Yaratıcı ve Devrimci: The Last Internationale

Yaratıcı ve Devrimci: The Last Internationale

İsmini, Enternasyonal marşından aldığını hiç saklamıyor bu New York menşeili rock trio’su. Hatta marşın müzikleri ile yapmaya çalıştıklarına aciliyet duygusu kattığını söylüyorlar. Bu noktada kendi adıma bir itirafta bulunmam gerekiyor. Yıllardır çeşitli toplantılarda ve gösterilerde Enternasyonal marşını okuyanları (ki ben de okuyanlardan biri olarak bundan azade değilim) gözlemlediğimde dikkatimi çeken nokta, marşın ‘iman tazelemek’ten öteye gitmemesiydi. Buna karşılık, aciliyet duygusunun ise neredeyse unutulmuş olmasıydı. Oysa, The Last Internationale’ın ‘aciliyet’ duygusuna yaptığı vurgunun bir devrimci için oldukça anlamlı olduğunu söylemem gerekir. Belki de ‘sosyalizmin güncelliği’ denilen şey, iman tazelemek ile aciliyetin diyalektik bütünlüğüdür.

Dünyanın içinde bulunduğu ahval ve şerait, müziğin de giderek politikleşmesine imkan veriyor. Yanlış anlaşılmasın, politik müzik denildiğinde kötü örneklerine ne yazık ki ülkemizde sıkça rastladığımız ajit-proptan bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz tam da zamanımızın politik iklimine uygun bir biçimde, müziğin çeşitli formları arasındaki geçişkenliğin ekletizme kurban edilmemesidir. Denilebilir ki söz, bu geçişkenliği sağlayan harç işlevi görür. İki cami arasında binamaz değiliz ve sözsüz müziğin devrimci örneklerine meftunuz. O sebeple tarafımız belli.

Velhasıl, sözlü-sözsüz ayrımı bir noktadan sonra anlamsız hale geliyor ve bu nokta da The Last Internationale üzeri ‘şimdilik’ küllenmiş ama içten içe yanmaya devam eden politik müziğin didaktizm ile sakatlanması diyebileceğimiz ‘derin bir tartışma’yı alevlendirme ihtimali taşıyor. Bu ‘derin tartışma’ya girmeden sadece bir  konuya değinelim. Kabul etmek gerekiyor ki, müzikte politik olanın didaktik olmadan yer bulabilmesi oldukça güç. Lakin, günümüzde odaklanılması gereken nokta, politik olan ile politikleşen arasındaki ayrımda gizli sanırım. Politik olan bir yapıya, bir forma işaret eder. Politikleşen ise bir forma girme çabasına, arayışa dolayısıyla hareket halinde olana işaret eder. Dolayısıyla, politikleşenin bürüneceği form, onu politikleştiren ile gireceği diyalektik ilişkinin belirlenimindedir. Buradan hareketle, politik müziğin ritm duygusunu sakat bırakan didaktizminin yerine, hareket halinde olanın arayışıcılığının beslediği ritme kapı açmak gerekiyor günümüzde. İşte The Last Internationale’ın müziği buna kulak kabartmayı öneriyor. Ve bunu da ritme sokan ve hareketlendiren bir biçimde yapmayı deniyor.

Lafı fazla dolandırmadan The Last Internationle ile tanıştıralım artık sevgili okuru.

İsmini, Enternasyonal marşından aldığını hiç saklamıyor bu New York menşeili rock trio’su. Hatta marşın müzikleri ile yapmaya çalıştıklarına aciliyet duygusu kattığını söylüyorlar. Bu noktada kendi adıma bir itirafta bulunmam gerekiyor. Yıllardır çeşitli toplantılarda ve gösterilerde Enternasyonal marşını okuyanları (ki ben de okuyanlardan biri olarak bundan azade değilim) gözlemlediğimde dikkatimi çeken nokta, marşın ‘iman tazelemek’ten öteye gitmemesiydi. Buna karşılık, aciliyet duygusunun ise neredeyse unutulmuş olmasıydı. Oysa, The Last Internationale’ın ‘aciliyet’ duygusuna yaptığı vurgunun bir devrimci için oldukça anlamlı olduğunu söylemem gerekir. Belki de ‘sosyalizmin güncelliği’ denilen şey, iman tazelemek ile aciliyetin diyalektik bütünlüğüdür.

Devrimci birer militan olarak görülmekten asla imtina etmiyor grup üyeleri. Müzik piyasası içinde hakim network’a dahil olup da politik angajmanı bir ayak bağı olarak gören ‘popüler solcu’ müzisyenlerin yarattığı hayal kırıklığı, onları ayakları yere basan bir noktaya getirmiş. Bunu bir söyleşide söyledikleri, ‘’… bir kişinin eylemlerinin kim olduklarını tanımladığına inanıyoruz. Devrimci söylemi olan çok fazla insanla tanıştık, ancak tamamen yaşam tarzlarıyla çelişkili yaşıyorlar.’’ cümlesinde görebiliyoruz. Bu cümleyi okuduktan sonra, ‘Yenikapı Ruhu’ için besteler yapan ‘solcu müzisyenler’ aklımıza geliyor ve ister istemez bir gülümsemeye neden oluyor.

Politik angajmanın yaratıcılığı öldürdüğüne dair genel kanı ile de bayağı bir dertleri var. Sanat ve siyaset arasındaki ayrımın günümüzde hayli geçirgenleştiğini, dolayısyla da politik angajmanın sanılanın aksine yaratıcılığı besleme ihtimalinin eski dönemlere nazaran çok daha fazla olduğunu iddia ediyorlar. Politik angajmansızlığın güvenli sularında üretilen müziğin, ruhsuzluk, sıkıcılık ve ilham veremememekle mürekkep olduğunu söylüyorlar. Haksız olduklarını söylemeyiz. Ayrıca güvenli sularda yapılan müziğin, giderek grotesk bir hal alan eşitsizliğin ve adaletsizliğin dünyadaki hükümranlığını onaylamak olduğunu duymak bile grubu loop’a almak için yeterli bir neden.

2009’dan beri üç albüm yayımladı The Last Internationale. Üç albümde de birbirinin tekrarı değil; hard rock, alternatif metal, alternatif rock, post-grunge, blues rock arasında gezinmekle yetinmeyip onları içererek aşan ve yeniyi keşfetmeye  çağıran (bir kez daha yaşasın DİYALEKTİK!) bir müzikal yolculuk. Ama bu yolculuğun eşiği nedir diye soracak olursanız, 2013’te yayımlanan ve ismini ABD’li ‘’Devrimci Siyahi İşçiler Birliği’’nin tarihini anlatan Detroit, I Do Mind Dying (Detroit, Ölmek İsterim) adlı kitaptan esinlenerek koydukları New York, I Do Mind Dying  isimli EP olduğunu söylemeliyim. Joe L. Carter’ın Please Mr. Foreman (Lütfen Ustabaşı) adlı şarkısının, "Lütfen ustabaşı montaj hattını yavaşlat/Lütfen usta başı montaj hattını yavaşlat/biliyorsun çalışmaktan korkmam/ama ben ölüyorum." sözleri ile 2013 yılında dinleyici ile buluşan bu EP, blues müziğine bir saygı duruşuydu ve blues’un isyancı köklerine geri dönüş çağrısıydı.

Elbette söz konusu müzik piyasası olduğunda hele ki, The Last Internationale gibi gruplardan bahsediyorsak, müziklerini geniş kitlelere duyurmanın zorlu bir mücadele süreci olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Dayanışma, bu açıdan The Last Internationale için oldukça önem verilmesi gereken bir olgu. Rage Against The Machine’den yetişme ve günümüzün Woody Guthrie’si olmaya doğru emin adımlarla ilerleyen Tom Morello grubun bu zor mücadelelerinde yoldaşlık ediyor. Bu yoldaşlık ve dayanışma hakim müzik tekellerinin karşısında Fireband gibi oluşumların doğmasına neden oluyor.

Trump’ın seçilmesiyle birlikte, dünyanın nereye doğru evrileceğine ilişkin ‘kafalar karışık’ olsa da, The Last Internationale, Trump’ın politik tanımlamasını yumuşatmaya dönük kullanılan popülizm söylemine pek kulak asmıyor. Trump onlar için faşist bir pislik. Faşizme karşı mücadele etmenin en temel görev olduğunu bu görevi yerine getirmenin sadece  müzik ile olmayacağını konserleri, dans pistlerini politikleştirip birer eylem alanına çevirmekten ve sokakla bağını asla kaybetmemekten geçtiğini söylüyor. Bunun en güzel örneğini, yayınlandığı günden bu yana ABD’de 1 Mayıs Marşı haline gelen WORKERS OF THE WORLD- UNITE! (Dünyanın Bütün İşçileri Birleşin!) ile görüyoruz.

https://www.youtube.com/watch?v=dgaJb0lQJ84

Bitirirken, yeni albüm yakında. Önceki albümler gibi yeni albümünde de devrimci çoşkunun ve neşenin izini süreceğine eminiz. Didaktizm batağından uzaklaşarak iyi ve politik müzik dinlemek isteyenlere yeni çıkacak albümleri de dahil olmak üzere günde bir kaç doz The Last Internationale öneririz. 

DAHA FAZLA