Uluslararası kadın grevi ve üretimden gelen gücü kullanmak…

Uluslararası kadın grevi ve üretimden gelen gücü kullanmak…

Kadın Grevi, bir mücadele aracı olarak kadınların yeni direniş örneklerini yaratması ve kadınların sosyalizm mücadelesiyle, emek mücadelesiyle yan yana gelebilme olanaklarının yaratılması için kullanılmalıdır. Bugün Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesinin kadın mücadelesinden, kadın mücadelesinin de işçi mücadelesinden güç almaya ihtiyacı vardır ve Kadın Grevi’nin bu bakış açısıyla da sosyalist kadınlar tarafından değerlendirilmesi önemlidir.

Meltem Kolgazi

Grevler 19. yüzyılda kapitalist sistemin hakim olmaya başlaması ve ücretli emek sömürüsünün yaygınlaşması ile ortaya çıkan bir mücadele aracıdır. İlk kadın grevleri dediğimizde çoğunlukla kadın işçilerin ağırlıkta çalıştığı sektörlerde kadınların eşit işe eşit ücret talebi ile gerçekleştirdiği grevler akla geliyor. 20. yüzyılın başında 1912’de Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Lawrance’da gerçekleşen ve tarihe ‘Ekmek ve Güller’ grevi olarak geçen tekstil işçisi kadınların grevini ve tabii ki 8 Mart’a vesile olan 1917’de Ekim Devriminin fitilini ateşleyen Petrograd’da kadınların grevini hatırlayalım. Grevlerin zayıfladığı, hatta ülkemizde yasaklandığı bir dönemde 8 Mart’ta Uluslararası Kadın Grevi çağrısı yeniden gündemde. Kadın hareketinin dünya ölçeğinde bir yükseliş kaydetmesiyle beraber Kadın Grevi’ni bir mücadele aracı olarak da tartışmaya açmadan önce nasıl gündemimize girdiğini hatırlayalım.

2016 yılı, kadın hareketi için uzun bir süreden sonra yeniden dünya sahnesine çıkış yılı olarak kayıtlara geçti. Ekim 2016’da Arjantin’de yaşanan kadına yönelik şiddet olaylarından sonra ‘Ni Una Menos’ (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) koalisyonu tarafından yapılan ‘Kadın Grevi’ çağrısına yüz binlerce kadın katıldı. Kadınlar siyah giyinerek öğleyin saat 1’de bir saatliğine greve çıktılar ve büyük bir yürüyüş düzenlediler. Yine Ekim ayında Polonya’da kadınlar siyah giyinerek zaten var olan kürtaj yasağının daha da ağırlaştırılmasına karşı büyük protestolara imza attılar. Polonya’da kürtaj yasağına karşı düzenlenen grevin ve büyük yürüyüşlerin etkili olması ve kazanımla sonuçlanması bir mücadele yöntemi olarak kadın grevine daha fazla ilgi duyulmasına yol açtı. Tüm dünyada 25 Kasım 2016’da düzenlenen etkili eylemlerden sonra Arjantin’de birçok kadın örgütü ve sendikalı kadınlar bir araya gelerek tüm dünya kadınlarına 8 Mart 2017 için bir ‘Uluslararası Kadın Grevi’ çağrısı yayınladı. Dünya’da kadın hakları mücadelesindeki bu yükseliş ABD’de kadın düşmanı ve ırkçı yeni başkan Trump’a karşı düzenlenen ‘Kadın Yürüyüşü’ ile de çakıştı ve Washington merkezli yürüyüşe Avrupa başta olmak üzere birçok ülkede büyük destek eylemleri gerçekleşti. Ardından 8 Mart 2017’de önde gelen sosyalist feminist yazar ve akademisyenlerin çağrıcı olduğu, renkli (beyaz olmayan) ve işçi kadınların sokağa çıktığı ‘Kadın Yürüyüşü’nden çok daha radikal taleplere sahip, iş bırakmanın da gerçekleştiği ‘Kadın Grevi’ eylemleri düzenlendi. 8 Mart 2018’de de 50’ye yakın ülkede grev çağrısı ve yürüyüşler düzenlendi. İspanya’da 5 milyondan fazla kişi iş bırakarak sokağa çıktı. Ev işlerini, ücretli iş kapsamındaki işi ve hizmet sunmayı durdurma çağrısı ile İspanya’nın neredeyse tüm şehirlerinde yürüyüşler düzenlendi ve İspanya’da 8 Mart 2019 için de grev hazırlıkları sürüyor.

Dünya’da birçok ülkede kadınlar farklı farklı taleplerle bir araya gelseler de siyasi etkisi bakımından ve emek mücadelesi ile bağları bakımından ABD’deki Kadın Grevi öne çıktı. Birçok eyalette iş bırakmaların ve yürüyüşlerin geçekleştiği Kadın Grevi’nin ABD solu için uzun yıllardır yapılan ve talepleri bakımından radikal olan en büyük kadın eylemi olduğunu söyleyebiliriz. Kadın Grevi çağrıcılarından biri olan Sosyalist Cinzia Arruzza ile 2017 kadın grevi eylemlerinden sonra yapılan röportajda ‘%99’un feminizmi’ sloganının yüzünü işçi kadınlara dönen sınıf temelli bir arayışı ifade ettiğini belirtmişti (1). Grev manifestosuna, röportajlara ve 8 Mart’ın nasıl anlamlandırıldığı ile ilişkili beyanlara baktığımızda daha fazla emek mücadelesine yaklaşan, işçi ve emekçi kadınları sokağa çağıran bir siyasetin izlendiğini söyleyebiliriz.

Genel bir itaatsizlik çağrısı niteliği taşıyan Ni Una Menos’un çağrısı ile karşılaştırdığımızda, ABD’de yapılan ‘Kadın Grevi’ çağrısı daha soldan bir nitelik taşıyordu. Yine ‘%99’un feminizmine ihtiyacımız var’ denilen çağrının imzacıları Linda Alcoff, Cinzia Arruzza, Tithi Bhattacharya, Rosa Clemente, Angela Davis, Zillah Eisenstein, Liza Featherstone, Nancy Fraser, Barbara Smith, Keeanga-Yamahtta Taylor…(2) Bu listenin neredeyse tamamı kendini sosyalist olarak tanımlıyor ve Trump karşıtı hareket içerisinde de aktif bir mücadele veriyor. Farklı ülkelerde birçok muhalif kesimi, sendikaları, feminist ve sosyalist çevreleri bir araya getiren eylem pratikleri de mevcut. Hatta bazı yerlerde tamamen feminist talepler üzerinden kadınlar örgütlenirken, birçok ülkede grev çağrısına belli bir siyasi öznenin hakim olduğunu söylemek zor görünüyor.

2018’de de ABD’deki emekçi ve ezilen kadınları sokağa davet eden ‘Kadın Grevi’ çağrısı yükselen kadın hareketi içerisinde de özgün bir yer teşkil ediyordu. ABD’de sosyalist feminist teorik birikimin Marksist kesimler tarafından yeniden masaya yatırılması ve kadın mücadelesi başlığında Marksist literatüre yeni katkıların yapılması da çok önemli bir gelişme olarak değerlendirilmeli. Bu katkının sahiplerinin 'Kadın Grevi' çağrıcıları arasında yer alması da özel bir vurguyu hak ediyor. Çokça tartışılan ‘İkili Sistemler’ konusunun uzun zamandır rafa kalkmasından bu yana yanıtlanması gereken soruların ve tartışmaların üzerine ‘Yeniden Üretim Teorisi’nin 1980’lerden çok daha fazla geliştirilerek ve yeni tartışmaları açarak gündeme geldiğini görüyoruz. Bu teorik tartışmaları ‘Kadın Grevi’nin bir mücadele aracı olarak tartışılmasında önemli bir referans olarak almak gerekiyor.

Grev işçi sınıfının hakkını ve taleplerini almak için sermayeye karşı üretimden gelen gücünü kullanmasıdır. Üretimi durdurmak patronların karını da durdurmak anlamına gelir. Uluslararası Kadın Grevi çağrısını yapan Arjantinli kadınlar 1975 yılında İzlanda’da gerçekleşen greve referans veriyorlar. Yaklaşık 200 binlik bir nüfusa sahip İzlanda’da 25 bin kadının sokağa çıktığı ve hiçbir iş yapmadığı bir gün olarak tarihe geçen ilk kadın grevinden esinlendiklerini belirtiyorlar. Kadınlar eşit işe eşit ücret talebiyle greve çıkmışlar, erkeklere ödenen fakat kadınlara ödenmeyen saatler için iş bırakmışlardı. Aynı zamanda evde de iş yapmayı durdurmayı ve çocukları babalara bırakmayı propaganda etmişlerdi. Kadın grevi kadınların sadece işyerindeki üretimden gelen gücünü kullanmanın ötesinde yaşamın üretimi ile ilişkili tüm üretim gücünü kullanmaya yönelik bir eylem biçimi olarak kurgulanmıştı. Bugün de üretimi durdurmanın yanında ev işi yapmama, çocukları babalara bırakma, çeşitli boykot biçimlerini, alışveriş yapmamaktan seks yapmamaya kadar bir dizi şeyi kapsayan farklı pratikler görüyoruz.

Kadın grevinin özgün bir tarz ve mücadele biçimi olarak ele alınmasının temelinde kadının ezilmesine dair ikili sistem yaklaşımı bulunduğuna dair eleştiriler yapılıyor. İkili sistem teorisi kadınların hem kapitalizm tarafından ücretli emek sömürüsü yoluyla ezildiğini hem de patriyarka tarafından ev içindeki emeğine ve cinselliğine el konularak ezildiğini iddia ediyor. Buna göre kapitalizm ve patriyarkal sistemler ikili bir ezilme pratiği yaratmaktadır. İkili sistem teorisinin kapitalizme karşı mücadeleyle erkek egemenliğine yani patriyarkaya karşı mücadeleyi birbirinden ayırması, mücadele pratiğinde kadın mücadelesini işçi mücadelesinden ayıran bir konuma yerleştirmektedir. Bu sosyalist feminist teze göre patriyarka ve kapitalizm iki farklı maddi temeli olan bir sistemdi. Kapitalizm üretim ilişkilerine dayanan bir sistem iken; patriyarka, erkeklerin kadınların emeğine el koyduğu, kaynaklara erişimini engellediği ve cinselliğini denetim altına aldığı bir tarihsel sistemdi. Kadın Grevi ile ilgili kadının üretimden gelen gücünü durdurmaya yönelik vurgu da aslında kadınların bu ikili ezilme pratiklerine bir atıf olarak değerlendiriliyor. Bu ikili sistem anlayışına karşı duruş nedeniyle Kadın Grevinin bir mücadele yöntemi olarak kabul edilmesinin işçi mücadelesi için grev denen şeyin içeriğini boşaltacağı belirtiliyor. Aslında, farklı ülkelerde kısa süreli iş bırakmanın yanında tüketimi durdurma, boykot, yürüyüş düzenleme gibi farklı eylem biçimlerinin de Kadın Grevinin içinde ele alınmasının grev gibi önemli bir silahı bağlamından koparma ihtimali vardır.  Ayrıca gerçek anlamda üretimden gelen gücün sermayenin karşısına konmadığı ölçüde çeşitli eylem biçimlerinin grev olarak nitelendirilmesi de sorunludur. İş bırakmanın ve üretimden gelen gücün kullanılmadığı ve başka başka eylem biçimlerinin bir araya toplanıp bunların feminist grev olarak da nitelendirilmesi adlı adınca yapıbozum olacaktır. Diğer taraftan ikili sistem tezinin sınırları ve grev gibi önemli bir silahın bağlamından koparılması tehlikesi ve ihtimaline rağmen Kadın Grevi bir yöntem olarak tamamen reddedilmeli midir?

1982’de sosyalist feministlerin ikili yaklaşımın sınırlarını gördüğü ve teorik canlılığın sona erdiği bir dönemde Lise Vogel bugün ABD’deki teorik tartışmalara da ilham olan yeniden üretim teorisi ile ilgili önemli katkılar yaptı (3). Yeniden üretim teorisini geliştirerek kadınların kapitalizm koşullarında özgün ezilme pratiğine dair önemli tartışmaları araladı. Yeniden üretim teorisine göre kadınların aile içindeki yeniden üretici rolü ve hanenin/evin yeniden üretimin özelleşmiş merkezi halini alması maddi düzeyde sisteme büyük bir emek gücü sağlar. Dolayısıyla kapitalizmde sermaye bu emek gücünü sağlamak için kadınlara yeniden üretici gücü, yani ev işleri ve çocuk bakımı görevini ve eski sistemlerden taşıdığı ataerkil kalıntılarla beraber toplumsal cinsiyet rollerini yükler. Sermaye bir yandan yeniden üretimin maliyetini hane içinde kadına yüklerken, bir yandan da kadınların toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı daha düşük ücretlerle, daha esnek ve düzensiz, güvencesiz çalışmasından da çifte kazanç sağlar. Yeniden üretim sürecinde sermayenin ihtiyaç duyduğu üretim aracını yani işçilerin işe yenilenmiş olarak gitmesini sağlayarak kadınlar yine sermayeye çalışır. Yeniden üretim teorisi aslında kadının ev içi emeği ile üretim ilişkilerini birleştirici bir kuram yaratma çabasıdır ve önemli bir başlangıç noktası olmuştur.

Yeniden üretim teorisinin kadınların ezilmişliğinin maddi temeline dair ortaya koyduğu cevaplar bugün Kadın Grevi tartışmasına da ışık tutabilir. Kadınların ev içi emeğine yani yeniden üretim sürecinde ürettiğine de sermaye el koyuyorsa kadınların sermayeye karşı grev silahını kullanırken özgün bir yöntem geliştirmesi kaçınılmazdır. Bu bakış açısıyla Kadın Grevinin tamamen grevin içini boşaltan bir tarz olarak nitelendirmek kadınların kadın olmaktan kaynaklı ezilme pratiklerini yok saymak anlamına gelir. Burada Johanna Brenner’ın eleştirisini ve yeniden üretim teorisine yönelttiği soruları bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Ev içinde ev işleri ve bakım hizmeti için harcanan emek, yani yeniden üretim süreçlerindeki emek sermayenin el koyduğu bir emektir; ama bu evrensel doğru toplumsal cinsiyet hiyerarşisini, erkek egemenliğine dayalı aile sistemini ve bunun maddi temeli ile ilişkili soruları yanıtsız bırakmaktadır (4). Bu sorunun yanıtını tartışalım ama bu soruların kendisi bugün kadınların erkek işçilerden farklı talepleri olabileceğinin açığa çıkartılması için önemlidir. Kadınların daha fazla çalıştığı, erkeğin isteklerinin önde geldiği ve hane/ev içi erkek iktidarının var olmasını tek başına yanlış bilinçle açıklamak mümkün değildir. Yeniden üretimdeki kadının rolünün bilinç düzeyine çıkartılarak bir mücadele başlığı olması ve sermayeye karşı mücadelenin bir parçası haline getirilmesi için dahi Kadın Grevi yapılabilir ve yapılmalıdır. Ayrıca tarihsel olarak kadın grevlerine ya da kadınların ekonomik mücadelelerine eşitlik, eşit işe eşit ücret, işyerinde cinsel taciz ve şiddetin önlenmesi, kimi zaman oy hakkı ve karar alma mekanizmalarında söz hakkı gibi taleplerinin de eşlik ettiğini görüyoruz. Bunların yanında kadınlar toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan sorunları için de üretimden gelen gücünü kullanabilir ve bu da yeniden üretim ve toplumsal üretimden gelen güç aynı anda kullanılarak talep edilebilir.  

İkili sistem tezi ile yaklaşıldığında patriyarkaya/erkek egemenliğine karşı mücadele kapitalizme/sermayeye karşı mücadele ile eşdeğer tutulduğu ölçüde ‘kadınların erkekerin altında ezilen bir sınıf’ olarak kabul dilerek ‘erkeklerin el koyduğu ev içi emeğin ve cinselliğin’ sunulmaması; örneğin ev işlerinin yapılmaması, sevişmemek de başlı başına bir grev olarak tanımlanabilir ve buna da feminist grev denilebilir. Fakat sermayeye karşı esasen üretimden gelen gücü kullanmadığı, yani sermayenin kâr etmesini engellemediği sürece bunu bir grev olarak nitelemek mümkün değildir. Kaldı ki bu yaklaşım yeniden üretim teorisinin ev içi emekle ilişkili yaptığı en önemli katkıyı yok saymaktır. Yeniden üretim teorisinin tartıştığı en önemli başlıklardan biri ev içi emeğin değişim değeri değil, kullanım değeri olmasıdır. Kadınlar kullanım değeri üretmektedir ve sermayenin ihtiyaç duyduğu, hatta mahkum olduğu emek gücünün yeniden üretimini üstlenmektedir. Bu açıdan yeniden üretim için harcanan emek sermaye açısından vazgeçilmezdir. Diğer taraftan kadın grevi eylemlerinin ve kadın yürüyüşlerinin feminizmi aşan talepleri de vardır. Yeniden üretim süreçleri kadınların sınıfsal aidiyetleri ile de farklılıklar içermektedir.

Üretim ilişkilerinin belirlenimi altında işçi sınıfının ya da işçi ailesi içinde ev emekçisi bir kadının ezilme pratiği ve talepleri farklıdır. Talepler çok çeşitlidir ve her ülkede kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin yanında sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarıyla belirlenmektedir. O nedenle kadının yeniden üretimdeki emeğine sermaye el koyuyorsa bu sermayeye karşı bir mücadele aracına dönüştürülmelidir ve mücadele aracının öncüsü de emekçi kadınlar olmalıdır. Kadınların talepleri için her iki alandaki üretimden gelen gücünü kullanma hakkı vardır ve birbirinden ayrılamaz. Bugün sosyalist kadınlar bu üretimden gelen gücü kadınların ilerlemesini engelleyen, gittikçe otoriterleşen, kadın haklarına saldıran, yoksullaştıran ve işsiz bırakan bir düzene karşı nasıl kullanacağını tartışmalıdır. Kadın Grevi, bir mücadele aracı olarak kadınların yeni direniş örneklerini yaratması ve kadınların sosyalizm mücadelesiyle, emek mücadelesiyle yan yana gelebilme olanaklarının yaratılması için kullanılmalıdır.

Bugün Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesinin kadın mücadelesinden, kadın mücadelesinin de işçi mücadelesinden güç almaya ihtiyacı vardır ve Kadın Grevi’nin bu bakış açısıyla da sosyalist kadınlar tarafından değerlendirilmesi önemlidir.  

Kaynaklar
(1) http://sendika62.org/2018/01/bu-sel-hic-durmayacak-8-mart-2018-kuresel-kadin-grevine-cagri-kadinlara-sor-468464/
(2) https://www.theguardian.com/commentisfree/2018/jan/27/we-need-a-feminism-for-the-99-thats-why-women-will-strike-this-year
(3) Lise Vogel, Marksizm ve Kadınların Ezilmişliği - Birleştirici Bir Kurama Doğru, Notabene yayınları, 2015.
(4) Johanna Brenner, Sınıf Siyaseti ve Kadın, Kadınlara Uygulanan Baskıyı Yeniden Düşünmek bölümü, Kalkedon yayınları, 2012.

DAHA FAZLA