Tilbe Akan
2019 yılının ekim ayında Whatsapp’a konan ek vergilere, hayat pahalılığına, siyasi çalkalanmalara ve ekonomik yıkıma karşı başlayıp Lübnan’da hükümeti düşüren protestolar koronavirüs gündemiyle geri çekilmişti, iktidar da bu salgını kendini toparlamak için kullanıyordu ki eylemler nisan ayı sonuna doğru tekrar patlak verdi. Sebebini tahmin etmek çok zor değil. Lübnan halkı o yoksulluğun içinde kendilerine reva görülen “ya açlık ya virüs” ikilemi içinde boğulmaktan yorulmuş ve çareyi sokağa geri dönmekte bulmuştu. Geçtiğimiz ekim ayından bu zamana kadar olan eylemlerden detaylıca bahsetmeden ve analiz etmeden önce Lübnan’ın sosyoekonomik yapısına dair bir bilgilendirme yapmayı gerekli görüyorum:
Lübnan için, Ortadoğu’nun minyatür bir örneği diyebiliriz. Neden böyle bir benzetme yaptığımı açıklayayım: Ortadoğu coğrafyası, çok farklı mezheplerin, dini inançların, kutsal kabul edilen yerlerin bir arada bulunduğu bir coğrafya. Buna rağmen böylesine farklı renklerin bir arada olması Ortadoğu’yu kültürel zenginliğiyle öne çıkarmıyor. Ortadoğu denince akla daha çok savaşlar ve katliamlar geliyor. Bunun en önemli nedeni, Ortadoğu’nun emperyalist çıkarlar bağlamında yeniden inşa edilmiş olmasıdır. Farklı unsurların çatışan çıkarları, suni bir dengeye dayanınca, elbette eninde sonunda şiddet sarmalı ortaya çıkar. Ortadoğu’da olan da tam olarak budur. Büyük bir duvarın farklı taşları o duvarı kendi çıkarları gereği inşa edenlerin keyfine göre konulunca, duvarda mutlaka çatlaklar olacaktır. Bu çatlakları üretme potansiyeline sahip ülkelerin başında, hiç kuşkusuz Lübnan geliyor. Şiilerin, Sünni Arapların, Dürzilerin, Hristiyanların bir arada yaşadığı Lübnan’da, farklı unsurların arasındaki anlaşmazlıklar daha önce 1975’te başlayıp 1990’a kadar devam eden iç savaşa dönüşmüştü.
Ekonomik yapısına gelince, bağımsızlığını kazanmasının ardından Lübnan ekonomisi hızlı bir kapitalist gelişme gösterdi. Kapitalist ilişkiler tarıma yönelip en çok kar getiren ürünlerin yetiştirilmeye başlandı. Endüstri sektörünün ülke ekonomisindeki payı besin maddesi üretimi, tekstil, kimya ürünleri gibi dallarda gelişme gösterdi. Bu hızlı kapitalist gelişme eşitsiz dağılımı da beraberinde getirdi. Bölgesel olarak endüstri, dış ve iç transit, bankacılık ve diğer hizmetler Beyrut’ta gelişim gösterirken diğer şehirlerde geri kaldı. Beyrut’un gelişmesi Hıristiyan ve özellikle Marunî bölgelerinin lehineydi. Lübnan devleti, yönetici kesimin (Marunîlerin) kendi çıkarları doğrultusunda izlediği kamu politikasıyla hizmet sektörünün gelişmesi için yatırım yaptı, endüstri ve tarıma yardım yaptı. Hizmet sektöründe istihdam edilen işçilerin çoğu Beyrut dışından geliyordu ve Müslüman Araplardan oluşuyorlardı. Sonuç olarak, ekonomik sektörler, bölgeler ve nüfus arasındaki bu eşitsiz dağılımda kaymak tabakayı teşkil eden Marunî burjuvazisinin ortaya çıkmasına neden oldu. Batılı emperyalistler ile İsrail’in desteğini arkasına alan Marunî sağ kanat, Lübnan siyasetinin temel oyuncusu haline geldi. Ancak iç savaşın bitiminden 30 yıl sonra, hala mezhepçi kutuplaşmaların ve savaşın hafızası canlı olsa da açlık ve ekonomik kriz mezhepsel ayrımları gölgede bırakarak Lübnan halkının hep birlikte sokakları doldurmasına sebep oldu.
Şimdi güncel duruma geri dönecek olursak, Ekim ayında başlayan protestolar hükümetin düşmesine sebep olmuştu. Üç ay sonra yeni hükümet kurulmaya çalışıldı ancak halk açısından hala meşruiyet sağlayabilmiş değil, aksine daha önceki hükümetten farklı olmadığı ve mezheplere dayalı kabine kurulması devam ettiği sürece hiçbir şeyin değişmeyeceği halkın çoğunluğunun hem fikir olduğu bir konu. Lübnan’da geçtiğimiz aylarda ekonomik durum öylesine kötü gitti ki aralık ayında kızı yiyecek almak için kendisinden 1000 Lübnan poundu (yaklaşık 4,5 tl) isteyen kişi intihar etti. Aynı şekilde geçtiğimiz şubat ayında kızının okulundan belge almak için gittiğinde okula birikmiş borcu sebebiyle belgeyi alamayan bir emekçi de kendini ateşe vermişti. Mart ayında ise Lübnan devleti iflasını açıkladı. Lübnan’ın para birimi inanılmaz hızlı bir düşüş seyrediyor, açlığın kol gezdiği ülkede insanların evlerin kapılarını çalarak yiyecek istemeye başladığı haberleri yayıldı. İşsizlik %25’in üstüne çıkmışken, genç işsizliği %37’ye ulaşmış durumda. Nüfusun en az üçte biri açlık sınırının altında yaşıyor. Koronavirüs salgını sebebiyle alınan önlemler ise sadece emekçilerin hayatını daha çok zorlaştırdı. Zira, birçok iş yeri önlemler sebebiyle kapatılırken, birçok insan işsiz kaldı. Zaten, Lübnan’da emekçilerin yaklaşık %55’i güvencesiz ve gündelik yevmiyeyle çalışıyor. Dahası, Lübnan’da hastanelerin %80’i özel. Tüm hastanelerde ise koronavirüs hastalarına hizmet verebilecek en fazla 20’şer yatak bulunuyor. Dolayısıyla sağlık sisteminin pandemi karşısında savunmasız olduğu açık.
Asker ve polisle yaşanan şiddetli çatışmalar, halkın bankalara saldırması da işin diğer boyutu. Nisan ayının sonunda yeniden alevlenen eylemlere karşı polis ve askerin müdahaleleri çok daha sert. Gözaltına alınanlar kendilerine elektrik verildiğini ve işkenceye maruz kaldıklarını ifade ediyor. Halk oldukça öfkeli, iki gün önce Sidon’da birçok araba ateşe verildi. Bu koşullar altında yeniden seferber olan emekçilerin rejime ve kapitalist sömürü politikalarına karşı mücadelesinin ana hedeflerinden birinin bankalar olması boşa değil. Ülkedeki mezhepçi rejimin liderlerinin önemli bir kısmı hali hazırda bankaların hissedarları. Onlar ve patronlar paralarını yurt dışına kaçırmaya çalışırken bankalar emekçi halkın parasına el koymaya çabalamakta. Emperyalist kapitalist sistemin can damarı olan bankalara karşı mücadele eylemlerin antikapitalist boyutuna dair bizlere de fikirler veriyor.
Meselenin diğer bir boyutu ise Hizbullah. Hizbullah, yaşanan krizde, "direniş eksenini" kırmaya çalışan ABD-İsrail ve Körfez krallıklarının etkisi olduğu, bunların Hizbullah'ın etkili olduğu Lübnan'ı istikrarsızlaştırmaya çabaladığı şeklinde bir değerlendirmeye sahip. Elbette anılan aktörlerin sistematik olarak böyle bir çabası olduğu muhakkak. Ancak, ulusal-bölgesel ölçekte yapılan bu değerlendirme emekçilerin kendi haklarını savunmak için yürüttüğü mücadeleyi karalamak üzere kullanıldığında ise bir baskı aracına dönüşebiliyor. Aksine, emperyalizm ve kapitalizme karşı mücadelede bütünlük, ancak emekçilerin siyasetin ve sokağın gerçek gücü olması halinde sağlanabilir. Bu bağlamda, sokaklardaki duvar yazıları dikkat çekici: Hepsi gitsin demek hepsi gitsin demektir. Bu “hepsi”nin Hizbullah’ı da kapsadığı aşikar.
Lübnan’da süren devrimci ayaklanma bizlere pandemi esnasında ve sonrasında mücadeleye dair bir ilham kaynağı olmalı. Anti emperyalist anti kapitalist mücadelenin zaferi adına bütün enternasyonalist duygularımızla Lübnan halkını selamlıyoruz.
Kaynaklar
https://www.hrw.org/news/2020/04/27/lebanons-protests-are-far-over#main
https://www.amnesty.org/en/latest/news/2019/11/lebanon-protests-explained/
https://www.bbc.com/news/world-middle-east-50293636
https://www.nytimes.com/2020/05/06/opinion/lebanon-protests-coronavirus.html