Konuya gimeden önce okurlara bir açıklama yapmam gerekiyor. İyi bir müzik dinleyicisi olduğumu düşünmekle birlikte müzik eleştirmeni değilim. O yüzden müzik konusunda yazmak benim açımdan riskli. Bu riski almama sebep olan ise, Downtown Boys adlı punk grubu ve onların debut albümü, “Full Communism”. Downtown Boys’la, iki dakikalık bir klibe sığdırdıkları, ABD’nin ırkçılık tarihinin kapitalizmle ilişkisini anlatan, ders niteliğindeki “Wage of History” adlı şarkısı sayesinde tanıştım.
Punk dediğime bakmayın. Woody Guthrie’den Bob Dylan’a, Dead Kennedys’den Rage Against Machine’e, Bruce Springsteen’den Tom Morello’ya uzanan politik folk- rock ve punk geleneğinden beslenen ama onlarla yetinmeyip şarkı sözleriyle de Kendrick Lamar gibi siyahi gettolardan yükselen şairane rap/hiphopa da selam çakan bir müzik yapıyor Downtown Boys. Bununla sınırlı değil grup. Çift saksafon kullanımıyla da klasik punkun sınırlarını ciddi oranda zorluyor. Elbette her kulağa uygun değil yaptıkları müzik. Hatta bizim bu taraflar için hayli gürültülü diyebiliriz. Ama tam da beslendikleri toplumsal hareketlilik nasılsa müzikleri de onun gibi. Heyecanlı, öfkeli ve devrimci neşesini asla kaybetmeyen bir müzik. Sözleri İngilizce, İspanyolca arasında salınıyor, bazen ikisi birden oluyor.
Politik kimliklerini asla gizlemiyorlar, tam tersine politik kimliklerine sonuna kadar sahip çıkıyorlar. Hatta grubun kurucuları Joe L. DeFrancesco ve Victoria Ruiz ile yapılan bir söyleşide bir önceki grupları What Cheer? Brigade ile yollarını ayırmalarının gerekçesi olarak politik kimliği çok daha belirgin bir grup oluşturmak istemeleri olduğunu söylüyorlar. Müziğiniz eğer ki bunca yaşananlara sessiz kalıyorsa siz de düzenin bir parçasısınız ve aslında bizden çok daha politiksiniz diyebilecek kadar da cesurlar.
“BU İŞ ÖRGÜTSÜZ OLMAZ!”
Grubun hikâyesi 2011 yılında başlıyor. Grup, Occupy Wall Street’in kapitalist sınıf iktidarını, onun simgesini işgal ederek zedelediği zamanlarda, “bankalar kurtarıldı” ve “bizler satıldık” gerçeğinin çileden çıkardığı ve işçi sınıfından insanlardan oluşuyor. Sınıf bilincine ulaşmaları aynı otelde çalışan işçiler olmalarından kaynaklı olsa gerek. Aynı otelde çalışan Joey L. DeFrancesco ile Victoria Ruiz grup kurulmadan önce otel işçilerinin sendikalaşma mücadelesinde tanışıyorlar. Grubun, Occupy’ın patlaması ve hemen ardından deneyimlediklerinden vardıkları sonuç ise, kendiliğinden bilinç örneği olarak not edilmesi gereken cinsten: “Bu iş örgütsüz olmaz!”
Şarkıları kısa. Tüm albüm neredeyse yarım saat. Sözleri genellikle, sınıf mücadelesi, adaletsizlik, ırkçılık, toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine. Lakin, yine de araya serpiştirilen Tall Boys gibi şarkılarla yüzünüzü gülümsetiyorlar. Hani bir konserde en öne geçip de konserinizi rezil eden o “uzun çocuklar”a yazılmış.
Dedik ya beslendikleri toplumsal hareketlilik nasılsa müzikleri de onun gibi. Her birinin kapitalizm ve onun yarattığı eşitsizlik ve sömürü biçimleriyle dertleri var. Bunlara karşı nasıl mücadele edileceği konusunda “şimdilik” bir fikir birliğine varamamış olmaları bir tarafa, temel problemin kapitalizm olduğu konusunda oldukça netler. Gezi İsyanı’nın 3. yılında, bizim adımıza da çıkarılacak bir ders vardır buradan. Kim bilir?
KOMÜNİST TOPLUM NASIL OLMALI?
Kapitalizmin, isyanı ve direnişi bir hayat tarzına ya da alternatif tüketim anlayışına indirgemesindeki başarısının, solun temel problemi olduğunu düşünüyor grup. Bütünlük sorununa kitaplardan değil de hayatın içinden varmaları takdire şayan. Gündelik hayat pratiklerinin içine sıkışan mikro stratejilerin aslında kapitalizmi yeniden ürettiğini oldukça berrak bir biçimde anlatıyorlar. Bir Fugazi şarkısında geçen ‘’Ne satıldığını boşver/iş senin ne aldığında.’’ sözlerini yerden yere vuruyorlar. Ve ekliyorlar, mesele ne aldığın değil, mesele karşındaki güçle mücadele etmek için nasıl örgütlendiğindedir.
Komünizmden umutlular. Dünyanın eşit ve özgür bir geleceği olacağından da. Otel işçilerinin karşılaştığı kronik iş hastalıklarını ortadan kalkması için mücadele ederken aynı zamanda bunu yaratan düzenin de ortadan kalkması için mücadele ediyorlar. Yani bizim jargonumuza çevirecek olursak; güncel görev-tarihsel misyon diyalektiğini oldukça iyi kavramışlar. Yepyeni bir dünya kurmanın zor olduğunun farkındalar. Ama kazanacağımızdan da son derece eminler. Onlar için asıl mesele, komünist toplumun nasıl olacağı mesela. Nasıl bir iş bölümü? Zor sorular elbette, cevaplarımız var demiyorlar. Bilmişlik taslamıyorlar. Hep beraber bulmalıyız diyorlar. O yüzden de bir yerden başlamak gerekiyor onlar için. Bu nedenle de konserleri birer politik eğitim alanı olarak kullanmaya çalışıyorlar.
Occupy’dan Tahrir’e, Tahrir’den Gezi’ye, Gezi’den bugüne uzanan toplumsal mücadelelerinin müziğini yapmaya uğraşıyor Downtown Boys. Elbette bu çaba sadece Downtown Boys ile sınırlı değil. Dünyanın hangi coğrafyasına gidilirse gidilsin Downtown Boys benzeri gruplarla karşılaşma imkanı bulacağımızdan şüphemiz yok. Kimileri punk yapar, kimileri türkü söyler, kimileri bambaşka müzikler yapar. Önemli olan dünyanın içinden geçtiği dönemin ritmini yakalayabilmektir. Downtown Boys bu ritmin nasıl yakalanacağını yarım saatlik bir albümde oldukça güzel bir biçimde anlatıyor.
3 yıl önce başladığımız işi bitirdiğimizde yani AKP/Saray Rejimini yıktığımızda, sokaklarda bir kaç Downtown Boys şarkısı çalsak hiç de fena olmaz. Ne dersiniz?