Siyasetin kimliği: LGBTİ+
Tüm siyaset alanlarında olduğu gibi düsturumuz burada da aynı: Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir.
İrem Yener
Türkiye merkez siyasetinin uzun zamandır tek gündemi, Erdoğan’ın koltuğunu koruyup koruyamayacağı. Bu kadar yıkıcı ekonomik ve toplumsal kriz zamanlarından geçerken bile bu sorunun toplumsal bir hareketin önüne geçmesindeki sebep olarak odaklanma ve umutlanma/korkma halini görebiliriz. Siyasete ilgisi olan olmayan herkes gözünü iktidar değişikliği ihtimaline çevirmiş durumda ve hesaplaşmalar da yeni doğacak güne bırakılıyor.
Ancak belediye seçimlerinden beri merkez siyasete bir şekilde etki etmiş ve kafaları oraya çevirebilmiş az sayıda gündemlerden biri LGBTİ+’ların siyasette yükselen ve daha da çok yükselmeyi talep eden sesleri. Bu tabii ki yeni bir şey değil. LGBTİ+’lar on yıllardır, Türkiye’de ve dünyada, hakları ve görünürlükleri için mücadele ediyor. Bu mücadele bolca devlet şiddetine maruz kalsa da, LGBTİ+’lar mücadelesini merkeze taşımaktan ve dolayısıyla siyasetin tartışma konusu olmaktan vazgeçmiyor. Bu da Türkiye siyasetinin en fazla yer kaplayan gündemi olan seçim zamanı geldiğinde -ülkenin gittiği yönün belirteçlerinden biri olarak- herkesin kafasını çevirdiği bir nokta oluyor. LGBTİ+’lar olarak bu gündeme ve bu belirtece karşı tutumumuz belli; burada durmaya devam edeceğiz.
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş geçtiğimiz aylarda katıldığı mülakatlardan birinde TİP’in listelerinden açık kimlikli bir LGBTİ+’yı aday göstereceklerini ve mecliste yer alması için çalışma yürüteceklerini açıkladı. Sunucu Nevşin Mengü’nün imalı şekilde sorduğu soru, bu konunun üzerinden atlayamayacağımız bir başlık: “Ama efendim, Türkiye buna hazır mı?”. Tüm Türkiyeli LGBTİ+’lar olarak bu soruya verdiğimiz cevapta hiçbir tereddüdümüz yok: Türkiye buna hazır!
Eğer üzerine tartışacağımız konu “siyasete girmek” ise bu soru LGBTİ+’lara ilişkin bir görmezden gelme hali olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü aslında varoluşumuzdan itibaren yaptığımız her şey, toplumun her kesimini etkileyen siyasetin küçük birer pratikleri. Türkiye’de yaşamaya çalışmak toplumun tüm ezilen kesimleri için bir siyaset alanı zaten. Türkiye İşçi Partisi’nin “LGBTİ+’ları siyasete sokma” olarak adlandırılan çabası da içi boşaltılmış bir siyaset alanı olan meclise, siyaseti yeniden getirmenin bir parçası sadece.
LGBTİ+’ların siyasetle ilişkisi, hatta daha uygun tabirle doğrudan siyaseti yaşıyor olmaları görmezden gelmenin daha konforlu olduğu bir alan. Güncel siyasetin en temel konuları olarak ekonomik krizi, gıda ve barınma sorununu, işsizliği, istihdamı, güvenli yaşam hakkını, adalete ve sağlık hizmetlerine erişimin olmamasını vs. sayıyoruz. Ama atlanan çok önemli bir şey var ki; ekonomik kriz veya rejim krizi olsun veya olmasın bu saydıklarımızın birçoğu henüz güncel siyasetin konusu olmadan önce dahi LGBTİ+’ların en temel sorunlarıydı.
“LGBTİ+ hakları” denildiği zaman gözlerin önüne fazla batılı, fazla markalaştırılmış bir görüntü geldiğinin ve bu konunun biraz da sosyal medyaya sıkışmış tartışmalardan ibaret görüldüğünün farkındayız. Ancak LGBTİ+’lar Onur Yürüyüşünden hemen önce var olup o günden sonra ortalıktan kayboluyor değil. Yılın kalan 364 günü herkes gibi bu ülkede hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Bizler sokaktayız, fabrikadayız, alışveriş yaptığınız mağazanın kasiyeri, ofisinde ziyaret ettiğiniz avukatız. Yanınızdayız aslında, bu eşitsiz düzende yan yanayız. Türkiye’de insanca bir hayat yaşamak kendi başına bir siyaset haline gelmişken biz bir yaşam sürdürebilmek için mücadele edenleriz.
Bizler işçiyiz. Herkes gibi aydan aya geçiniyor, zar zor bulabildiğimiz evlerde kira biraz gecikse kapımıza dayanacak ev sahipleri ile uğraşıyoruz. Tıpkı şu an barınma krizinin ortasında evinden atılmaktan korkan milyonlarca insan gibi diken üstünde yaşıyoruz.
Bizler öğrenciyiz. Eğitim müfredatlarında var oluşlarımız reddedilirken, karşımıza çıkan tonlarca keyfi uygulamaya rağmen okullarda ve akademide eğitimimize devam etmeye çalışıyoruz. Tıpkı kimliği devlet tarafından reddedilen, düşüncesi eğitim sistemi tarafından sakıncalı görülen herkes gibi.
Göçmeniz. Hayatta kalmaya çalışırken düşmanlık görüyoruz. Şansımız yaver giderse iş buluyor ama tabii ki asgari insanlık şartlarının altında çalıştırılıyor, çoğu zaman işkenceye uğruyor, satılıyor veya öldürülüyoruz. Göçmenler arasında bile en görünmez, en konuşulmayanlarız.
Eğer bir krizden bahsedilecekse iş bulmakta zorlanan LGBTİ+’lardan, pandemi ile beraber eve dönmek zorunda kalan ve ev içi baskıya maruz bırakılan LGBTİ+ öğrencilerden bahsetmek zorundayız. Artan fiyatlar sebebiyle uyum sürecinde alması gereken hormon ilaçlarına ve güvenli sağlık hizmetine ulaşamayan translardan bahsetmek zorundayız. Hiçbir alanda yaşamalarına da istihdam edilmelerine de izin verilmeyen, bu yüzden güvencesiz işlerle geçinmeye çalışan LGBTİ+’lardan bahsetmek zorundayız. İktidarın Beyoğlu’ndaki rant savaşında evleri mühürlenen, yerlerinden edilen, işsiz ve parasız kalan trans kadınlardan bahsetmek zorundayız. LGBTİ+’ların barınma hakkı, sağlık hakkı hatta yaşama hakkı gibi en temel insan hakları ihlallerini, sadece ekonomik kriz ve seçim dönemlerinde değil, çok uzun süredir ve kesintisiz olarak yaşadıklarından bahsetmek zorundayız.
LGBTİ+’ların “siyasete katılımı”nın konuşulması da, açık kimlikli LGBTİ+ aday girişimi de yeni bir gündem değil, Türkiye siyaseti için de bir ilk değil. Ancak bunu siyasetin olağan bir refleksi yapamadık henüz. Çünkü Türkiye siyaseti her seferinde söylemini LGBTİ+ kapsayıcı bir yerden kurup özneleri kapsanması gereken kişiler olarak gördü. Oysa LGBTİ+’ların kapsanması gereken kişiler değil de, mücadelesi verilen onlarca sorununun özneleri ve bu halkın bir parçası olduklarının fark edilmesi gerek. Bu fark edilmediği sürece bu alanda yapılacak siyaset “al sana bir Kürt, al sana bir Kürt daha”dan öteye gitmeyecektir.
Tüm bu çabamız, LGBTİ+’ların gözünü sadece meclise diktiği şeklinde anlaşılmamalı. Biz gözümüzü hayata dikiyoruz, oradaki payımızı istiyoruz. Meclise girsek de giremesek de bu çaba meclisin duvarlarının dışında güçlenmeye devam edecek. Buradaki soru ¨Birlikte bir yaşamın var edilmesinde, meclisin ve merkezin payının ne kadar olacağı¨ sorusudur. Bu sorunun cevabı önemli olacak ancak bu cevabı kendimize karne yapmayacağız. Bu siyaseti hayatın akışıyla birlikte güçlendirmeye devam edeceğiz.
Bu siyaseti güçlendirmek de, bu tutumu Türkiye’de hakim kılmak da yüzünü ileriye dönmüş herkesin hem görevi hem de yürümek zorunda oldukları yolun bir parçası. Tüm siyaset alanlarında olduğu gibi düsturumuz burada da aynı: Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir.