim League) bir üyesi ise şunu söyler: “Sokaktaki sıradan vatandaşı düşünen, onlar için faydalı şeyler yapan tek parti Komünist Partisi” Yazar niçin KP’ye katılmadığını sorar. Cevap şudur:” İnançlarım gereği hala partime bağlıyım. Ama şunu diyorum: İyi ki Komünist Partisi var!”
Olay budur. Öncülük budur, önderlik budur, bizim de örnek almamız gereken budur.
TÜRKİYE’NİN DURUMU VE OLANAKLAR
Komünist partilerin oldukça güçlü, hukuksal-demokratik kurumların ise yerleşik olduğu bu iki ülkeden çok farklı bir ülkede ve ortamda yaşadığımızın bilincindeyiz. Ancak bu durum, yerel plandaki “yapıcı-üretici” politikaların önemini kesinlikle azaltmıyor. Unutmayalım: AKP’yi 20 yıldır iktidarda tutan “başarı”nın özü, sadece dini istismar, ya da ABD ve Suudi dolarları değildir. Bunlar belki önemli, hatta belirleyici olmuştur. Ancak Türkiye’de İslami hareketin 1980’lerden itibaren yerel planda hayata geçirdiği (ve çoğumuzun gözüne çarpmayan) devasa çalışma gözden uzak tutulmamalıdır: Aileler arası maddi dayanışma, kendi yakınlarına destek olma, muhtaç aileleri maddi destekle kendi çevrelerine katma, yurtlar, okula girmeye destek veren kurumlar, yerel belediyelerdeki ilişkileri ile sağlanan maddi destekler..vs ciddi ve örgütlü bir kitle yaratmıştır. İslami hareketin bu “kollektif dayanışma”sının artık bir “kollektif yağma”ya dönüştüğü günümüzde, çürümüş olan bu yapıyı teşhir etmek ve halka gerçekten faydalı ve etkin bir alternatif yerel çalışmayı gerçekleştirmek için ortam son derece elverişlidir. Üstelik, elimizde de çok ciddi bir olanak mevcutken:
Sosyalist hareket bugün ülkemizdeki entelektüel potansiyel içinde, doktorlar, avukatlar, mühendisler, mimarlar, ziraatçiler, çevreciler, iktisatçılar arasında azımsanamayacak bir kitle gücüne sahiptir; ve bu kitlenin büyük çoğunluğu sola, sosyalizme açık unsurları kapsamaktadır. Buralardaki arkadaşlarımız, kendi uzmanlık alanlarında (çevre kirliliği, Kanal İstanbul, halk sağlığı, politeknik eğitim vs.) doğru ve alternatif genel politikalar geliştirmek açısından son derece olumlu işler yapmaktadır. Ancak eksik olan şudur: Bu hem bilgili, hem solcu potansiyel, bu “akıllı insanlar ordusu” yerel planda, emekçilerin hayatını kolaylaştırmak için neler yapabilir? Doktorlarımızı, mimarlarımızı, avukatlarımızı, mühendislerimizi emekçi mahallelerinde ve kırsal kesimde halkın hayatını kolaylaştırmak, kendi bölgelerini kendi emekleriyle daha iyi ve güzel hale getirmelerini sağlamak, onları seçmen olmaktan çıkarıp siyasetin ve ekonominin bilinçli özneleri haline getirmek için nasıl kullanabiliriz? Sosyalist mücadelenin temel değerlerinden biri olan örgütçülük, esas olarak eldeki kaynaklar ile eldeki ihtiyaçları bağdaştırmak, birleştirmek ve buradan yeni çözümler üretmek becerisi ve çabasıdır; bu konuda da başarılı bir örgütçülüğü hayata geçirmek, önümüzdeki dönemin kritik görevlerinden biridir.
Bir diğer görev, başarıların bilince çıkarılması ve genelleştirilmesidir. Geçmişte Devrimci Yol hareketinin Fatsa’da devrim şehidimiz Terzi Fikri önderliğinde hayata geçirdiği yerel yönetim modeli, ayrıca Tunceli’de komünist başkan Maçoğlu’nun ülkede sağcı-solcu herkeste saygı uyandıran şeffaf, dürüst ve yaratıcı belediyeciliği, hepimizin iyi bildiği örneklerdir. Öte yandan bu günlerde devrimcilerin bazı semtlerde başarılı kooperatif çalışmaları başlattığını duyuyoruz. Başka bir birimde ise sosyalistlerin hayata geçirdiği “Sende yoksa al, fazlaysa bırak” hareketi burjuva gazetelerine yansıyacak kadar başarılı olmuş, bu çalışmada sağ eğilimli muhtarın dahi desteği alınmıştır. Anadolu’da çoğunluğu muhafazakâr olan emekçiler arasında başarılı işçi derneği çalışmaları yapılmaktadır ve bütün bunlar hepimizi sevindirmekte, kıvanç vermektedir.
Ancak bu çalışmalar, sadece bir sevinç ve takdir objesi, ya da “yetenekli devrimcilerin münferit ve lokal başarıları” olmaktan çıkarılmalı, buradaki tecrübeler net olarak kaydedilmeli, yaygın biçimde paylaşılmalı, benzer başarıların tüm yerel birimlerde yayılması sosyalist örgütlenmenin genel bir politikası haline getirilmeli ve bu politikanın başarısı için örgütsel önderlikler ısrarcı olmalıdır.
Türkiye’deki 50’ye 50, ya da 60’a 40 oranındaki uğursuz sağ-sol bölünmesi, kısa bir dönemin ürünü değildir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Kemalizmin halkı dışlayıcı politikaları, komünist hareketin ilk 40 yılı boyunca köylülüğü ihmal etmesi, ABD’nin ve yerel gericiliğin bu alanda yaptığı muazzam siyasi ve ekonomik yatırımlar 90 yıl boyunca bu resmi şekillendirmiştir ve bu resmin1-2 yılda kökünden değişmesi elbette beklenemez. Ancak bu resmin değişmesi hem zorunludur, hem de doğru politikalarla pekala mümkündür. Ayrıca ustanın sözleri de unutulmamalıdır: “Toplumların yaşamında bazen bir asırlık değişimler birkaç aya sığabilir” Bizlere düşen bu konuda doğru ve etkin araçları şimdiden kurmak, geliştirmek, işlerli kılmak, bizi kitlelere ulaştıracak yolları şimdiden döşemek ve olası değişimler için şimdiden kitlelerin zihninde yer tutmaktır.
Sağın kitlesel gücünü kırmak gerekli olan ve bu yazıda değindiğimiz bu pratik-politik yaklaşım, ideolojik planda da zengin ve etkili bir söylemle bütünleşmelidir. O da bir sonraki yazımızın konusu olacaktır.