Volkan Şahin yazdı | Sanatçı ehlileştirme yöntemi olarak: Ödül-ceza
Nihal Yalçın kuşkusuz çok önemli bir ödül aldı. Yaşanan bu olay filmin de önüne geçti. Ancak neyse ki kamuoyu kendisine sahip çıktı ve Nihal’in aynı gecenin sonunda attığı tweetteki endişesi gerçekleşmedi: Tamer Karadağlı, Nihal Yalçın’ın önüne geçemedi.
Volkan Şahin
Bu yıl düzenlenen 58. Altın Portakal Film Festivali’nde komedi filmlerinde rastlanabilecek türden bir olay gerçekleşti. En İyi Kadın Oyuncu seçilen Nihal Yalçın, heyecandan ödülünü almadan konuşmaya geçti. Kendisine ödülü verip sahneden ayrılamayan, daha doğrusu kaçamayan Tamer Karadağlı’nın sıkıntılı hali jest ve mimiklerine yansıdı. Konuşmayı kesmek için ödülü verdi. Nihal Yalçın “susturuyor musunuz” diye sorduğunda Karadağlı “ödülle konuşun” diye kazı çevirdi. Bu olayı izlemeyen yoktur.
Nihal Yalçın kuşkusuz çok önemli bir ödül aldı. Yaşanan bu olay filmin de önüne geçti. Ancak neyse ki kamuoyu kendisine sahip çıktı ve Nihal’in aynı gecenin sonunda attığı tweetteki endişesi gerçekleşmedi: Tamer Karadağlı, Nihal Yalçın’ın önüne geçemedi.
Bunu Tamer Karadağlı’nın bugün katıldığı bir magazin programında yaptığı açıklamalardan anlıyoruz. Elbette sahnede aynı görüşü paylaşmadığı bir insanın konuşmasını incelikle, sabırla, şakayla geçiştirememiş bir kişiden bambaşka bir davranış beklemek saflık olurdu. Ancak konuyu geçiştirmemesi ve Nihal Yalçın’ı hedef gösterecek bir konuşma yapması başka bir ibretlik olay olarak gerçekleşti.
Tamer Karadağlı telefonla katıldığı programda aşağı yukarı şunları söyledi: “Hanımefendi 'Selahattin Demirtaş'a özgürlük' yazmış. Buldan, Kaftancıoğlu ona sahip çıkıyor. Benim duruşum da belli olan bir duruş. PKK'nın terör örgütü olduğuna inanan insanım. Onlara sormak lazım. Öcalan'ın terörist başı olduğunu söyleyebiliyor musunuz diye.” Stüdyoda bulunan magazinciler, konuşma boyunca başlarıyla onayladıktan sonra şu bildik sözü söylediler: “Sanat her şeyin üstündedir. Sanat politikanın üstündedir.”
Tam bir faşizm klişesi.
Tamer Karadağlı, Selahattin Demirtaş, Pervin Buldan ve Canan Kaftancıoğlu gibi kişileri bir araya getirip mantıksal bir sonuç olarak terörizme varıyor. Aslında burada burjuva hukukuna göre bile bir suç işliyor. Suçu bir kenara bırakalım. “Duruşu belli bir insanım” derken politik bir tutumu olduğunu itiraf ediyor zaten. Kullandığı argümanlar da belli bir ideolojinin çıktısıdır. Açıkça politik bir tutumdur. Karşısındakini de belli bir politik kümeye konumlandırmıştır.
Magazinciler için hukuk ve basın etiği hak getire! Bu konuşmayı onaylamışlardır. Kendileri de aynı politik tutuma sahip olduklarını göstermişlerdir. Bu sonuca varmaya hakkımız var. Çünkü konuşmacı uyarılmamıştır. Konuşmaya konu olan Nihal Yalçın’ın hedef gösterilmesine sahip çıkmışlardır. Tamer Karadağlı’nın konuşmasını “sanat her şeyin üstündedir” diyerek meşrulaştırmışlardır.
Nihal Yalçın politik bir figür değildir. Duyarlı bir insandır. Demirtaş’ın haksız yere içeride tutulmasına ses çıkarmıştır. Ödül alırken İstanbul Sözleşmesini hatırlatmak istemiştir. Böyledir böyle olmasına da… Faşizm için bir sanatçının bu kadarcık olsun ses çıkarması büyük bir tehlikedir. Acaba Yalçın toplumda hâkim olan bir görüşü mü seslendirmiştir, yoksa topluma mı seslenmiştir? Buna onlar dertlensin.
Klişeye klişeyle cevap verelim: Biz bu filmi defalarca gördük. Ülke tarihi boyunca toplumun dertleriyle dertlenmiş, bunlara derman bulmaya çalışmış aydınlar, sanatçılar çeşitli baskılara maruz kalmışlardır. Öldürülmüşler, tutsak edilmişler, sürgüne yollanmışlar, işkenceler görmüşler, komplolara uğramışlar, en demokratik ortamlarda ise işsizliği, yoksul bir hayatı tatmışlardır.
Tüm bu acı verici öykünün sloganı ise şudur: “Sanat her şeyin üstündedir.”
İnsan düşünmeden edemiyor: Bu kurala uymuyoruz diye neden öldürülmek zorundayız? Önerme ile olası sonuçları arasındaki bu dengesizliğin nedeni ne olabilir?
Tabii ki önermenin bir yalandan ibaret olması.
Sanatın “politika” kelimesinin kökenindeki polis’e, yani kente/devlete/kamuya ait olduğunu tarihsel ve kuramsal olarak anlatırsak iş uzar. Politika, kabaca kent yaşamının, bizim bugün anlayacağımız şekliye toplumsal yaşamın düzenlenmesine yönelik bir kurumdur. Sanatsa bireylerin değil, toplumların ortak ürünüdür. Her sanat eseri mecburen toplumsaldır. Toplumculukla toplumsalı birbirine karıştıranlar anlamakta güçlük çekebilirler. Sanat eserleri bir ölçüde sanatçıların içinde bulundukları toplumsal yapının, toplumsal yapı içerisinde bulundukları yerin, ulusal kültürün vs. dolayımıdır. Böylece sanatçı kendisi tam olarak öyle istemese de eserleri politik göndermelere sahip olabilir.
Buradan yola çıkarak sanatçıların tarafsız olmaları gerektiğini söylemiyoruz. Bilakis her sanatçı zorunlu olarak bir taraf seçmiştir. Bir taraftaki bunu “tarafsızlıkla” açıklamaktadır. O kadar.
Şayet sermaye düzeninin, onun yönetim aygıtı olan devletin, patronların, patronların temsilcilerinin tarafındaysanız, egemen ideolojiyi benimsemişseniz, “belli bir duruşunuz” varsa makbulsünüz. Bu sınırlar içerisinde ürettiğiniz, söylediğiniz her şey kabul görür.
Şayet sermaye düzenine, devletin yarattığı haksızlıklara karşıysanız, patronlar ve temsilcileri yerine emekçileri dost biliyorsanız, egemen ideolojiyi reddetmişseniz, tam karşıda duruyorsanız maktulsünüz. Ne siz sanatçısınız, ne de ürettikleriniz sanat!
Mesele Nihal Yalçın, Tamer Karadağlı meselesi değil. Karadağlı iki gün sonra özür de dileyebilir. Bilemiyoruz. Ortada toplumsal bir sorun var. Bunu görmezden gelirsek, geçiştirirsek işler “magazinel” olmaktan çıkabilir.
Bu apaçık politik saldırı karşısında alınacak tutum da apaçık politik olmalıdır. “Sanat her şeyin üstündedir” gibi ucube bir önermeye sığınıp tarafsız kalamaz kimse.
Toplumun sorunlarına, dertlerine, özlemlerine yer veren daha çok eser üretmeliyiz.