Türkiye’de sandığımız kadar NATO’cu var mı?

Türkiye’de sandığımız kadar NATO’cu var mı?

Şahsi gözlemim, çeşitli çevrelerin pohpohladığı “dış politika uzmanları”, akademisyenler ve trollerin dolaştırdığı sözlerin toplumun geniş kesimlerinin gerçekliğini yansıtmadığı yönünde.

Kubilay Cenk

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri müdahalesi uzun süredir ana akım siyasetin gündeminde olmayan bazı fay hatlarının ortaya çıkmasını tetikledi. Sosyalist solun Ukrayna krizine yönelik açıklamaları üzerinden şekillenen tartışmaların ve bunlar üzerinden oluşan görece basınç ortamını anlamak için bazı başlıkları ele almak gerektiğini düşünüyorum. Ne yalan söyleyeyim, Türkiye’de bu kadar NATO’cu var mı sorusunun cevabını da merak ediyorum.

Bazı verilerle başlayalım. MetroPOLL araştırma şirketinin hem Ocak 2021’de hem de Ocak 2022’de yaptığı iki araştırmayı inceledim. Katılımcılara “Türkiye, dış ilişkilerinde AB ve ABD’ye mi, yoksa Rusya ve Çin’e mi öncelik vermelidir?” sorusu soruluyor. Ocak 2021’de yüzde 40,9 AB-ABD derken, yüzde 27,6 Rusya ve Çin diyor. Ocak 2022’de AB-ABD diyenler yüzde 37,5 iken Rusya ve Çin yüzde 39,4 görünüyor [1].

Şahsen verilerle siyaset konuşmanın belirli sınırları olduğunu düşünüyorum ama okuyucu ve makalenin zenginliği açısından bir araştırma verisi daha sunmak isterim.

Almanya’da liberal ve sağ muhafazakar Hıristiyan Demokratlara yakınlığıyla bilinen Konrad-Adenauer Derneği’nin geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen ve bu ay (Şubat 2022) yayınlanan Türkiye’de Z kuşağı araştırması. Bu araştırmaya göre NATO’ya hiç güvenmem diyen gençlerin oranı yüzde 35,5 iken AB’ye hiç güvenmem diyenlerin oranı yüzde 32,6. Konu ABD olunca bu durum yüzde 52’ye kadar çıkıyor. Gençler arasında AB’ye duyulan güven yüzde 12,7 iken NATO’ya güvenirim ve çok güvenirim diyenler yüzde 10 civarı. Çin ve Rusya için ise hiç güvenmem diyenlerin oranı daha da yükseliyor [2].

Buraya kadar elimizde ne var? Bence şunları söyleyebiliriz:

Birincisi, en azından toplumun geniş kesimlerinin bir savaş örgütü olarak NATO’yu desteklediği söylenemez. Sözde “bağımsızlıkçı” kesimlerin bile “NATO olmasaydı Ardahan’ı Kars’ı alırlardı” minvalindeki Soğuk Savaş ideolojisini sayıkladığı, 70 senedir NATO üyesi olan ve muhalefetiyle-iktidarıyla bu gelenekten beslenen isimlerin siyaset sahnesinde olduğu bir ülkede bunun sol adına umut verici olduğunu söyleyebilirim.

Bu yazıyı yazdığım sıralarda Ukrayna’nın Ankara Büyükelçiliği’nin bir paylaşımı önüme düştü. Bu paylaşımda Bayraktar SİHA’larının Rus birliklerini vurduğu bir görüntü yer alıyor ve "2 sene önce İdlib’te Rus askerleri tarafından öldürülen 34 Türk askerinin intikamı Ukrayna’da alındı. İlahi adalet diye bir şey var!" mesajı eşlik ediyor. Bu paylaşıma gelen tepkilerin hemen hemen tamamı Türkiye’nin savaşta taraf olmaması ve Ukrayna’nın SİHA ve “milli” duygulara hitap eden bu paylaşımları durdurması gerektiği yönündeydi. Büyükelçilik daha sonra bu paylaşımı sildi [3]. Bölgesel savaş gibi büyük ve beklenmedik bir alt-üst oluş bu durumu değiştirebilir ancak memlekette şimdilik sanıldığı kadar NATO’cu yoktur. Türkiye için bağımsızlıkçı bir dış politika çizgisi için toplumsal destek konusunda da karamsar olmak için bir neden görünmüyor.

İkincisi, bana kalırsa Türkiye’de Avrasyacı bir eğilim de yoktur. Kimi zaman eski statükodan gelen emekli subay ve kurmay takımı, kimi zaman iktidarın bazı hamleleri bunu önümüze getiriyor ancak geniş kesimler için bunun da bir karşılığı olduğunu söylemek mümkün değil. Ne Rusya’nın, ne de Çin’in askeri, ekonomik, kültürel ve siyasal olarak bu topraklarda bir karşılığı yok.

Ama bu tabloyla uyumsuz olarak Ukrayna krizinin en başından beri sosyal medyada sosyalistlere yönelik nesnellikten kopuk bir söylemin kimi kesimler tarafından bir yankı havuzu içerisinde tekrar edildiğini söylemek mümkün. Şahsi gözlemim, çeşitli çevrelerin pohpohladığı “dış politika uzmanları”, akademisyenler ve trollerin dolaştırdığı sözlerin toplumun geniş kesimlerinin gerçekliğini yansıtmadığı yönünde. Öyle ya, bu çevreler içerisinde Türkiye’nin 99 yıldır barış içerisinde olduğunu iddia eden siyaset bilimi akademisyenleri bile var. Eğer 20 senedir internetsiz bir köy evine hapsedilmiş durumda değilseniz bunun toplumsal gerçekliklerden kopuk olduğunu söylemek gayet mümkün.

Ancak bu arkadaşların sözünün ulaşabildiği küçük bir kesim var. Kabaca tariflemek gerekirse siyasal karşıtlığı sadece AKP ve Erdoğan üzerinden kuran, AKP’nin S-400 hamlelerini “Türkiye Batı’dan kopuyor” diye okuyan, demokrasi ve insan hakları gibi kavramları politik içeriğiyle oku(ya)mayan, Türkiye’nin Batı ile ilişkisini yalnızca AB ile ilişkisi üzerinden değerlendiren, iyi eğitim görmüş, kentli ve seküler bir kesim. Toplum gerçekliğinden kopuk ama Batı hegemonyası ile uyumlu akademiklerle teması olan ve ana akım muhalefet tarafından terk edilmiş hissettiği için yüzünü son 1-2 senede sola dönmüş bir toplam. Sayısal olarak elimizde bir veri yok ancak genel tepkilerin kaynağına gittiğimizde bunu rahatlıkla görebiliyoruz.

Profili daha da somutlaştırmak adına bazı siyasal örnekler verelim.

Örneğin Ukrayna’nın “ulusal egemenlik hakları” gündem olduğunda en gür sesi çıkar ancak İsrail’in Suriye’de Golan tepelerini ilhakı üzerine aynı gündeme dahil olmaz.

Örneğin sosyalistlerin 100 seneden fazladır kullandığı emperyalizm kelimesini yalnızca geçen hafta hatırlar ve Rusya için kullanır. Üstelik kavramın barındırdığı anlamı bilmez ve retorik sanır. Rusya’nın emperyalist olup olmadığı pekala bir tartışma konusu olabilir. Ancak bizim tespitlerimiz belirli bir nesnel temel teşkil eder.

Örneğin özgürlükçü söylemleri çok sever. Fakat Batılı anlamda özgürlük nosyonunun dahi işçi sınıfının on yıllar boyu süren mücadeleleri sonucu elde edildiğini, bunun X kurumuna üyelik yahut aday üyelikle kazanılacak bir şey olmadığını bilmez. Kuşkusuz işin ideolojik bir boyutu da var ama “iyi eğitim görmüş” kimselerin görünenin arkasına bakmasını bekliyor insan.

Örneğin bu yazının başlığını NATO seçtiğim için sanki Rusya’nın askeri müdahalesini onayladığımı, Putinci yahut Rusçu olduğumu düşünür. Bir “solcunun” her cümleye başlarken bunu yinelemesini ister. Sahi, biz her cümleye başlarken günah çıkarır gibi bunu tekrar etmek zorunda mıyız?

Bu örnekler uzun uzun devam edebilir ama ne demek istediğimin anlaşıldığını düşünüyorum. Yani kısaca söylemek gerekirse sol refleksler ve tarih bilgisine hakim değildir. Dahası, solun ortak hikayesinin bir parçası değil. Yani en azından bu topraklarda ama öyle ama böyle varlığını sürdürebilen bir sol varsa bunun denenmiş belirli reflekslerden geçtiğini bilmek ve buna göre yaklaşmak gerekir.

Kendini sosyalist harekete yakın gören, bu toplumda ve dünyada bazı şeylerin değişmesini isteyen kimseye gelme deme niyetimiz de lüksümüz de yok. Ancak bana kalırsa bu kesimden bazı arkadaşların bize baktığında gördükleri ile bizim olduğumuz özne ile belirli bir açı farkı var.

Şimdilik burada bırakayım.

 


[1] MetroPOLL araştırma’nın kurucusu bunu sosyal medya hesabından paylaştı https://twitter.com/ozersencar1/status/1497132171080917005

 

[2] Konrad-Adenauer Derneği Araştırması, sayfa 87 ve 88 https://www.kas.de/documents/283907/16886777/Türkiye+Gençlik+Araştırması+2021_Türkce.pdf/fd08cee1-8d75-02bb-13cb-2bb341b8897d?version=1.2&t=1644871408910

 

[3] Ukrayna Büyükelçiliği'nden 'İdlib' tweeti

https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/ukrayna-buyukelciliginden-idlib-tweeti-1911470

DAHA FAZLA