Venezuela bağımsızlığını savunacaktır
Venezuela'nın Hollanda'daki elçiliğinde görevli bir diplomat olan Alvaro Sanchez Cordero'nun Avustralya Komünist Partisi'nin yayın organı The Guardian'da yayınlanan makalesini Muzaffer Ege Alper'in çevirisiyle okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
1999 yılında, Venezuela’da ilerici bir devrimin gerçekleşmesi ve Chavez’in başa geçmesi ile birlikte çok farklı bir ülke tasavvuru oluştu. Toplumdan dışlanan, siyasetin dışına itilen, haklarından mahrum bırakılan, sömürülen ve ayrımcılığa maruz bırakılan toplumun büyük bir kesimi en sonunda temsilci ve katılımcı ilkelere dayanan bir demokratik sürece dahil edildiler.
Bunun net sonucu; kaynaklarına tamamen hakim olan bir ulus, yeni bir anayasa, petrol gelirini daha adil ve etkin dağıtabilen ve böylece sayısız insani ve toplumsal fayda yaratan bir yönetim oldu. Bu faydaların arasında: fakirlikten çıkarılan dört milyon insan, parasız ve kolay erişilebilen sağlık ve eğitim hizmetleri, okur yazarlığın artırılması, içme suyuna erişimin kolaylaştırılması, üç milyon emekli ve yaklaşık iki milyon toplu konut gibi başlıklar sayılabilir.
Tüm bu gelişmeler yanında belirli bir bedeli de getirdi. ABD hükümeti son 18 sene boyunca kendi petrolünü kontrol eden sosyalist Venezuela hükümetini düşürmek için oldukça aktif oldu. ABD bunun için bildikleri tüm kirli oyunlara başvurdu, öyle ki hepsini sıralamak olanaksızdır. Venezuela’nın şiddete yatkın sağcı muhalefetine tam siyasi ve finansal destek verdiler. Bu destek sağcıların darbe denemelerini, burjuvazinin lokavt yapması, sokak barikatları, paramiliter terör çeteleri oluşturmak gibi aktiviteleri de içerdi.
Bugünlerde tanık olduğumuz muhalefet şiddetinin de çerçevesi böyle çizilebilir, ancak geçmişle bir fark var: artık Chavez aramızda değil. Bu fark ABD’nin hükümet karşıtı çabalarına yeni bir enerji verdi. Buna ek olarak, yürütülen şiddet kampanyası, Şili’de Allende’ye karşı yapılana benzer biçimde, ekonomik ambargo ve baskılarla desteklendiği için eskisine oranla daha etkili. Spekülatif döviz kuru oynamaları da hedefine ulaştı ve en çok da toplumun en fakir kesimini vurarak huzursuzluğu güçlendirdi.
Bilinçli biçimde yaratılan ekonomik zorlukların sonrasında, 2015 Kasım’ında muhalefet Parlemento’da çoğunluğu kazandı. Buna rağmen, bu başarının üzerine siyaseten gitmek yerine, muhalefet Maduro’yu kısa sürede, her nasıl olursa olsun, devirmek için aranışlarına devam etti. Muhalefet Parlemento’daki çoğunluğunu şiddeti daha da körüklemek için kullandı, o kadar ki Parlemento başkanı Julio Borges orduyu anayasal hükümete karşı darbe yapmak için açıkça çağırdı.
ABD destekli ekonomik savaş ve darbe çağrılarına rağmen muhalefet Maduro’yu devirmeyi başaramadı. Yurtiçi siyasetin bu başarısızlığı, muhalafeti yurtdışı aranışlara yöneltti. Bugünlerde muhalefetin stratejisi ‘artan şiddet ortamına karşı ABD’nin askeri müdahalesini istemek’ üzerine kurulu.
İşte bu noktada devreye Amerikan Devletleri Örgütü (Organisation of American States – OAS) giriyor. OAS genel sekreteri Luis Almagro, örgütün tüm ilkelerini hiçe sayarak, görev dönemini Venezuela’ya yasadışı müdahalede bulunma çabasına ayırdı. Bu OAS stratejisinin arkasındaki güç olan ABD, Venezuela’ya destek veren birçok Latin Amerika ve Karayip ülkesini açıkça tehdit etti.
ABD’den ilhamını alan OAS stratejisinin başarısızlığı tehlikeli bir kısır döngüye yol açtı: Venezuela’daki şiddet görüntüleri Almagro ve ABD’nin Venezuela’yı daha açıktan tehdit etmesine, bu da daha fazla başıbozuk şiddete neden oluyor.
Sokaktaki terör ve şiddet ortamının devamı Maduro’nun çıkarına değil, tam tersine bundan yararlanan ve şiddet ortamını sürekli körükleyen muhalefet. Bu nedenle olayları Almagro ile ABD açıklamalarına paralel olarak tek taraflı gösteren uluslararası medya, daha fazla şiddete neden olmaktan başka bir şey yapmıyor.
Son dönemdeki anket sonuçlarına göre halkın yüzde sekseninden fazlası mevcut şiddet ortamına karşı ve rejim değişikliğini istemiyor. Uluslararası medyanın bu durumu ve şiddetin gerçek kökenini bilmesine rağmen tek taraflı haberciliğe devam etmesi kabul edilemez.
Tabii ki barışçıl biçimde protesto hakkını kullanan muhalifler var. Ama bunun yanında tüm yaptıkları polisle çatışmayı ateşlemek ve kaos yaratmak olan holiganlar ve paramiliter çeteciler de var. Polis birimleri ise mümkün olduğunca insan haklarını gözeterek müdahale etmeye çalışıyor.
Kanuna açıkça karşı olanlar, gerekli cezaları alıyor. Tüm bu tehlikeli senaryoyu dikkate alarak, barış çalışmalarını güçlendirmek için başkan Maduro kurucu meclis oluşturulması çağrısı yapıyor. Bu çağrıya toplumun çok çeşitli katmanlarından destek gelmekte. Bu sürecin 1999 anayasasını ve onun toplumsal ilkelerini daha da güçlendirecek yeni gelişmelere yol açacağı umuluyor.
Venezuela’nın ABD destekli, ABD finanslı ve ABD ilhamlı sürekli terör ortamından kurtulup, barış içinde yaşama hakkı var. Venezuela egemenliğinin tanınmasını isterken, dış müdahaleleri reddediyor. Venezuela anayasal olmayan ve şiddete dayalı eylemlere katlanmayacak ve ulusal sorunların barışçıl ve diyalog yoluyla çözülmesi yönündeki ilkelerini muhafaza edecektir. Maalesef, sağ muhalefet ve ABD şiddet yolunda inat ediyor. Venezuela’daki bizlerin buna direnmekten başka çaremiz yok.
*Makalenin orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.