Ülkemizde, geçmiş dönemlerin siyasi gündemlerinde aldıkları konum dolayısıyla yanıldığını söyleyenlerden, af dileyenlerden oluşan yeni bir toplam ortaya çıktı. Bu toplam oldukça geniş bir yelpazeyi kapsıyor: yazarlar, gazeteciler, siyasetçiler… Hepsinin ortak noktası ise, analizlerini ve tercihlerini dayandırdıkları düzlemin, liberalizme tam boy bulaşmış olması ve sürekli olarak ekranlardan, gazetelerden, kürsülerden halka, mevcut düzenden nihai olarak kurtulamayacaklarını dillendirmeyi ve bu anlamda umutsuzluk yaymayı görev bilmeleridir. Kimisi “solculuğunu” cumhuriyet değerlerini küçümseyerek hayata geçirmiş, kimisi “gazeteciliğini” iktidara yanaşarak yapmış, kimisi ise iktidar partisine özüne dönme çağrıları yapmayı muhaliflik sanarak yıllarca muhalefete akıl vermiştir.
Bu kategoriye girenler, çok açık olarak, iktidarın 1923 Cumhuriyet Devrimi’nin kazanımlarını tasfiyesi sürecinde kullanışlı aparat olmuşlardır. İktidar, böyle olun dediği ve onlar da kabul ettiği için değil, yüzergezer bir düzlemin üzerinde kalma tercihleri dolayısıyla siyaseti okuyamadıkları için… Ancak tarihsel kesitler yaşanırken de, yıllar sonra kâğıda dökülürken de belirleyen, kimin niye hizmet ettiğinden ziyade neye hizmet ettiğidir.
15 Temmuz sonrası yaşadığımız dönem ise konumuz olan toplamı alabildiğine genişletti. Bu süreçte, Ergenekon, Balyoz, Odatv, Poyrazköy vb kumpas davaları tekrar gündeme geldi. Ancak, bu davalar sürecinde hayatını kaybeden ve haksızlığa uğrayanlardan özür dilemek için değil; AKP-Cemaat işbirliği ile işlenen suçların sorumluluğunu, yalnızca Cemaat’e yıkarak, AKP’yi aklamak, ‘suçsuz’ olduğunu ispatlamak için. Bu süreçte hayatını kaybedenler televizyonlarda anılıyor, yıllarca gereksiz yere hapis yatanlar yalnızca Gülen Cemaati mağduru olarak lanse ediliyor, Gülen Cemaati’nin cumhuriyet düşmanı bir tehdit olduğuna dair analizleri uzun yıllar önce yapıp bu yüzden linç edilenlerden özürler dileniyor, mağdurların ve yakınlarının tüm öfkesini iktidarın üzerinden çekip, Gülen Cemaati’ne yönlendirmesi isteniyor. Ancak gerçek sorun olan, siyasal İslam üzerine kurulu kökten dinci düzenin temelleri ve geleceği tartışılmıyor, sorgulanmıyor.
Bu süreçte “merkez medyanın” aklına en çok gelen isimlerden birisi de Türkan Saylan oldu. Türkan Saylan’ın, 1999 yılında yaptığı ve Gülen Cemaati’nin kirli yüzünü birçok boyutuyla ortaya seren konuşması ve Saylan’ın Ergenekon operasyonu kapsamında evinden gözaltına alındığı görüntüler haberlerde sıkça yer buluyor. Saylan yaptığı konuşmadan dolayı Gülen Cemaati tarafından kara listeye alındı ve aslında Ergenekon operasyonu bu konuşmanın intikamıydı dendi. Ancak yalan söylemek için tek yol gerçeğin tersini söylemek değildir, gerçeğin bir kısmını çarpıtarak dile getirmek de yalanın bir türüdür. Gülen Cemaati’ni eleştiren Türkan Saylan’ı gözler önüne çıkartıp, Cumhuriyet Mitinglerinin parçası olan ve eğitimde gericileşmenin boyutlarını gözler önüne seren Türkan Saylan’ı unutturmaya çalışmak yalan söylemektir. Türkan Saylan, tüm bu gerekçelerle AKP – Cemaat ittifakının düşmanı, Ergenekon operasyonunun muhatabı olmuştur gerçek olan budur.
19 Mayıs günü, Türkan Saylan’ı hatırlayanlar kervanına bir yenisi daha eklendi: Hepimizin tanıdığı Ahmet Hakan, kendine münhasır tarzıyla dahil oldu tartışmaya[i]. Zamanında ülkeyi Gülen Cemaati hakkında uyaran konuşmasına inanmadığı ve abartı bulduğu için, “Ne olur affet bizi. Affet ve hakkını helal et.” diye seslendi Saylan’a. Hayatını kaybetmiş bir kişiden af dilenmesi ve helallik istenmesi bizi ilgilendirmez, herkes kendi inancına göre yaşayıp, dilekte bulunabilir. Ancak akılda tutulması gereken ve bizi ilgilendiren kısım Türkan Saylan’ı “Türkan Hoca” yapan koskocaman bir mirasın hala yaşıyor ve cumhuriyetçi gençler tarafından güncellenerek yoluna devam ediyor oluşudur. Bu miras, akademisyenliğin statükoya teslim olmak değil onunla kavga etmek olduğunu kanıtlayan bilim tutkusudur; Lepra hastalığının olduğu her yere ulaşmayı hedefleyerek yola çıkan insanlık aşkıdır; hayatını başta kız çocukları olmak üzere halkın tamamının aklın yol göstericiliğinde eğitim almasına adayan yurtseverliktir; irtica tehdidini tanımladığı anda Cumhuriyet’e sahip çıkarak Laikliğe Saygı Yürüyüşünü organize eden militan aydınlanmacılıktır; Gülen Cemaati başta olmak üzere ve tüm dini yapılanmaları eleştirirken AKP’ye göz yummayan memleket sevdasıdır; özelleştirmeciliğe karşı çıkan kamuculuktur; hastalığının son evresinde dahi kavgayı bırakmayan inançtır. Ahmet Hakan ise, sadece bu değerleri sahiplenemeyeceği için değil, Ensar Vakfı’na teslim edilen çocuklar tecavüze uğradığında Ensar’a siper olup suç şahsidir dediği için[ii] veya gayrı meşru bir referandum sonrası mühürsüz oy pusulalarına takılmak yerine yüzde 48,4’ün keyfini çıkartmayı halka telkin ettiği için[iii] de Ebediyen Yanılacaklar Kulübü’ndeki yerini sağlamlaştırmıştır.
İnsanlar yanılamaz mı, diyenler olacaktır; yanılabilirler, hatta bu yanılgıdan dolayı kendi eleştirilerini yapıp doğruyu da bulabilirler. İnsanlar, oy verdiği partiden pişman olabilirler, bir eyleme katıldığı veya katılmadığı için üzüntü duyabilirler, bir etkinliği öyle değil de böyle organize ettiği için bir kolektif olarak ders çıkarabilirler… Ancak, Cumhuriyet’in değerlerinin tasfiyesi ve iktidarın AKP/Saray rejimine tam boy teslim edilmesi sürecinde aktif rol alıp, bulduğu ilk fırsatta tekrar yanılacağını her geçen gün kanıtlayanların yeni bir cumhuriyet arayanların saflarında yeri olmayacaktır.
Türkan Saylan’ın yukarıda bahsettiğimiz mirası ne mi olacak?
Üzerinde yaşadığımız topraklar, Cumhuriyet devriminin ve onu taçlandıracak adımları atmak için mücadele eden devrimcilerin bıraktığı büyük bir bakiyeye sahiptir. Bu bakiye hangi mirasın kim tarafından bırakıldığına bakmaksızın günahıyla sevabıyla tamamına sahip çıkarak, onu aşacak cumhuriyetçi gençleri beklemektedir. Görünen ise şudur: Türkiye gençliği farklı yerelliklerde farklı şekillerde tartışmasını bu bilinçle yapmaktadır ve doğru bir hattı ortaya çıkartacak tartışmalar, mücadeleden kopmadan, içe kapanmadan yürütülmektedir. Bugün, ülkemizde Cumhuriyet rejiminin ayakta olduğunu iddia etmek için ise iyimserlikten fazlasına sahip olmak gerekiyor. O zaman tüm bu tartışmaların bağlanacağı yer Cumhuriyet deneyimimizin tüm mirasını içerecek ve onu bir daha yıkılmayacak şekilde aşacak yeni bir cumhuriyetin nasıl kurulacağı olmalıdır. İşte Türkan Hoca’nın ve Cumhuriyet mirasının anlamını bulacağı yer, bu mücadelenin ve cumhuriyetin yeniden inşası sürecinin kendisidir. Miras cumhuriyetçi gençlerin omuzlarındadır.
Peki, son olarak, kuracağımız cumhuriyette, Ahmet Hakanların sonu ne olacak? Onlar da halkın çıkarları için çalışan ve halkın gerçek temsilcilerinden oluşan TBMM’ylee yönetilen laik, bağımsız bir cumhuriyetin yurttaşı olma onurunu - istedikleri takdirde- yaşayacaklar. Ancak bizim tek ricamız, cumhuriyet fikrini yeniden ete kemiğe büründürene kadar, gölge etmesinler başka ihsan istemez…