'Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı' ve güncel durum
Komünistlerin ulusal meselelere bakarken dikkate alması gereken bir tarihsel-siyasal birikim vardır. Bir ulusun kendi kaderini tayin etmek istemesi elbette meşrudur ancak komünistler her ulusal arayışı koşulsuz desteklemekle sorumlu değildir.
Yunus Başaran
Barzani yönetiminde 2 yıldır hiçbir yönetsel mekanizması işletilmeyen Güney Kürdistan’da pazartesi günü gerçekleştirilen referandum öncesi ve sonrası kendisini sosyalist solda tanımlayan hareketler deyim yerindeyse bütün notalara basarak kakafonik bir görünüm sergiledi.
Yürütülen tartışmaların dayanak noktasını Lenin’in teorize ettiği Stalin’in gelişimine katkıda bulunduğu "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı İlkesi" oluşturdu. Ahkamlar kesildi, "Marksist ulemalar” fetvalar verdi. Netice itibariyle ortaya çıkan tablo, sosyalist hareketin etki alanındaki daralma sonrası yıllardır basıncı altında kaldığı ulusalcı siyaset ve liberal tasallut arasındaki sıkışmanın bir kez daha ortaya serilmesine neden oldu.
Nedir bu ulusalcı çevrelere şirin gözükmeye çalışan kesimle, özgürlük yanılsamasını kitlelere empoze eden liberal kesim. Örneklendirelim.
Sol portalda yayınlanan yazıyı okuduğunuz anda lisede milli güvenlik dersi birden gözünüzde canlanabilir. Yazar, "Barzani'nin yaptığı referandum Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tehdit ediyormuş. Irak'ın sınırlarını değil Türkiye'ninkileri tartışıyormuşuz... Doğru. Doğru da şimdi mi aklınıza geldi?" açışıyla başladığı yazısını, "Ülkenin sınırları gerçek bir tehditle karşı karşıya kalmışken, bu tehdidin oluşmasında payı olan kimse haklı ve samimi rolü yapamaz." diyerek bitirmiş, adeta üniformasını giyip sınır hattında devriye gezmeye başlamıştır.
Marksist açıdan ulusal sorun böyle mi ele alınmalıdır? Yanıtımız tereddütsüz hayır. Nedenini sürekli öykünülen Lenin’e bırakalım: “Boşanma serbestliğini savunan bir kimseyi aile bağlarını yıkmak istemekle suçlamak ne kadar ahmakça ve ne kadar ikiyüzlüce bir davranışsa, ulusların kendi kaderlerini tayin etme özgürlüğünü savunanları da, yani ayrılma özgürlüğünü savunanları da, ayrılmaya isteklendirmeyle suçlamak, o ölçüde ahmakça ve ikiyüzlü bir davranıştır. Tıpkı burjuva toplumda, burjuva evlenme kurumunun üzerine kurulu bulunduğu ayrıcalıkların ve ahlaksızlıkların savunucuları boşanma özgürlüğüne karşı çıktıkları gibi, aynı şekilde, kapitalist devlette, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını, yani ulusların ayrılma hakkını reddetmek, egemen ulusun ayrıcalıklarını ve demokratik yöntemlere karşı polis yönetim yöntemlerini savunmaya eşittir.” (1) Bu konuda Lenin’in ekseriyetle vurguladığı olgu iki ulusun proletaryasının ortak mücadelesinin yükseltilmesidir. Birlikte hareket ederek gerek ezen gerekse de ezilen ulusların burjuvazilerinin sömürüye dayalı politikalarının teşhiriyle emekçi sınıfın eşit mücadele hattının kurulmasıdır. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı bir bağışlama ya da armağan değil, işçi sınıfının birlikteliğinin kurulması için aradaki engellerin kaldırılmasında bir yol açıcıdır. Bu noktada temel prensip büyük parçanın devrimcileri ayrılma hakkını savunurken küçük parçanın ilerici unsurları halkları birleştirmeyi kendine görev sayar. Sovyetler Birliği kurulduktan sonra, Rus Çarlığı döneminde hiçbir ulusal hakkı olmayan birçok ulusun gönüllülük ilkesiyle merkezi yönetime dahil olması verilebilecek en somut örnektir.
Ulusalcı sosa bulanmış bir kesim bunları savunurken, öte yanda liberal kafayla ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunduğunu iddia ederek özünde Wilson Prensipleri'ni savunan diğer kesim yer almaktadır.
İrfan Aktan Gazete Duvar’daki yazısında sınıfsal çıkarları, emperyalist hegemonyanın konumlanışını göz ardı ederek, baştan sona yanlış bir analojiyle tekil örnekler üzerinden Türkiye sosyalist hareketine milliyetçilik damgasını boca etmeye çalışıyor.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımak, her ulusal temelli çıkışı desteklemek zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Sözü yine Lenin’e bırakalım: "Ne var ki, kendi kaderini tayin özgürlüğü için savaşım vermeyi, hiç duraksamaksızın tanımamız, ulusal kaderi tayin etmeyi amaçlayan her isteği kesinlikle destekleme yüklenimi altına girdiğimiz anlamına gelmez. Proletaryanın partisi olarak sosyal-demokrat parti, halkların ya da ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı yerine, her ulus içindeki proletaryanın kendi kaderini tayin hakkına geçerlik kazandırmayı kesin temelli ödevi sayar. Her zaman ve hiç duraksamaksızın, bütün ulusların proletaryasının en yakın işbirliği için çalışmalıyız." (2)
Oportünistler, Lenin’i zaman-mekan bağlamından kopartarak kendilerine bükmede ustadırlar. Ulusların kendi kaderini tayini ilkesinin kapitalizm koşullarındaki yorumlanmasıyla sosyalizm koşullarında yorumlanmasının farklı olduğunu ya cehaletlerinden bilmemekte ya da oportünistliklerine kılıf uydurmak için bilinçli olarak çarpıtmaktadırlar.
Oysa ki tablo komünistler için oldukça nettir. Komünist tutum her şeyden önce anti-emperyalisttir ve emekçi sınıfların sömürüsüne dayalı hiçbir konumlanışı desteklemez ancak bu durum yukarıda da belirttiğimiz gibi halkların kaderini tayin etmesini tanımayı engellemez. Mevcut durumda emperyalizm destekli Barzani'ye payanda olmamız imkan dahilinde değildir. Çözüm kimlik siyasetine sıkışmayı aşmak, ülke ve bölge emekçilerinin ortak mücadele hattını örmekten geçmektedir. Kuşku yok ki emperyalizmin çözülüşü Ortadoğu coğrafyasından başlayacaktır. Bunun için komünistlere düşen görev slogan atmadan gerçekçi çözüm yollarını ortaya koyarak, halklar arasındaki bağları kuvvetlendirip ortak düşmanın üzerine birlikte yürümekten geçmektedir.
Bitirirken belirtmeden geçmeyelim, Lenin üzerinden ulusların kendi kaderini tayin hakkı tartışmasının yürütülmesi olumlu ve sevindiricidir lakin taraflar diğer konularda da Marksist-Leninist bakış açısını rehber edinirlerse sağlıklı sonuçlar alabileceklerdir. Aksi takdirde, konumlandıkları yerden çıkan sonuç ölü doğumdan ötesine geçmeyecektir.
(1) V.İ.Lenin Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı. sayfa:75 sol yayınları, 8. basım
(2) V.İ.Lenin Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları sayfa:12 sol yayınları 2. basım