Suriye ve Irak’ta pişer kime düşer?

Hannah Arendt soruyor: Emperyalist dönemde rekabet eden şirketleri birbirlerine karşı ‘revolver’ (altıpatlar) kullanmaktan alıkoyan nedir? [1] Tekellerin ortaya çıktığı, ekonomiyi yönetenlerin çıplak gözle görülebildiği ve devletin tamamen burjuvazinin kontrolünde olduğu bir dönemde neden kapitalistler rakiplerini devre dışı bırakmak için silaha başvurmasınlar? Ya da savaş kapitalistler için kârlı bir iş midir?

Bugün Suriye’de ve Irak’ta çok cepheli savaşlar var. İnsanlar yerlerinden yurtlarından oluyor, üretilmiş değerler yok ediliyor. Suriye ve Irak üzerinde etkisi uzun yıllar kalacak yıkımlar gerçekleşiyor.

IŞİD PETROLLERİ ve TÜRK TEKELLER

Bu kanlı savaştan nemalanan ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor. Türk tekelleri birçok biçimde bu savaşı kâr kapısı haline getiriyor. Akla ilk geleni ise Irak ve Suriye’deki merkezi hükümetlerin istekleri dışında, ve çoğu zaman aleyhinde gerçekleşen petrol ticareti. Fiyatının çok altında satılan petrol, Türk kapitalistlerine rekabette avantaj sağlıyor. Savaş kapitalistler için kârlı bir iş haline dönüşüyor.

Burada “IŞİD’den de petrol alındı mı?” sorusu üzerine yoğunlaşılıyor. Doğru, ancak sorunun birinci kısmı eksik: “Savaş petrolleri kimin için alınıyor?” Bu noktada cevabı Bilal’den alıyoruz: “Rus haritasına bakılırsa Suriyeli Kürtler IŞİD'in petrolünü Koç ailesinin sahibi olduğu Tüpraş’a getiriyor.” [2]

O halde, TÜPRAŞ’ın dönem kârına bakmalıyız. Ciddi ölçekli bir artış şüpheli bir durumdur ve TÜPRAŞ’ın kârı 2015’in ilk 9 ayında iki katına çıktı [3]. Önemli bir işarettir ve Bilal’in açıklamalarıyla yan yana koymak gerekir. Ancak Bilal’le sınırlı kalmamalıyız.

Eski CHP milletvekili Sinan Aygün, 2012 yılında TÜİK’in yayınladığı dış ticaret verilerindeki bir anomaliye dikkat çekmişti. Garip bir şekilde “gizli ülke” ve “gizli veri” kalemlerinin dış ticaretteki ağırlığı artıyordu. Örneğin, normal koşullarda herhangi bir şirket Sierra Leone’den 10 milyon dolarlık petrol satın alırsa, TÜİK verilerinde bu durum birebir görünür. Kısacası kamuya açık TÜİK verilerinden Sierra Leone ile ticareti inceleyen bir araştırmacı, petrol kaleminin karşısında 10 milyon dolarlık ithalat görür. Ancak “gizli ülke” ve “gizli veri” açıklanmayandır, kamuya kapalı ticarettir.

“GİZLİ VERİ” NEYİN NESİ? “GİZLİ ÜLKE” DE NERESİ?

TÜİK cevap olarak kamuya ait BOTAŞ’ın (Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi) böyle bir talebi olduğunu ve sektördeki tek ithalatçı olduğu için bu bilgilerin gizlenmesi talebinin yerine getirildiğini söyledi [4]. Yasal olarak BOTAŞ’ın böyle bir talepte bulunması mümkündür; ancak Suriye İç Savaşı’nın başlamasıyla aynı zamana gelmesi şüphelidir.

TÜİK BOTAŞ’ın ticaretini “gizli veri” kalemine attı. Bununla beraber ham petrol ve birkaç kalemi daha “gizli veri” ilan etti. Bunun yetersiz olacağı düşüncesiyle de bir kısım ticaret “gizli ülke”yle yapılıyormuş gösterildi ve böylece gizlilik iki katına çıkarıldı. Önceki veriler kullanılarak yapılabilecek tahmini engellemek için de bu uygulamayı 2002 yılına kadar çekti [5].

TÜİK’in bu hamlesi, onun sunduğu verileri kullanarak bir ispata girişmemizi imkansız kıldı. Ne var ki şüphe üzerinden ilerleyebiliyoruz. “Gizli ülke”nin son yıllarda “gizli veri” kalemindeki ağırlığının artması şüpheli durumların en şüphelisidir.

Veriler bir şüphe daha doğuruyor. İthalat hacminin büyüklüğü meselenin TÜPRAŞ veya IŞİD ile sınırlı olmadığına işaret ediyor. Türkiye’de sermaye sınıfının birden fazla kesimi savaşı kâr kapısı haline dönüştürüyor.

SİLAH SANAYİİ NE DURUMDA

Savaşın etkilerine bakıp silah sanayiine bakmamak tabii ki olmaz. Silah sanayicilerinin de bu savaştan kârlı çıkacağını tahmin edebiliriz. Bu konudaki verileri de SIPRI’den (Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü) alıyoruz.

SIPRI 1966’dan beri faaliyet gösteren Stockholm merkezli bağımsız bir kuruluş ve silah harcamaları, silah transferleri, en büyük silah şirketleri ve nükleer silahlanma konularında istatistikler yayımlıyor. Aralık 2015’te SIPRI, 2014’un en büyük 100 silah şirketini raporunu yayımladı [6]. Bu rapora baktığımızda ciddi bir veri ile karşılaşıyoruz.

Listede iki Türk firması, ASELSAN ve TÜSAŞ (Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.); 73. ve 89. sıralarda yer almış. Raporda ASELSAN’ın silah satışlarının 2005-2014 döneminde üç katına, TÜSAŞ’ın silah satışlarının ise 11 katına çıktığına dikkat çekiliyor. İki firmanın 2014’teki yıllık büyüme oranı yüzde 9,5 olarak gerçekleşmiş.

Burada bir parantez açalım. ASELSAN veya TÜSAŞ kamu firmaları değiller. Bu iki şirket de yöneticileri arasında yüksek rütbeli muvazzaf subayların da yer aldığı Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı [7]. Savaş onlara da yaramış.

Aynı zamanda Türkiye’nin askeri harcamaları da son yıllarda oldukça artmış durumda. AKP iktidarı da, kendinden öncekilerden farksız bir şekilde, askeri harcamaları arttırmaktan hiçbir zaman çekinmedi. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren askeri harcamalar dörde katlandı. Kişi başına düşen yıllık askeri harcama tutarı ise aynı dönemde yüzde 114’lük bir artış gösterdi.

OLİGARKLAR SAVAŞTAN MEMNUN

İncelediğimiz tüm veriler tek bir doğrultuya işaret ediyor: Türkiye’deki büyük sermaye Suriye ve Irak’taki savaşları kâra dönüştürebilme yetisine sahip. Bu savaşlar Suriye ve Irak’ta yüz binlerce insanı yerlerinden yurtlarından ederken Türk oligarklar büyüyor, dünya sıralamasında yükseliyorlar.

PEKİ İŞÇİLERE FATURASI NE?

2011 Mart’ında patlak veren İç Savaş sonrası ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyeliler çoğunlukla komşu ülkelere göç etti. Birleşmiş Milletler verilerine göre 4 milyonu aşkın yurtsuz Suriyelinin çoğu başta Türkiye (2,3 milyon) olmak üzere, Lübnan (1 milyon); Ürdün (650 bin); Irak (250 bin) ve Mısır’da (124 bin) yaşam savaşı veriyor [8]. Göç, bir ülkedeki savaşın diğer ülkelerdeki yansıması adeta. Savaşın insan onuruna aykırılığını, göçün emeğe çıkardığı faturada görmek mümkün; hem de Türkiyeli, Suriyeli ayırt etmeden.

Fatura kabarık: Göç demek, güvencesizlik demek [9]. Yedek işgücü ordusunun büyümesi ile ücretler düşüyor, koşullar ağırlaşıyor. İşsizlik oranı % 10’u geçen Türkiye’de, çalışma hakkı da olmayan Suriyelilerin nasıl istihdam edildiğini tahmin etmek ise zor değil: Kayıtdışı. Diğer bir deyişle, sigortasız, güvencesiz ve asgari ücretin oldukça altında.

Patronların işçileri işsizlikle tehdit etmesi yeni değil. Emeği emeğe kırdırma gayreti, konu göç olunca daha da artıyor. Ortada dağdan gelenin bağdakini kovduğu bir durum yok. Zaten bağda keyif süren bir emekçi de yok. Göçün getirdiği ek tehdit, mülteci emeğinin Türkiyeli emeği ikame etmesi. Türkiyeli emekçi işsiz kalırken, Suriyeli emekçi korkunç şartlarda çalışmaya mahkum ediliyor.

Suriye’den göçün Türkiye ekonomisine etkilerini geçtiğimiz aylarda yayımlanan bir Dünya Bankası çalışması özetliyor [10]:

1) Kayıt dışı emek arzındaki artış: Çoğunlukla çalışma izni olmayan Suriyeli işçiler, Türkiyeli işçileri kayıt dışı işgücü piyasasında birebir tasfiye ediyorlar. Kadın işçiler, tarım işçileri ve eğitimsiz işçiler en başta.

2) Şaşırtıcı olan, yerli emek işini Suriyeli emeğe kaptırmışken, ülke genelinde işsizlik artacağı yerde düşüyor. Bu durum, işgücüne katılımın azalması sayesinde.

3) Suriyeli iş adamları Türkiye’deki yeni yatırımların % 26’sının ya sahibi ya da ortağı.

İlk madde yeterince açık ama eksik. Suriyeli işçilerin yarıdan fazlası çocuk. Uluslararası Af Örgütü’nün 2014 yılında hazırladığı rapora göre Suriyeli çocuk emeğinin yaşadığı istismar dehşete düşürücü [11]. Asgari çalışma yaşı 15 olan Türkiye’de 12 yasında Suriyeli bir çocuk, şehir merkezindeki bir ayakkabı dükkânında günde 16 saat çalışarak haftada 35 TL (asgari maaşın çok küçük bir bölümünü) kazanıyor [12]. New Yorker’daki bir makalede, mültecilerin çalıştığı işleri Türkiyelilerin tercih dahi etmediği savı var [13].

İkinci madde daha kapalı; işsiz kalan yerli emek, özellikle kadın işçiler, ya okula geri dönüyorlar ya da olumsuz iş piyasası koşullarında iş aramaktan pes ediyorlar. Bu kesimin çaresizliğini, azalan işsizlik olarak yorumlamak düşündürücü.

Son maddeye baktığımızda iki sonuç göze çarpıyor. Birincisi, Suriyeli iş adamlarının Türkiye’de yaptığı yatırımlar ülke ekonomisinde giderek artan bir öneme sahip. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) verilerine göre 2015’in ilk altı ayında kurulan 2,395 yabancı ortaklı şirketin 750’si Suriyeli [14]. İkincisi, Suriyeli sermaye Suriyeli emek gibi olumsuz koşullara maruz kalmıyor; şirket açmak ya da var olan bir şirkete ortak olmak, çalışma izni almak kadar meşakkatli değil.

SONUÇ

Türkiye’de Suriye ve Irak’taki savaşın devam etmesini isteyen grup AKP’liler ile sınırlı görünmüyor. Sermaye sınıfının önemlice bir bölümünün savaşlardan yüksek kârlar sağladığını rahatlıkla görebiliyoruz. Üstelik Türkiye burjuvazisi, vatanından olmuş yakınlarını kaybetmiş Suriyelileri iliklerine kadar sömürmekten de hiç çekinmiyor. Her zaman olduğu üzere, dışarıdaki savaş içerideki sınıf savaşını da etkiliyor.

Notlar:

[1] Arendt, H. (1973). The origins of totalitarianism. Houghton Mifflin Harcourt.

[2] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/12/151208_bilal_erdogan_corriere

[3] http://www.sozcu.com.tr/2015/ekonomi/tupras-karini-iki-katina-cikardi-978771/

[4] http://www.radikal.com.tr/ekonomi/50-milyar-dolarlik-sir-ithalatin-sahibi-botasmis-1077565/

[5] http://www.tuik.gov.tr/basinOdasi/duyuru/20-dis-ticaret.pdf

[6] http://www.sipri.org/research/armaments/production/recent-trends-in-arms-industry

[7] http://www.tskgv.org.tr/yoneticilerimizi-taniyalim/

[8] http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php

[9] Şenses, N. (2015). Rethinking Migration in the Context of Preçarity: The Case of Turkey. Critical Sociology, 0896920515606503.

[10] Del Carpio, X. V., & Wagner, M. (2015). The impact of Syrians refugees on the Turkish labor market.

[11] https://www.amnesty.org/en/documents/eur44/017/2014/tr/

[12] http://www.theguardian.com/law/2014/sep/02/syria-refugees-child-labour-turkey

[13] http://www.newyorker.com/news/john-cassidy/the-economics-of-syrian-refugees

[14] http://ilerihaber.org/suriye-ve-iran-sermayesi-turkiye-de-kalici-hale-geliyor/18908/

DAHA FAZLA