Volkan Şahin
Kamuda veya özel bir eğitim kurumunda dersliğe giriyorsunuz. Bir kişi karşısındakilere ders anlatıyor. Anlatıcıya “öğretmen”, dinleyenlere “öğrenci” dersiniz. Öğrenciler, öğretmenlere “hocam” diye hitap ederler. Öğretmenler de birbirlerine “hocam” der. İdareci için de, veli için de öğretmen “hocadır”.
Ancak buna rağmen sigorta primleri yatırılırken, ücretler belirlenirken veya mayıs ayında sözleşme zamanı geldiğinde öğretmenlerin homojen bir grup olmadığı ortaya çıkar. Hele hele pandemi koşullarında!
Öğretmen vardır. Uzman öğretici vardır. Usta öğretici vardır. Kadrolu öğretmen vardır. Ücretli öğretmen vardır. Belirli iş süreli sözleşmesi olan vardır. Bunların hepsi ayrı ayrı belirlenmiş alanlar içerisinde emek güçlerini satarak eğitim ve öğretim görevlerini yerine getirirler.
En temel ayrım, kamu ve özel eğitim kurumlarında çalışan öğretmenler arasındadır. Öyle sanıyorum ki özel eğitim kurumlarını düzenleyen kanundaki ifadeye yakın bir cümle kurduğumuzda garabet kendisini gösterecektir: Özel öğretim kurumlarındaki öğretmenler görev ve sorumlulukları bakımından 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na, sosyal ve özlük hakları bakımından 4857 sayılı İş Kanunu’na tabidirler.
Bu, her şeyden önce iş güvencesi, kıdem tazminatı vb. haklarının olmaması anlamına gelmektedir. Nasıl mı?
Bu kanuna göre özel okul, öğretmenle bir seneden az olmamak kaydıyla bir sözleşme imzalar. Bir süre belirtilmişse ona belirli süreli sözleşme denir. Eğer süre belirtilmeseydi, belirsiz süreli sözleşme olacaktı. İlki belirlenen süre bitince son bulur. İkincisi ise belirli şartlar oluşana kadar devam edecektir.
Özel eğitim kurumlarında “kadrolu” addedilen öğretmenler belirli süreli iş sözleşmesini imzalarlar. Bu sözleşmeler bir yıllıktır. Öğretmenlerin bu süreyi artırmayı talep etmesi ortamdaki herkesi kahkahaya boğacaktır. Bu derecede bir norm halini almıştır.
Çocuklara olumlu değerleri öğretmek, onları topluma yararlı birer insan haline getirmek vaadiyle velilerden para toplayan bazı kurumlar, yasalara aykırı olarak öğretmenlerden sözleşmelerini saklayabilmekte (imzalatırken okutmamakta); MEB’e, imzalanandan farklı sözleşmeler gönderebilmektedirler.
Özel eğitim kurumlarındaki uzman öğretici ve usta öğreticilerse, o çok sevilen gitar, piyano, satranç öğretmenleri, aynı sözleşmeye imza atarlar. Tek farkla: Ders yılının başında sözleşmeyi imzalarlar. Ders yılının sonunda istifa ederler. Bir yıl boyunca süren sözleşmenin haklarından bile tam yararlanamazlar.
Artık teamül haline gelmiş bu uygulama, öğretmenlerin güvencesiz çalıştırılmasından başka bir anlam taşımamaktadır. Sonraki sene işsiz kalma tedirginliği taşıdıkları için iş huzurları yoktur. Kurumdan kuruma değişmekle birlikte angaryalara, ekstra baskılara karşı gelememektedir. Öğretmen-öğrenci, öğretmen-veli ilişkileri öğretmenler aleyhine bozulmaktadır. Sorun giderek bir itibar sorununa dönüşmektedir: Sınıf içindeki yönetimine karışılması, verdiği notların sorgulanması gibi.
Bu durumdaki öğretmenlerin örgütlenip sorunlarına çözüm bulmalarını bekleriz. Ancak zaten aynı durumdan ötürü öğretmenler örgütlenmekten çekinmektedirler. Buraya geleceğiz. Önce küçük bir pandemi parantezi açalım.
Hemen bütün öğretmenler için -ama tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan güvencesizlik nedeniyle daha çok özel okul öğretmenleri için- uzaktan eğitim, uyku dışındaki süreleri kapsayan bir mesai anlamına gelmektedir. Öğretmenler ders saatleri dışında da idarenin ve velilerin taleplerini karşılamaya çalışmaktadırlar.
Kamu ve özelde çalışan ücretli öğretmenler, uzman ve usta öğreticilerin pandemi boyunca işsiz kaldıkları, hiçbir haktan yararlanamadıkları da kayda geçsin.
Kamudaki ve özeldeki öğretmenlerin ayrı yasalara tabi olmaları sendikal örgütlenmede de bir ayrımı beraberinde getirmektedir. Bir özel okul öğretmeni Eğitim-Sen’e üye olamaz. Ancak DİSK’e bağlı Sosyal-İş’e üye olabilir. Öğretmenlerin sendikalar bazındaki bölünmeleri de bizatihi devlet tarafından sendika yasasıyla kabul edilen amaçları, birlik halinde yerine getirmelerini engellemektedir.
Ne ki yazı boyunca vurgulanan güvencesizliğin örgütlenmenin önündeki asıl engel olduğu açıktır. Kurumun sözleşme sonuna kadar dişini sıkması yeterlidir.
Öğretmenlerin içinde bulundukları durumun vahameti karşısında çaresiz olmadıklarını hatırlatmak gerekir. Sendikalar dışında da alternatif örgütlenme modelleri mevcuttur. Bu yazının konusu olmayan hak ihlallerinde birbirlerine omuz verdikleri, sendikalarla ilgili kanunlarda belirtildiği gibi “ortak ekonomik ve sosyal hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için” bir araya geldikleri bir dayanışma ağları var: Öğretmen Dayanışması. Özel okul öğretmenleri, sorunlarının çözümü için ülke çapında ağlar kurmaktalar. Öğretmen Dayanışması, tüm sosyal ve psikolojik şartların güvencesizlik belirlenimli olduğu çalışma hayatına önemli bir müdahale olarak değerlendirilmelidir.
Yalnız bütün görev öğretmenlere düşmemektedir. Bunu belirtelim. Özellikle sol duyarlıklı velilerin dikkatini bu sorunun odağına çekmek isterim.
Her özel okul, patron çocuklarını yetiştirmez. Öğretmenlerle aynı sosyal, sınıfsal konumu paylaşan veliler çoğunluktadır. Ya da her özel eğitim kurumu özel ilkokul, ortaokul, lise değildir; dershaneler, müzik-dans-sanat kursları da özel eğitim kurumlarıdır. Bu yüzden bu yazıyı okuyan her velinin öğretmenlerin içinde yaşadıkları cendereyi doğru anlaması gerekmektedir.
Tüm bu sistem, özel eğitim kurumlarının patronları daha fazla kâr etsin diyedir. Sizin yaptığınız ödemenin en verimli karşılığı ancak ve ancak mutlu ve huzurlu öğretmenler tarafından verilebilir. Bunun için de patronların biraz daha az kâr etmesi gerekmektedir. Öğretmenlerin daha çok çalışması, patronunun daha fazla kâr etmesi demektir. Örneğin gecenin bir yarısı çocuğunuzun durumu için aradığınız öğretmen, kurumu namına size “iyi hizmet” veriyor olabilir. Ancak kendi için ayırdığı süreden feragat etmiş olur. Siz de ertesi gün aynı öğretmenden sınıf içinde iyi bir performans beklediğinizde patronuyla aynı safa geçmiş olursunuz.
Veliler öncelikle Öğretmen Dayanışması, Eğitim-Sen, Sosyal-İş gibi kurumların çalışmalarını destekleyebilir ve sorunların çözülmesi için etkinliklere katılabilirler. Daha özel hallerde okul idarelerine karşı öğretmenlerin yanında olabilirler.
Yazının başında belirttiğim soruna bir çözüm önermeden bitirmeyelim.
Öğretmenlerin de velilerin de birincil talebinin, öğretmenler arasındaki yasal farkların ortadan kaldırılması olması gerektiğini düşünüyorum: Eğitim ve öğretim faaliyeti içinde emek gücünü satan kişiler öğretmen kabul edilmeli ve şimdilik görece daha iyi olan kamudaki öğretmenlerle eşit sosyal ve özlük haklarına kavuşmalılar.
Kim bilir? Belki herkesin şikâyet ettiği eğitim sistemi de buradan düzelmeye başlar.