Sosyalist kitle partisi deneyimi olarak Türkiye İşçi Partisi - I

Sosyalist kitle partisi deneyimi olarak Türkiye İşçi Partisi - I

Parti kendisini elbette her durumda bir özne olarak var etmeli ama klasik öncü parti niteliğini almaya çalışmadan. Günümüzde sosyalist bir parti işçi sınıfını ve halkı temsil etme savından önce, işçi sınıfı ve halkla birlikte mücadele etme yeteneğini geliştirmeli. Bu yeteneği de sınıfın ve geniş halk kesimlerinin içinde örgütlenerek kazanabilir.

Semih Gümüş

Türkiye İşçi Partisi’nin 14 Mayıs seçimlerinde aldığı sonuç birbiriyle çatışan yargılarla çeşitli açılardan değerlendirildi. TİP’in seçimlere 54 seçim bölgesinde kendi amblemi ve adaylarıyla girmesinin kendisi ve Emek ve Özgürlük İttifakı için hangi sonuçları doğurduğu bundan sonra da tartışılabilir. Bu tartışmanın dışında, biz asıl olarak ülkenin yakın ve uzak geleceği içindeki koşullara bağlı olarak, Türkiye İşçi Partisi’nin –dolayısıyla bir sosyalist partinin– niteliği üstüne de kafa yormalıyız. Partinin reel varlığı ve sosyalist parti kavramı üstüne geçmişten bugüne yapılmış –bana kalırsa sonuçlanmamış– tartışmaların devamı olarak bugün yapacağımız çözümlemeler, kendi varlığımızı anlamlandırmak için de gerekiyor.  

Seçimler ve Partinin Yeniden Keşfi

Bu ülkede sosyalistler her yıl, her gün yeniden doğmak zorunda kaldı ama artık öyle olmayacak. Biz artık Anavarza’nın tepesinden aşağı yuvarlanarak ovaya inen ateştopu olmak istiyoruz. Değil birkaç yıl öncesinde, 14 Mayıs’tan hemen önce bile bir sosyalist partinin bir milyon oy alabileceğine ve kendi gücüyle milletvekilleri çıkaracağına TİP’lilerden başka neredeyse kimse inanmıyordu. Evet, yeni bir parti olarak TİP nasıl oldu da önce üye sayısıyla beklenmedik bir kitleselliğe ulaştı, toplumun sol ve sosyalist siyaset alanlarına o güne dek girmemiş geniş kesimlerin yaygın ilgisini nasıl çekti, nasıl bu denli popüler oldu? Ve sonunda ülke nüfusunun yüzde 80’ini kapsayan bölgelerde girdiği seçimde yüzde 1,76 oy oranıyla bir milyona yakın oy aldı. (Anlamlı bir projeksiyonla ülke genelindeki oy oranının yüzde 2,5, oy toplamının 1,3 milyon dolayında olduğu görülüyor.)

Seçimler için partilerin yürüttüğü kampanyalara bakınca, TİP’in yaptıklarının öncekilerden epeyce ayrıldığı da görülmüştür. 1977 seçimlerinde TİP’in her yeri büyük afişlerle donattığını hatırlıyorum, o zaman oldukça yeni ve çekiciydi. Ama ne internet vardı, dolayısıyla ne de sosyal medya. Demek ki bir seçim kampanyasının topyekûn nasıl yürütülmesi gerektiğiyle ilgili bilgimiz de aradan geçen kırk yılda oluştu. Türkiye İşçi Partisi bu seçimlerde öteki burjuva partilerinden çok daha etkin, çekici ve görünür bir kampanya yürütürken medyanın nasıl kullanılması gerektiğiyle ilgili parlak bir örnek koydu ortaya, ayrıca sokaklarda, mahallelerde, fabrikalarda, köylerde herhalde en çok görünen parti oldu. Üyelerden ve gönüllülerden oluşan neredeyse 100 bine yakın insanın hareket halinde olduğu bir seçim ordusu seferber edildi. İlk kez bir sosyalist parti on binlerce sandık görevlisi ve müşahitle oyların sıkı takipçisi oldu. Seçimlerde alınan bir milyon oyun arkasında bu yoğun çalışma vardı.

TİP’in başarısını kendine ait görmese de, düşünsel sorumluluk taşıyan her sosyalist sanırım bu sonucu incelenmesi gereken bir deneyim olarak değerlendirmeyi düşünür. Çünkü bu sonuç hem sosyalist hareketin bütününün kazancı hem de yalnızca bir başarı hikâyesini değerlendirmeyeceğiz. Sosyalist hareket artık kendisini yeniden keşfetmek zorunda.

Bu gelişmenin getirdiği yeni sorunlar ve onların –bazıları bilinen, eminim bazıları da öğrenilmeyi bekleyen– çözümleri yalnızca TİP’i ilgilendiriyor gibi görünse de, değil. Günümüzde sosyalist bir partinin gerçekliğini keşfetmesi, kendini yeniden yapılandırması ve giderek daha geniş halk kesimlerine açılması için bütün bunlardan yararlanması gerekir.

Yeniden yapılanma diyorum. Geçen on yıllar içinde arkasında büyük bir halk hareketi olan Kürt Siyasal Hareketi karşısında bağımsız bir toplumsal karşılık yaratamamış sosyalist hareketin (KSH ile TİP arasındaki tartışmanın kökleri de burada değil mi) içinden çıkıp son iki yıl içinde önce adım adım, sonra hızla büyüyen, yaygınlaşan ve düpedüz toplumsal bir karşılık yaratmış olan TİP’in de bu yeniden yapılanma sürecini yaşaması ve bunu nasıl yürüteceğini tartışması gerekiyor. Eğer Türkiye İşçi Partisi bunu yaparsa, yani kontrol edilmesi giderek zorlaşan büyümeyi, hızlı üye akışını massedecek biçimde örgütü yeniden yapılandırarak yola devam ederse, Türkiye’de solun yeni tarihinde önemli bir konuma ulaşabilir, toplumsal ve siyasal hayatta vazgeçilmez bir yere sahip olabilir, yeni bir atılım dönemi başlatabilir. 

Nasıl Bir Parti

Günümüz koşullarında sosyalist (Marksist) bir partinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili tartışmalar kendi özgün koşullarımızı göz önünde tutarak ama dünyada Marksizmin yeni yorumları ışığında yürütülmeli. 1990’dan sonra dünyada büyük bir değişim yaşandı, rüyalar karardı, kimilerimiz içindeydi. Bu büyük alt üst oluş mücadele biçimlerini de değiştirirken demokrasi ve sosyalizm anlayışları ne yirminci yüzyılın başlarındaki ne de 1945-1990 yılları arasında yaşanan değişim koşullarındakiyle aynı kalabilirdi. Bu arada sosyalist parti anlayışı da yenilenmek zorunda kalacaktı. (1990’dan sonra Bazı Avrupa ülkelerinde KP’ler adlarını “Sol”, “Sosyalist” gibi adlarla değiştirip radikal yenilenmelere uğradılar. Onlar ayrıca değerlendirilir. Bizde de, içinde yaşayanlar hatırlar, tarihsel TKP’nin politbüro üyeliğini yapmış olanların kimileri, TBKP yöneticiliği yaptıkları sırada, artık Marksizmin ve sosyalizmin eskidiğini ve canlanmayacağını öne süren kadük değerlendirmeler yapıyorlardı ki, düpedüz cehaletin cesaretiydi. Neden mi? Bugün Batı’da Marksizm üstüne nitelikli bir dizi tartışma yürütülürken bizde tek bir yazı yazmadan Marksizmi ve sosyalizmi iki söz arasında eskitenler şimdi apayrı yerlere savrulmuş durumda.)

Bugün nasıl görünüyor… Parti kendisini elbette her durumda bir özne olarak var etmeli ama klasik öncü parti niteliğini almaya çalışmadan. Günümüzde sosyalist bir parti işçi sınıfını ve halkı temsil etme savından önce, işçi sınıfı ve halkla birlikte mücadele etme yeteneğini geliştirmeli. Bu yeteneği de sınıfın ve geniş halk kesimlerinin içinde örgütlenerek kazanabilir. Eğer devrimin öncüsü olarak partinin yerine, devrimi işçi sınıfı ve halkla birlikte yapacak bir parti tasavvur ediyorsak, sosyalist –Marksist– parti anlayışının yeniden tanımlanması gerekiyor.

Bu yol kitle partisine, dolayısıyla onun doğasına uygun esnekliğe sahip bir partiye açılır. Karşısına çıkacak her durumda, sözgelimi ümitle girilen ama öyle ya da böyle kaybedilmiş seçimlerin hemen ertesinde ortaya çıkan duruma göre davranabilecek esnekliği de kazanmak gerekir ki, kolay değil. İstemek yetmez. Bir gövdenin esnekliği sağlıklı ve zinde olmayı, güçlü olmayı gerektirir, yoksa beli sakatlanabilir.

Demek ki Türkiye İşçi Partisi’nin önündeki görev: kendisini esnek, zinde, sınıfın içinde bir kitlesel özne olarak yapılandırmak.

Bunun için bir de parantez açalım: Nasıl ki ülke fazla sağa gitmişken onu sola çekmek gerekiyorduysa Türkiye İşçi Partisi’nin de seçim dönemine uygun politikalarından sonra, niteliğine uygun biçimde, kendisini sola çekmesi gerekir. Seçim döneminin yoğunluğu içinde geride kalan sosyalizm eksenli ideolojik ve düşünsel gelişimin hem parti içine hem de toplum içine doğru uzanacak kanallara kavuşturulması konusunda Parti’nin kararlılığı da var.

Bizim istediğimiz parti, proleter devrim yapacak parti mi? Sanki vakitsiz geldi bu soru. Çünkü içinde önemli birkaç sorunu barındırıyor ve yanıtlarını vermek kolay değil. Ne ki şunu hemen söyleyebiliriz: Biz sonunda devrimi amaçlıyoruz ama o devrim proleter bir devrim mi, bir halk devrimi mi? Ya da ne? İktidarı bir anda alaşağı ederek mi, yoksa kapitalizmi adım adım kemiren devrimci değişiklikleri kararlılıkla sürdürerek mi? Sosyalistlerin bu ülkenin bugününde bu soruların yanıtları üstüne yeterince düşündüklerini pek söyleyemeyiz. Sanırım sorunlarımızdan birini de böyle görmek gerekir: Parti’nin Marksizm üstüne yaratıcı düşünce üretecek kadrolarının, kuramcılarının, özgün düşünce insanlarının yeterli olmaması.

Sosyalist hareketimizin tarihsel belleğinin önemli eksiklerinden biri de bu olmalı... Hikmet Kıvılcımlı’nın düpedüz sarsıntılı ve sarsıcı özgünlüğü, Behice Boran’ın ülkenin toplumsal yapısının çözümlemesi için yazdıkları, Yalçın Küçük’ün yapbozları, Korkut Boratav’ın ekonomiye Marksizm içinden yorumları, Metin Çulhaoğlu’nun Marksizm ve Türkiye sosyalist hareketi üstüne daha üretken olmayışına hayıflanacağımız kitapları... Bunlar yalnızca bazı örnekler, elbette çoğaltılabilir. Batı’da geleneksel komünist partilerin hayatına etki eden, neden sonra bugün bağımsız duruyor olsalar da, sürekli düşünce üretimi içinde yaşayan Marksistlerin burada Parti hayatı içinde ya da çok yakın çevrede yeterli sayıda bulunmaması bir boşluk yaratıyor. Sosyalist hareketin de, TİP’in de tamamlanması isteğimize bağlı olmayan eksikleri arasında bu. Türkiye İşçi Partisi gözler önünde yaşanan büyüme sürecinin yanı başında, Parti’ye içerden ya da dışarıdan bağlı, canlı bir düşünce üretimi içinde bulunan kuramcılara da sahip olsaydı, bunun büyük düşünsel ve moral katkısı yanında, toplumsal bir ağırlık kazandıracağını da söyleyebiliriz.

Merkeziyetçilik ve Esneklik

Mutlak merkeziyetçi, kadroları her şeyden önce ve sonra Marksizm-Leninizm öğretisiyle donanmış, içinde çelik çekirdeği saklı eski tip Leninist partiyle günümüz dünyası içinde savaşan sosyalist kitle partisi arasında –hemen görülmese de– herkesin kolayca düşüneceği güçlü bir fark var ve ikincisi esnek bir örgütlenmeye kapıları açarken örgütü sağlama alma sorununu da çözmek zorunda. İkisi birden kolay değil.

Türkiye İşçi Partisi’nin tüzüğünde “Partinin temel işleyiş ilkesi, demokratik merkeziyetçiliktir” yazıyor. Bütün sosyalist partilerde böyle değil mi? Partinin iç işleyişinin temel ilkesi her zaman budur, onu yazmak kolay. Bu ilkenin nasıl işletileceği daha önemli. Artık dünkü merkeziyetçi, parti içi demokrasisi bile isteye kısıtlanmış (kısıtlamalara her zaman neden bulunur) parti anlayışının yenilenmiş biçimini arıyoruz. Arıyoruz çünkü ona yaklaşmakla birlikte, aynı zamanda partinin yapısına göre esneklik gösteren bir ilke bu.

Hızlı üye akışıyla birlikte örgütün sürekli yeniden yapılanma gereksinimi olmakla birlikte, içe kapanmak yerine her zaman dışa dönük olmayı öne çıkaran Türkiye İşçi Partisi, bu iki nedenle de iç işleyişini esnek tutmak, eskiden sık kullandığımız terimle, ademimerkeziyetçiliği merkeziyetçiliğin önünde tutmak zorunda. Her örgütün, hatta her Parti üyesinin bulunduğu yerde Parti’nin kendisi olması ilkesi çok değerli. Demek ki Parti üyeleri bu anlayışa uygun hazırlanmalı, buna uygun bir eğitim süreci içinde yaşamalı.

Partinin sıcak dönemlerde, sözgelimi seçim döneminin yoğunluğu içinde, aşağıdan yukarıya işleyiş daha az göz önünde tutulurken yukarıdan aşağıya işleyiş belirleyici olabilir. Ama savaş koşullarında da değiliz. Dolayısıyla ademimerkeziyetçilik her zaman korunması gereken işleyiş biçimi olarak benimsenmeli.

Türkiye İşçi Partisi, Leninist parti değil – ama 2017’de kurulduğu zaman TİP’in kendisini sosyalist bir kitle partisi olarak tanımladığını da sanmıyorum. Dört milletvekiliyle yürütülen muhalefet çok kısa sürede Meclis’in sıkıcı tekdüzeliğinden ayrışmaya başladı, adeta kendiliğinden yükselmeye başlayan bu muhalefetin farklılığı, kararlılığı ve sürekliliği büyük bir hızla toplumun ilgisini çekti; tek adam rejimine karşı sözü gittikçe sertleşen, söylenmeyenleri söyleyen, hak savunucusu, uzun zamandan beri Meclis kürsülerinde alışık olunmayan bu mücadeleci muhalefet, AKP-MHP iktidarının pervasız baskılarına karşı dimdik durunca, benzeri az görülmüş bir ilgi Türkiye İşçi Partisi’ne yönelmeye başladı. Toplumun bütün kesimlerinden gelen bu ilgi TİP’in çevresindeki halkaların hızla yayılmasını sağladı. Meclis ve medya TİP tarafından ne kadar iyi kullanılabilirse o kadar iyi kullanıldı.

Demek ki yeni döneme uygun politika ve örgütlenme stratejisi içinde, Meclis’in ve medyanın bugüne kadarki rolünü tamamlayan ve onun önüne geçen bir çalışma ve mücadele biçimi örgütlenmeli. 

Yarın: Sosyalist kitle partisi olmak

DAHA FAZLA