“Sürdürülebilir madencilik” bir aldatmaca mı?
Madenler; milyonlarca yılda oluşan, tüketildiğinde yerine konulamayan, hiçbir kişi ve zümrenin emeği olmayan, doğanın insanlığa sunduğu ortak değerlerdir, doğal müştereklerdir.
Maden Mühendisi Mehmet Torun
Son dönemlerde “sürdürülebilirlik” kavramı çok sık kullanılır olmuştur. Öyle ki artık önüne “sürdürülebilir” niteleme sıfatı getirilmeyen bir şey kalmamıştır.
Sürdürülebilirlik kavramı, daha önceden telaffuz edilse de Brundtland Komisyonu olarak adlandırılan ve 1987 yılında “ Ortak Geleceğimiz” başlığı ile yayınlanan Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunun raporunda gündeme getirilerek, önemi vurgulanmıştır. BM 1987 Brundtland Raporu; sürdürülebilir kalkınmayı “Gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın bugünün kuşaklarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek kalkınma” olarak tanımlamıştır. Sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma kavramları çevresel bozulmanın giderek arttığı dünyamızda son birkaç on yılın en çok tartışılan konuları arasında yer almaktadır. Yenilenemeyen bir kaynağın sürdürülebilir kullanımı diye bir şeyin olmadığı, çünkü herhangi bir kullanım oranı sonunda dünyanın sonlu stoklarının tükenmesine yol açacağı da tartışma konusu olmaktadır.
“…. Doğal, sosyal, kültürel, kentsel, mahiyetteki müşterekler ve tarihi miras, ortak yaşamı, bir arada yaşamı mümkün kılar. Toprak, toprak altı, su, hava, göller, denizler, okyanuslar, tohumlar, biyolojik çeşitlilik, vb. doğal müştereklerdir. Bir de sosyal, kültürel-entelektüel, dijital, vb. mahiyetteki müşterekler var… Fakat bütün bunlar içinde doğal müştereklerin özel bir yeri var: Doğal kaynaklar insanlar tarafından üretilmiş değillerdir… Bu yüzden de ekonomik anlamda “kaynak” değillerdir, kaynak sayılmamaları gerekir.(Fikret Başkaya)”
Madenler; milyonlarca yılda oluşan, tüketildiğinde yerine konulamayan, hiçbir kişi ve zümrenin emeği olmayan, doğanın insanlığa sunduğu ortak değerlerdir, doğal müştereklerdir. Bu değerler, toplumsal yaşamın temelini oluşturur ve sırf kâr amacıyla kullanılmaları kabul edilemez.
Son yıllarda uygulanan neoliberal politikalar ve özelleştirmelerle el konulan ortak değerlerin yağmalanması ve hızla tüketilmesi ciddi kaynak kaybına neden olurken ekolojik yıkımı da büyütmekte, dünyamızı yaşanmaz hale getirmektedir. Doğal kaynakların kıtlaşması, azalması bu kaynaklara ulaşma rekabetini de azdırmakta ve savaşları, çatışmaları tetiklemektedir. Tüm bunlar insanlık için yıkım anlamına gelmektedir.
Sürdürülebilir madencilik kavramı da son dönemde sık sık kullanılmakta ve topluma kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Eğer bir sistem adil değilse, eşit koşullar ve adalet yoksa “sürdürülebilirlik” söylemi eşitsizliğin, adaletsizliğin devamı, sürdürülmesi anlamına gelmektedir. Bugün madenlerimiz, çok uluslu şirketlerin ve yerli işbirlikçilerinin saldırı alanı haline gelmiştir. Sahip olduğumuz kaynaklarımız, yerli ve yabancı sermaye tarafından daha çok kâr amacıyla hızla tüketilmektedir. Bu durum mevcut sistemin bir açmazıdır çünkü bu sistem varlığını daha çok üretmeye borçludur. Daha çok üretmek ise daha çok doğal kaynak, daha çok maden rezervi tüketmek anlamına gelmektedir. Oysa kaynaklar sonsuz değildir. İşte tam bu nedenledir ki “sürdürülebilirlik” kavramı devreye sokularak insanların kafası bulandırılmaktadır. Egemenler, bu kavramı uzmanları vasıtasıyla allayıp pullayarak topluma sunmakta ve göz boyayarak satmaya çalışmaktadır. Bu algı operasyonlarının temel amacı; ülke kaynaklarının sömürülmesinin sürekliliğini sağlamak, toprakların ve çevrenin kirletildiğini gizlemek, bu şekliyle yapılan madencilik faaliyetlerinden ülkesine ve halkına bir şey kalmadığını görebilen insanların sayısını azaltmak ve sonuç olarak bu insanların mücadele gücünü kırmaktır.
BM verilerine göre; en zengin 62 kişinin dünyanın % 50’sine tekabül eden 3,6 milyar insanla eşit mal varlığına sahip olduğu bir dünyada yaşıyoruz. En zengin 20 ülkenin geliri, en fakir 20 ülke gelirinden tam 46 kat daha fazladır. Dünya Eşitsizlik Raporu'nun 2021 sonuçlarına göre; en tepedeki % 1, biriken tüm servetin % 38'ini; en alttaki % 50 ise bu birikimin sadece % 2'sini almıştır.
Küresel adaletsizliğin bu kadar rahatsız edici boyutlarda olduğu, servetin bu kadar dengesiz paylaşıldığı ve yoksulluk gibi ciddi sosyal problemlerin yaşandığı bir ortamda “sürdürülebilirlik” kavramını doğru kabul etmek bu gayriinsani tablonun devam ettirilmesini desteklemek anlamına gelmektedir.
Çözüm; bu çarpık sistemi değiştirerek insani koşullarda yaşanabilecek ortamları oluşturmak, eşit paylaşımı sağlamak ve doğal kaynakları insanlığın ihtiyaçları doğrultusunda değerlendirmektir.
Yaşanabilir bir dünya için mücadele edenlere saygıyla…