Tarkan aslında ne yaptı?
Toplumun büyük kesimi neoliberal ideolojinin etkisindedir. Siyasetten, sınıf gerçekliğinden kopmuş durumdadır. İliklerine kadar hissettikleri ekonomik ve siyasi krizin nedenlerini çarpık biçimde görmektedir.
Volkan Şahin
Tarkan’ın son şarkısı Geççek çıkar çıkmaz hemen yazı yazanlar oldu. İtiraf etmek gerekirse okumuş değilim. Ben dört gün bekledim. İlk günkü gibi heyecanla konuşulmadığını tespit etmek gerekiyor. Yine de yazıyı kaleme aldığım 21 Şubat itibariyle Youtube’da 18 milyonun üstünde, kendi adıma asla hayal edemeyeceğim bir izlenme oranına ulaşmış durumda.
Şarkı çıktığı andan itibaren adeta ülke gündemine oturdu. Bu yüzden tartışılması gerektiğini düşünenlerle hemfikirim.
Tarkan’a geçmeden önce okuyucunun sabrına ve merakına sığınarak sanatsal yaratımla ilgili bir giriş yazmak zorunda hissediyorum.
Sanatsal yaratının kaynağı kuşkusuz bilinçtir. Ancak moda tabirle “tetikleyeni” duygulanımdır. Duygusuz, estetik kuralların matematik kesinlikle uygulanma çabasıyla üretilen eserler yaratıcılarını temsil etmezler. Yaratıcısını temsil etmeyen, yani insani duyguları dışarıda bırakan eserler, izleyicilerini de dışlar.
Sanat, insandan insana yapılır. Müjdat Gezen’in tiyatro tanımından ödünç alacak olursak insan tarafından insan için yapılır. Hangi akımdan olursa olsun resmine bakılmasını istemeyen ressam olamaz. Dans evde kendi kendine yapılmaz. Müzik, kuytu köşede saklanamaz.
Öfke, sevgi, korku, cesaret, umut, yılgınlık, şaşkınlık, neşe, yas… Sanat eserlerinin ruhudur. Eserin teknik gücü bu ruhu izleyicisine aktarmada rol alır.
Sanatçının bütün teknik çalışması, yorumcular için de geçerli olmak üzere, bu ruha bir beden kazandırmak içindir.
Doğrudur. Maddeci bilgi kuramı aynen geçerlidir. Madde düşünceden önce gelir. Bilinci oluşturan maddi koşullardır. Lakin sanat söz konusu olduğunda, sıra bilince dayalı estetik etkinliğe geldiğinde idealist bilgi kuramından faydalanmakta bir sakınca yoktur.
Somuttan soyuta gidilmiştir artık. Soyutlamanın ürünü olan kavramları estetik düşüncenin, sanatsal yaratının a priori bilgileri olarak kabul edebiliriz. Bilincimizde sadece şu ya da bu nesneye ilişkin bilgiler bulunmaz, o nesneler arasındaki ilişkilerin, o nesnelerin ve ilişkinin tarihinin bilgisi de şu ya da bu ölçüde bulunur. Yetmez. Bizim de bu nesnelerle ve bütünle bir ilişkimiz vardır. Bu ilişkinin mekanik bir ilişki olmadığını vücudumuzda türlü etkiler yarattığını biliyoruz. Duygular her ne kadar çevremizle olan ilişkimizin, etkinliğimizin vücudumuzdaki etkileri olarak ortaya çıksalar da onlar aynı zamanda ilişkilerimizi ve etkinliğimizi etkilemeye devam ederler. İşte hem duyguları yaratan koşulların hem de duyguların etkilerinin bilgisi de bilincimizde bulunur. Bunları da a priori bilgiler içine katabiliriz.
Bunlara neden estetik bağlamında a priori diyorum? Çünkü bu bilgiler estetik etkinliğe geçene kadar salt bilgibilimsel kavramlar olarak beklerler. Ne zaman estetik etkinlik başlar, bunlar bulundukları yerlerden çıkarılarak olduklarından farklı nesnelere dönüştürülürler. Estetik etkinliğin yaratıcı veya izleyici tarafında olunmasının getireceği bir fark yoktur. Sanatçı için de sanat izleyicisi için de bu kural değişmez.
Şimdi artık sanatçının bir eser üretmesi için tetiklenmesi, bilincindeki a priori bilgileri işleyerek dönüştürmesi ve nesneleştirmesi gerekmektedir. Bu konudaki yetkinliğinin tek bir koşulu vardır: Teknik yeterlilik!
Sanat dalının gerektirdiği temel teknikleri bilinmelidir. Hatta bunlarda mahir olunmalıdır.
Sanatçı, zihinden kurduğu yapıyı, tekniğini kullanarak maddi dünyada halihazırda var olan nesneleri dönüştürerek nesneleştirir. Tetikleyici duygunun sanat eserinde bulunması her zaman gerekli değildir. Fakat işlediği konu bağlamında yukarıda anlatmaya çalıştığım etkilenim sonucu ortaya çıkan duyguları ve bu duyguların yarattıkları etkileri yeniden yaratmak durumundadır.
Bu tür bir nesneleştirmenin doğayı birebir taklit etmek olmadığını artık biliyoruz. Her ne kadar estetik üretimi anlamak için idealizmden kavram ödünç alsak da sanat eserinin içeriğinin maddi dünyadan geldiğini unutmuyoruz. İçerik maddi dünyadan geliyor. Yetmiyor, dönüştürülecek nesneler de -el mecbur- maddi dünyadan alınıyor.
Gelelim Tarkan’a.
Tarkan’ın dinleyen herkesin politik bir misyon yüklediği şarkısı da böyle düşünülmeli. Acaba yeterince doğru bir politik mesaj veriyor mu? Sorunun zeminini doğru görüyor mu? Önerisi şu toplumsal koşullarda geçerli mi?
Soldan pek çok arkadaş bu sorulara olumsuz cevaplar vererek şarkıyı eleştirdiler. Şarkıya olumlu bakan sol görüşlü kimseleri, hatta bazı örneklerde aydınları, alıntılayıp yerden yere vurdular.
Bu arkadaşlar haklılar mı? Şimdi önce sanatçı sonra da dinleyiciler açısından inceleyelim. Sorunu ortaya koymaya çalışalım.
Tarkan, hepimiz gibi yıllarca hâkim duygular olan yılgınlığı, umutsuzluğu ama bunlara koşut biçimde toplumsal muhalefetin yükselerek ilerleyen mücadelesinin etkilerini biriktirmiş görünüyor.
Peki Tarkan bu birikimden nasıl bir içerik ve biçim yaratabilir?
Acaba Tarkan’ın bilincinde toplumsal yapı ve üretim ilişkileri nasıl temsil ediliyor? Bunu bilebilmek için O’nun bilincine seyahat etmemiz gerekir. Bunu yapamayız. Sanırım karşımıza alıp sohbet de edemeyiz. Bu yüzden başka bir yol bulmamız gerekir.
Toplumsal yapı ve üretim ilişkilerinin ve bunların dolayımı olan siyasetin bilgisine ancak Marksistseniz sahip olursunuz. Burada Marksist olmayı sözcüğün dar anlamıyla kullanıyorum. Çünkü önce Lenin ve sonra Mao bize öğrenmenin ancak pratikle tamamlanacağını öğrettiler. Bu anlamda Marksolog değil, Marksist olmak için, kimseyi kırmamak adına bu kez alanı genişletelim, şu ya da bu biçimde sosyal kurtuluş mücadelesinin bir yerinde bulunmak gerekir.
Tarkan’ın böyle olmadığını, burjuva bir hayat sürdüğünü biliyoruz. O’nun bilincini oluşturan koşullar bütünüyle farklı. Siyaseten ise son yıllarda ekolojiyle ilgili gündemlerde mesajlar vermekte, o kadar. Kendi yaşam biçimi ile iktidarın ideolojisi arasında bir çelişki olduğu da ortada. Bu da başka bir veri.
Öyleyse Tarkan’da biriken toplumsal veriler kendi zihin dünyasına uygun bir şekilde yeniden üretilmiş. Peki hangi tetikleyici duyguyla? Neden bir yıl veya altı ay önce değil.
Bunun cevabı çok açık: Yükselen sınıf hareketinin toplumsal etkisiyle.
Yükselen sınıf hareketi Tarkan’da değişime olan inancı pekiştirmiş görünüyor. Ama elbette müstakbel işçi sınıfının iktidarı anlamında değil. Yaşanan sıkıntıların geçeceği, o sıkıntıları yaratanların gideceği anlamında.
Dinleyiciler açısında da benzer bir durum var. Toplumun bütün kesimlerinin Trendyol veya Migros işçisinin direnişini gördüğünü söyleyebilsek de gelişmelerin önemini kavramakta sosyalistlerle ortaklaşabildiklerini iddia edemeyiz.
Toplumun büyük kesimi neoliberal ideolojinin etkisindedir. Siyasetten, sınıf gerçekliğinden kopmuş durumdadır. İliklerine kadar hissettikleri ekonomik ve siyasi krizin nedenlerini çarpık biçimde görmektedir. Çözümü de burjuva muhalefette aramaktadır.
Öyleyse Tarkan’ın şarkısının toplumdaki bu genel havayı iyi yansıttığı söylenebilir. İnsanlarımız Tarkan gibi önemli bir figürün kendi duygularına tercüman olmasıyla mutlu oldular. Umut doldular.
Tarkan’ın çıkışını olumlu karşılayan sol görüşlü insanlarımız, bu objektif durumunu bilerek alkışladı kendisini. Toplumsal muhalefetin ve yükselen işçi sınıfının yarattığı bir etki olduğunu bildikleri için mutlu oldular. Tam da bu yükselişin duygusu topluma geçebildiği için heyecanlandılar.
Türkiye’de öyle gündemlerle karşılaşıyoruz ki, biraz üstüne düşünüp tartıştıktan sonra “e yani?” diye sorasımız geliyor. Bu olayda da biraz bu var. Tarkan bir şarkı yaptı. E yani?
Aslına bakılacak olursa Tarkan yadırganmayacak, eleştirilmemesi gerek bir çıkış yaptı. Yaptı yapmasına ama aslında gereğinden fazla bir alana yayıldı. Sosyalist sanatçıların bıraktığı, bırakmak zorunda kaldığı boşluğa doğru aktı ve orayı doldurdu.
Sosyalist sanatçılar, konser yasakları, baskılar, sansür ve ekonomik olanaksızlıklar gibi nesnel ve pek çok da öznel nedenlerden dolayı toplumsal muhalefetin ve sınıf hareketinin sanatsal çıktısını yaratmakta güçlük çekiyorlar. Bu da bu alanda çok büyük bir boşluk yaratıyor.
Bu boşluk küçümsenmemeli. Yukarıda “Toplumun bütün kesimlerinin Trendyol veya Migros işçisinin direnişini gördüğünü söyleyebilsek de gelişmelerin önemini kavramakta sosyalistlerle ortaklaşabildiklerini iddia edemeyiz” demiştim. Bu örnekten devam etmek gerekirse toplumun en azından emekçi kesimlerinin bu eylemleri anlayıp bağ kurmasının bir yolu, hatta belki en önemli yolu sosyalist sanattır.
Tarkan’ı eleştiren de alkışlayan da bu gerçeği görmeli, çalışma yaptığı siyasi yapılarda sanatı sanat-sepet işlerine indirgemeye bir son vermelidir. Buradan başlamak gerekir.
Yoksa bugün Tarkan yaptı, yarın da Murat Boz bir şarkı yapar. Seçim sonrasında da insanlar sokakta Kenan Doğulu ile hürriyet marşı söyler.