Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından Soğuk Savaşın ortadan kalkmasıyla tüm dünyada dengeler değişti. 1991-2001 yılları arasında geçen on yıllık sürede esen ‘liberal’ rüzgar emperyalist-kapitalist sistemin yıllardır beklettiği planlarını sahaya sürmesi için gerekli ortamı yarattı.
Batılı emperyalist güçler, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün hemen ardından bölgede Rusya’nın yarattığı boşlukta soğuk savaş süresince alan bulamadığı Doğu Avrupa, Balkanlar ve Baltıklar'da etkisini yaymak için basınç uygulamaya başladı. Batı emperyalist cephenin bu konuda özellikle ilk on yıl oldukça başarılı olduğunu söylememiz gerek. Doğu Almanya’nın çözülerek Batı Almanya ile birleşmesi, Çekoslovakya’nın ikiye bölünmesi, Polonya, Macaristan, Bulgaristan ve Romanya’nın kapitalizme eklemlenmesi ve Yugoslavya’nın parçalanması bu dönemde gerçekleşti. Eski Sovyet ülkeleri Letonya, Litvanya ve Estonya hızla AB’ye üye yapıldı.
Bir önceki yazımızda Putin’in iktidara gelmesiyle Rusya’nın yeniden Ortadoğu’da eski nüfuz alanlarına nasıl geri döndüğünü incelemiştik. Şimdi de Avrupa’ya bakalım.
Önceki yazımızda, "Güçlü Sovyet devlet geleneğinden gelen Rusya’nın iç dinamiklerinin sistemi yeniden restore etmesi Putin’in iktidara gelmesi ile başladı. KGB ekolünden gelen Putin, Rusya, eski Sovyet ülkeleri, Doğu Avrupa ülkeleri, Sovyetlerin Ortadoğu müttefiklerinin iç dinamiklerini ve işleyişini çok iyi bilen birisi olarak geçen yıllar içerisinde kendi ekibini oluşturdu. Rusya yeniden Sovyet döneminde etkin olduğu coğrafyalara dönerek Batılı emperyalist cephenin karşısında yeni bir eksen kurdu." demiştik.
Sovyetler’in çözülüşünden önce KGB’nin Doğu Almanya bürosunda çalışan Putin, ilk görev yıllarında dış politikada dengeli bir yol izlerken iç sorunlarına odaklandı ve kendi ekibini kurdu. Rusya’nın federatif yapısını güçlendirmek için Rusya halklarıyla yakından ilgilendi, yanı sıra eski Sovyet ülkeleri ile Rusya’nın ilişkilerini geliştirerek güçlendirdi.
Putin Rusya’sı dış politikada karşılaştığı sorunlarda ve yeni ittifak arayışlarında tek bir formül yerine her sorun ya da her ülkede farklı yöntemler izliyor.
DE-FACTO DEVLETLER YÖNTEMİ
Askeri ve siyasi güç gösterisinden kaçınmayan Putin ve ekibi, özellikle kendi sınırlarında Batılı emeryalist güçlerin müdahalelerine müsamaha göstermiyor. Ukrayna ve Gürcistan’da renkli devrimlerle iktidara gelen ABD yanlısı hükümetler, ülkelerinin bölünmesiyle karşı karşıya kaldılar. Yeni kurulan de facto devletler, Rusya ile bu ülkeler arasında tampon bölgeler oluşturdu.
Gürcistan sınırında Abhazya ve Güney Osetya, Ukrayna sınırında Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri Rusya’nın yeni komşuları oldular ve Kırım Rusya ile yeniden birleşti. Moldova’nın Ukrayna sınırında da yine Rusya yanlısı de facto Transdinyester Moldova Cumhuriyeti adlı küçük bir ülkenin bulunduğunu ekleyelim. Ukrayna rejimi mevcut tutumundan vazgeçmediği ya da Ukrayna’da iktidar el değiştirmediği sürece Ukrayna sınırları içerisinde Karpatlar’da yeni bir de facto devlet daha kurulabileceğinin sinyallerini de görüyoruz.
Rusya’nın desteklediği bu de facto devletler, düşmanca tavırlar sergileyen ABD yanlısı komşu ülke yönetimlerine karşı kullandığı yöntemlerden en etkilisi. Soğuk savaş sonrası AB üyesi olan üç Baltık ülkesinden Litvanya’nın, Estonya ve Letonya’ya göre Rusya’ya karşı sesinin daha fazla çıkmasının ardındaki nedenlerden birisi de demografik yapısından dolayı de facto oluşumlardan görece daha uzak olması. Nüfusunun yüzde 5’i Rus olan Litvanya’da, nüfusunun yüzde 26’sı Rus olan Letonya ile nüfusunun yüzde 29’u Rus olan Estonya’ya göre Batılı emperyalist güçler yanlısı rüzgar bu yüzden daha güçlü esiyor.
DOĞU AVRUPA VE RUSYA’NIN TARİHSEL BAĞLARI
Eski Doğu bloku ülkelerinin Rusya ile ilişkilerini incelerken yalnızca reel sosyalizm dönemine bakmak yeterli olmayacaktır. Doğu Almanya, Macaristan ve Romanya dışındaki ülkelerin Slav olduğunu unutmamak gerekir. Rusya ile tarihsel bağları olan bu Slav ülkelerinde halkın Batı’nın değerlerini benimsemesi, NATO’yu hoş görmesi, Rus karşıtlığını sindirmesi kolay değildir. Ancak Slav halklarının Kuzey-Güney ayrımını da göz önünde bulundurmalıyız.
Katolik Kuzey Slavlarına(Polonya, Çekya, Slovakya) göre Rusya’nın Ortodoks Güney Slavlarıyla(Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ, Makedonya) ilişkileri görece daha kolay gelişmektedir. Batılı emperyalist güçler cephesinin Katolik Slav ülkelerinde daha etkili olmasının nedenlerinden birisi de Rusya ile Kuzey Slav ülkeleri arasındaki bu kültürel ve tarihsel ayrılıktır.
Slav olmadığı halde Moldova’da Rusya karşıtlığının güçlenmemesinin ardındaki neden ise bu ülkedeki Moldovanların ve Gagavuz (Gökoğuz) Türkleri’nin Moskova’daki Ortodoks Patrikhanesine bağlı olmasıdır. Bugün eski Sovyet cumhuriyetlerinden Moldova’da yanı sıra Bulgaristan’da esen Batı karşıtı rüzgarların önemli nedenlerinden birisi bu kültürel ortaklıktır. Elbette ki Rusya’nın bu ülkelerde koruduğu etkisini sadece dine bağlamak indirgemeci bir tutum olacaktır ancak gözden kaçırılmaması gereken bir öğedir. Batı’nın dayatmalarından, kapitalizmin getirdiği yoksullaşma ve yozlaşmadan bunalan bu iki ülke halklarının artık AB yanlısı partilere güvenmediğini ve NATO karakolu olmak istemediğini unutmayalım.
Balkanlara baktığımızda eski Yugoslavya cumhuriyetlerinden Katolik Hırvatistan ve Slovenya dışındaki ülkelerde Rusya etkisini yeniden uzun vadede gösterecektir. AB ve NATO kuşatmasındaki eski Yugoslav ülkelerinde Putin’in işi her ne kadar zor olsa da NATO katliamlarını unutmayan bölgede zaman içerisinde kendine yeni alanlar açacaktır. Rusya’nın enerji kartı ve Batı’nın Balkanlar’a dayattığı istikrarsızlık zaman içerisinde bölge ülkelerinin çok kutuplu yeni dünya düzeninde Batılı emperyalist cephede yerini almasını sağlayacaktır.