Tarihin en büyük borç krizi kapıda
Yoksul ülkeleri vuran borç yükü, zengin ülkelerdeki alacaklıların servetlerinin bir kısmından vazgeçmedikleri sürece hafiflemeyecektir.
Yazar: John Smith
Çeviren: Muhammed Eroğul
Dünya Bankası başkanı David Malpass, yeni koronavirüsünün etkilerinin 2008’deki ekonomik krizden, Latin Amerika için ise 1980’lerdeki borç krizinden krizden daha kötü bir durumda olduğunu ifade etti.
2020 yılında zengin ülkeler Covid-19 salgınının vatandaşlar üzerindeki etkilerini hafifletmek ve ekonomik çöküşü önlemek için gayri safi yurt içi hasılalarının (GSYİH) %31’inden daha fazlasına tekabül eden yaklaşık 12 trilyon dolar harcama yaptı. Bu “mali teşvik”, düşük faiz oranlarını ve merkez bankasının finansal varlık satın alması şeklindeki parasal teşviki kapsamıyor.
Buna karşın, gelişmiş ülkelerinin koronavirüs salgınının Afrika, Asya ve Latin Amerika gibi sözde gelişmekte olan ülkelerdeki büyük ekonomik etkilerine verdikleri tepkiler büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. Dünya Bankası Başkanı David Malpass, “2008’deki ekonomik krizden ve Latin Amerika’nın 1980’lerdeki borç krizinden daha kötü” yorumunda bulundu. Geçen kasım ayında Gana Maliye Bakanı Ken Ofori-Atta, “Batıdaki merkez bankalarının salgının ekonomik etkilerine hayal bile edilemeyecek ölçüde karşılık verme yeteneği ve öte yandan bizim gibi ülkelerin benzer etkilere karşılık vermede yaşadığımız zorluklar oldukça rahatsız edici. Ciddi anlamda ‘nefes alamıyorum’ diye bağırıyor gibi hissediyorsunuz” yorumunda bulundu.
Yoksul ülkelerin salgınla baş etme gücü aynı zamanda neredeyse hiç gelişmemiş sağlık sistemleri yüzünden de engellenmektedir. 2018 yılında yüksek gelirli ülkelerde kişi başına düşen ortalama sağlık harcaması 5 bin 562 dolarken düşük gelirli ülkelerde bir yılda kişi başı harcanan tutar ise 35,6 dolar yani 156 kat daha düşük ve gelişmekte olan ülkelerdeki kişi başına harcanan 262 dolardan 21 kat daha fazladır.
Suudi Arabistan’da kasım ayında gerçekleşen G20 Zirvesi’nin akşamında, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, gelişmekte olan dünyanın ekonomik çöküşün, artan yoksulluğun, açlığın ve ıstırabın eşiğinde olduğu konusunda uyarıda bulundu ve makul bir yanıt için G20 liderlerine yalvardı. G20 aslında G7’dir: ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Japonya, Kanada ve İtalya olarak yedi zengin ülkenin öncülüğündedir. Brezilya, Güney Afrika, Suudi Arabistan ve Hindistan dâhil olmak üzere geriye kalan diğer 13 ülke kararlara itaat ederken, “yedi ülke” gücü ellerinde tutuyor.
Zengin ülkelerin, yoksul ülkelerin başına dert olan bu virüs felaketine olan yanıtı “Borç servisinin askıya alınması” oldu. Bu, en az gelişmiş 77 ülkeyi kapsayan; Haziran 2021 tarihine kadar resmi alacaklılara (zengin ülkeler, IMF ve Dünya Bankası gibi) faiz ödemelerini askıya alma teklifidir. Askıya alınan ödemeler, zaten desteklenmeyen borçlarına eklenecek ve her kuruşun beş yıl içerisinde ödenmesi gerekecek.
Latin Amerika ve Karayipler’de, yalnızca Bolivya, Grenada, Guyana, Haiti, Honduras ve Nikaragua bu küçük ayrıcalıklara hak kazandı. Geriye kalan ülkeler paralarını ekonomik ve tıbbi acil durumlarla başa çıkmada kullanmak yerine zengin uluslardaki alacaklılarının ceplerini bir gün bile ara vermeden parayla doldurmaya devam etmek zorundalar.
ZENGİNLERİ KURTARMAK
Durum sadece bundan ibaret değil. Bu borç “ertelemesi” özel borçlara değil, yalnızca devletler arası borçlardaki faizlere uygulanıyor. David Malpass, bankaya olan faiz borçlarının 7 milyar dolarını dondurma isteklerini, bu toleransın bankanın yeni borçlar yapabilme kabiliyetine zarar vereceğini öne sürüp reddederek Dünya Bankası’nı bu küçük cömert hareketten muaf tuttu. Sonuç olarak, borcu ertelenecek ülkelerin 2020’deki borç ödemelerinde, borçlu olduğu 42,7 milyar doların yalnızca %41’i yardım için uygun halde.
Devlet alacaklılarına faiz ödemelerinin askıya alınması bu çaresiz yoksul ülkelerin borçlarını Blackrock, JP Morgan, HSBSC, UBS ve hizmet ettikleri zenginler gibi özel alacaklılara ödemelerini kolaylaştırıyor. Başka bir deyişle, zengin ülkelerin hükümetleri, yoksul ülkeleri kurtarmıyor aksine bu yoksul ülkelerdeki zengin yatırımcıları kurtarıyor.
Dünya Bankası’ndaki pozisyonundan önce 2019 yılında Donald Trump hükümetinde görev alan David Malpass, “Özel yatırımcıların tam ödeme aldığı ülkelerin resmi alacaklılarından elde etmiş oldukları tasarrufları kötüye kullanılma riski var” dedi.
Başından beri özel alacaklıların da faiz ödemelerinin ertelenmesi teklif edilerek borçları askıya alma teklifine katılmaya teşvik edildi fakat uzlaşma taraftarı olmayıp bu teklifi reddettiler. Kasımdaki G20 Zirvesi’nde, liderler bu anlamsız çağrılarını tekrarladılar: “Özel alacaklılar yeteri kadar katılım göstermiyor ve gelişmiş ülkeler talep ettiğinde benzer şartlarda katılım sağlamalarını şiddetle tavsiye ediyoruz.” Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nda Borç ve Kalkınma Finansmanı Başkanı Stephanie Blankenburg’un konuşması ise şu yönde oldu: “G20’deki gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında sadece alacaklı çıkarlarını temsil eden bir anlaşma mevcuttur.”
İSTEDİĞİNİZDE ALACAĞINIZ TEK ŞEY: KOCA BİR HİÇ
Şu ana kadar 44 ülke borçlarını askıya alma teklifine başvurdu ve toplamda 5,4 milyar faiz ödemesi ertelenip 2018 yılında 477 milyar dolar olan toplam ödenmemiş borçlarına eklendi. Bu tasarruf, GSYİH’nin %2,2’sine veya salgından dolayı vergi gelirlerindeki düşüşün yaklaşık onda birine eşittir.
Erteleme yapabilmek için borçlarını askıya alan ülkeler, Etiyopya, Kamerun ve Pakistan’da da olduğu gibi kredi itibarlarının sorgulanmasına ve kredi derecelendirme kuruşlarının borçlarını azaltmayı düşünmeye itiyor olmasına rağmen faiz ödemelerinin askıya alınması yönünde talepte bulunmaları gerekmektedir.
Daniel Munevar’a göre bunun riski “borçlu ülkeleri boyun eğdirmek ve kamu sağlığı üzerindeki sonuçlarına aldırmaksızın borçlarını geri ödemeye zorlamak için” kullanılıyor olmasıdır. “Maliyetler maalesef felaket bir virüsten dolayı değil, küresel ekonomi sisteminden dolayı kaybedilen milyonlarca iş ve canlarla ölçülecek.”
PEKİ YA GERİYE KALANLAR?
En yoksul ülkelerin karşı karşıya olduğu borç krizi, devasa boyuttaki bir küresel borç krizinin yüzüdür. Orta gelirli ve zengin ülkelerin kamu ve özel borçları da dâhil olmak üzere küresel borç şu anda toplam 277 trilyon dolardır. 2012 ve 2016 yılları arasında 6 trilyon, 2016 yılından 2020 Eylül ayının sonuna kadar ise 52 trilyon artış göstermiştir ve 2019 yılında %320’den yükselerek şu anda dünyadaki toplam GSYİH’nin %365’ine eşittir.
Koronavirüs salgınından önce bile küresel kapitalist ekonomi bu denli sıkıntıdaydı ve negatif faiz oranlarıyla artan borçlar gibi aşırı para politikaları sayesinde ekonomik krizi geçici olarak durduruyordu. Güçlü ve sürekli ekonomik bir büyümeye dönüş, niteliksel olarak tarihte deneyimlenen her şeyden daha derin bir krizi önleyebilir ancak bu büyümenin gerçekleşmesini beklemek için kesinlikle hiçbir neden yok.
Altı fakir ülke: Zambiya, Ekvator, Lübnan, Belize, Surinam ve Arjantin, küresel finansal kriz sırasında 2020 yılında borçlarını zaten ödeyememişti.
Yoksul ülkeleri saran borç krizi, artık kapitalist bir çıkış yolu olmayan küresel ekonomi sisteminin yapısal krizinin bir belirtisidir. Bir kişinin ya da bir ülkenin borcu başkasının mal varlığıdır. Azınlık tarafından çoğunluğa verilen borçların iptali tek çözüm yoludur ve fakir çoğunluğun borçlarının iptali, çok zengin olan azınlığın zenginliğinin iptali anlamına geldiğinden bu, gerekli devrimsel bir çözümdür.
Tüm ilerici insanlık, Küba Devlet Başkanı Miguel Díaz-Canel’in 22 Eylül 2020’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na yaptığı konuşmada, “Salgının sosyal ve ekonomik etkileriyle ağırlaşan, tahsil edilemeyen dış borcu silme mücadelesi, Güney halklarının hayatta kalmasını tehdit etmektedir” sözleri altında birleşebilir, birleşmelidir ve bu sözlere göre hareket etmelidir.
Kaynak: Open Democracy