Yaşam savunması
Bu vesileyle bir kez daha, toplumsal ve siyasal muhalefeti, özellikle de sol-sosyalist partileri ve emek-meslek örgütlerini Kobani-Kumpas davasına karşı birlikte mücadeleye çağırıyorum. Tıpkı 2014’te tüm demokratik kesimlerin IŞİD’e karşı birleşmesi gibi, bugün de ortak savunmayı örmeye çağırıyorum.
Alp Altınörs
Kobani-Kumpas Davası’nda Esas Hakkındaki savunmamı yapmaya, tutuklanmamızın 3. yıldönümünde, 2 Ekim günü başladım. Bu üç yılda biriktirdiğim sözleri, diretmişliğimizi, adalete susamışlığımızı ve ille de “özgürlüğe” tutkumuzu yoğurarak hazırladığım bu savunmayı üç günde sundum.
Savunmamın başlığı “Bir Tivitten Müebbet Hapis Çıkartmaya Çalışan Karanlığa Karşı YAŞAM SAVUNMASI” idi. Yine yaşamı savunduk. Tıpkı 6 Ekim 2014 akşamında IŞİD soykırımına karşı Kobani halkının yaşamını savunduğumuz gibi. Dokuz yıl önce IŞİD terörüne karşı bu çağrımız, bugün savcının müebbet hapis talebinin yegâne dayanağı. Savcı, ömrümüze el koymaya çalışıyor.
Üç satırlık bir tivit:
“Şu anda toplantı halinde olan HDP MYK’dan halklarımıza acil çağrı: Kobani’de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobani’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz.”
İşte sözüm ona “müebbetlik” tivit, bu! IŞİD’e karşı harekete geçme ve hükümetin izlediği yanlış politikayı protesto etme çağrısı. IŞİD şehri ele geçirirse yaşanması kaçınılmaz olan bir soykırımı engelleme çabası. Nihayetinde, AİHM’in de tescillediği üzere, siyasi ifade sınırları içerisinde, bir demokratik protesto çağrısı.
Peki, bu çağrı gerekçesiz mi? Duru gökyüzünde çakan bir şimşek mi? HDP durup dururken, ortada gerçekten acil bir durum yokken mi bu çağrıyı yapmış? Savcının iddia ettiği gibi, Kobani sadece bir bahane mi?
İşte bu iddianın karşısında, işe, önce IŞİD’in Ezidi Soykırımını anlatarak başladım. Belgeleriyle. Tanıklarıyla. Hatta resimleriyle. Ağustos 2014’te Irak’ın Şengal bölgesinde Ezidilerin IŞİD tarafından nasıl katledildiğini, kadınların ve kız çocuklarının nasıl kaçırılıp cariye yapıldığını, erkek çocuklarının nasıl beyinleri yıkanarak IŞİD militanı yapıldığını anlattım.1 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin Ezidi Soykırımını tanıyan raporunda geniş çeviriler sundum. Almanya mahkemesinin ilk kez bir IŞİD’ciye “soykırım” suçundan verdiği cezayı aktardım. Hatta, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Dini İstismar ve Tedhiş Hareketi DEAŞ” adlı kitabından da Ezidi Soykırımı’na dair saptamalar aktardım. Avrupa Konseyi’nin tüm üyelerini Ezidi Soykırımı’nı tanımaya çağıran 2017 tarihli kararına gönderme yaptım. Kısacası IŞİD’in soykırımını yadsınamaz belgelerle sergiledim.
IŞİD’in Musul’da, Telefer’de yaptığı katliamları da yine belgeleriyle aktardım. Savcı bütün bunları gizlemişti. Dosyada IŞİD’in soykırımlarına, katliamlarına dair tek bir satır bulmak mümkün değil. Hatta savcı IŞİD’i “terör örgütü” olarak da görmüyor.
IŞİD’in Ezidi Soykırımı, 3 Ağustos 2014’te başladı. Bunun hemen ardından 13 Eylül’de ise IŞİD Kobani’ye saldırıya geçti. Neredeyse düzenli bir orduyla. Tanklarıyla, zırhlı araçlarıyla, toplarıyla, iyi donatılmış on binlerce askeri ile. İşte 6 Ekim 2014, böyle bir soykırım örgütünün Kobani’yi çepeçevre kuşattığı, Mürşitpınar Sınır Kapısı’nı da ele geçirdiği, somut bir soykırım tehdidinin ortaya çıktığı tarihtir. Hakikaten de “Kobani’de durum son derece kritiktir.” HDP, suçlandığımız çağrıyı bu şartlar altında, yaşamı savunmak ve soykırımı engellemek için yapmıştır. Tıpkı aynı gün benzer çağrıları yapan sol-sosyalist partiler HTKP, KP, ÖDP, Halkevleri, EMEP, ESP, SYKP, SDP, TÖP, Kaldıraç ve hatta CHP Gençlik Kolları gibi. Tıpkı “IŞİD’i Durduralım, Kobani’ye Sahip Çıkalım” çağrısını yapan emek ve meslek örgütleri DİSK, KESK, TMMOB VE TTB gibi. Bunların tümünü savunmamda aktardım.
HDP’nin 6 Ekim çağrısının meşru bir gerekçeye dayandığını gösteren çok sayıda başka olgu da var. Örneğin BM Genel Sekreteri Ban-Ki-Moon da, 7 Ekim sabahında, yani neredeyse HDP ile eş zamanlı olarak “Kobani için acil eylem çağrısı” yapmış. Soykırım tehlikesine dikkat çekerek, “elinden bir şey gelen herkesi” harekete geçmeye çağırmış.
BM Suriye Özel Temsilcisi Stefan de Mistura da 7 Ekim sabahında Kobani için “acil eylem çağrısı” yapmış. Yetinmemiş, aynı konuda hem 8 Ekim’de hem de 10 Ekim’de yine açıklama yapmış. 10 Ekim’de Mistura, Kobani’de soykırımın önlenmesi için Türkiye hükümetini “gönüllülerin ekipmanlarıyla geçebilmeleri için sınırlarını açmaya” çağırmış. Aynı çağrıyı 20 Ekim’de Avrupa Birliği de yapmış. ABD, Almanya, Fransa, İran, Suriye Kobani için açıklamalar yapmış. Obama, Erdoğan’ı arayarak Kobani’de soykırımın nasıl engellenebileceğini görüşmüş. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu (9 Ekim) ve TÜSİAD da (10 Ekim) hükümete Kobani için harekete geçme çağrıları yapmış.
Gerek milyonlarca yurttaşın katıldığı demokratik protestoların etkisiyle, gerekse uluslararası kuruluşlardan gelen taleplerin basıncıyla AKP hükümeti de politikasını değiştirmek durumunda kaldı. Obama-Erdoğan telefon görüşmesinde mutabık kalındığı üzere, ağır silahlı peşmerge güçleri 29 Ekim 2014’te Habur sınır kapısından giderek Kobani’ye geçti. Aynı gün Türkiye’nin eğitip-donattığı az sayıdaki ÖSO birliği de Kobani’ye girdi. Bu destek güçlerin ulaşmasıyla Kobani’nin yalnızlığı kırılmış oldu. Denge Kobani halkından yana değişti. Nihayetinde Kobani’de IŞİD kuşatması 26 Ocak 2015’te kırıldı. Bu IŞİD’in ilk yenilgisi oldu. IŞİD’in korku imparatorluğu çökmeye başladı. En önemlisi bir soykırım önlendi.
Aradan yıllar geçtikten sonra, 6 Ekim’de twitter’dan yaptığımız demokratik protesto çağrısı bahane edilerek bizler hapsedildik. Oysa, aktardığım olay akışından da açıkça görüldüğü üzere, HDP’nin çağrısı meşru bir gerekçeye dayanıyordu. HDP soykırım tehdidini önlemek üzere harekete geçen Büyük İnsanlık ailesiyle birlikte hareket etmiştir.
İşte bizler, 3 yıldır, sözümüzden dönmediğimiz, IŞİD’e karşı yapılan bu çağrıyı savunduğumuz için hapisteyiz. 7 ve 8 Ekim günlerinde yaşanan kimi şiddet olaylarının bu tivitin sonucu olduğu iddia edildi. Oysa AİHM, iki ayrı karar ile (Demirtaş no.2 ve Yüksekdağ kararları) HDP çağrılarının siyasi ifade sınırları içinde kaldığını, şiddete çağrı içermediğini ve yaşanan şiddet olayları ile illiyet (nedensellik) bağı bulunmadığını tescilledi. Buna rağmen ısrarla içeride tutuluyoruz!..
Sadece bu iki AİHM karaları da değil… Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin tüm üye devletleri IŞİD’in olası yeni insanlık suçlarına karşı “harekete geçmeye çağırdığı” 15 Ağustos 2014 tarihli 2170 sayılı kararı da çağrımıza hukuki dayanak oluşturmaktadır. Yine Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 2 Ekim 2014 tarihli, üye devletleri (bunlar içinde Türkiye’yi de) Kobani’deki soykırım tehlikesine karşı harekete geçmeye çağırdığı kararı da çağrımızın bir diğer dayanağıdır. Hakeza, TBMM’nin 2 Ekim 2014’te BMGK’nın 2170 ve 2178 sayılı kararlarına dayanarak çıkardığı Suriye tezkeresi de (IŞİD’e karşı mücadele yönüyle) çağrımıza dayanak oluşturmaktadır. Bu tezkere, IŞİD’e karşı mücadeleyi “ulusal bir görev” ilan etmiştir. Dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, tezkereyi sunarken yaptığı konuşmada IŞİD’i Türkiye’nin güvenliğine yönelik “yakın ve doğrudan bir tehdit” olarak tanımlamıştır. Milli Savunma Bakanı’nın bunu söylediği günlerde bizim IŞİD’e karşı yaptığımız bir twitter çağrısı “ülkeyi zor yoluyla bölmek” ithamına konu edilmektedir!
Eğer tarihsel bir yargılama yapılacaksa, o dönemin şartları içerisinde yapılmalıdır. Savcılık ise yukarıda anlattığımız bütün tarihsel gerçekleri yok saymakta, tarihi çarpıtmaktadır. IŞİD’i yok saymakta, soykırımlarını gizlemekte, o dönemde Türkiye’de ve dünyada IŞİD katliamlarını önlemek için ne çok aktörün harekete geçtiğini saklamaktadır. Savcılığın bu davada özel bir politik amaç güttüğü açıktır. Bir ceza yargılamasının özgün amaçlarını değil, siyasi bir ajandayı takip etmektedir. Böylece ifade özgürlüğü kapsamındaki bir tivitten cinayet suçlaması çıkartarak bir siyasi partiyi boğmaya, faaliyetlerini engellemeye çalışmaktadır.
Medyada iktidar eliyle estirilen linç kampanyasına aldanmayınız. Bu bir cinayet davası değil, fikir ve ifade özgürlüğü davasıdır. IŞİD’e karşı yapılan bir çağrının cezalandırılıp IŞİD’in aklanmak istendiği bir davadır.
Bazen düşünüyorum… Hukuken de siyaseten de bu denli haklı olduğumuz bir davada, nasıl oluyor da 3 yıldır bizleri içeride tutulabiliyorlar, sorusu aklıma takılıyor. Sanki etrafımıza buzdan duvarlar örülmüş… Mahkeme salonunda söylediklerimiz bu buzdan duvarlara çarpıp bize geri dönüyor. Savunma, toplumsallaşamıyor. Oysa iktidar partisinin bu davayla ilgili yalanları medya aracılığıyla sürekli topluma pompalanıyor.
Bu yazıyı yazma ilhamını bana veren, TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın 10 Ekim günü yayınladığı videoda, https://x.com/erkbas/status/1711836834613825751?s=2 Kobani-Kumpas Davası’nın özünü teşhir ederek, yaptığım savunmaya atıfla dile getirdiği; “tüm yurttaşlarımızdan o savunmayı okumalarını rica ediyorum” çağrısı oldu. Belki tüm yurttaşlarımızın 137 sayfalık bu hacimli savunmayı okuma şansı olmayabilir düşüncesiyle, bu kısa özeti hazırladım.
Erkan Baş’ın “Özgürlük Yürüyüşü”nün bir günü, IŞİD tarafından 10 Ekim’de Ankara’da katledilen Barış Mitingi katılımcılarına ayırmasını ve buradan Kobani-Kumpas Davası’nın özünde IŞİD’e karşı yapılan bir çağrının cezalandırılması olduğunu teşhir etmesini değerli görüyorum.
Yine, 2 Ekim günü ve devamında Sincan Cezaevi Adliyesi’ne gelerek bizlere destek veren, başta Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk, ESP Eş Genel Başkanı Özlem Gümüştaş, TÖP eski Sözcüsü ve YSP Milletvekili Perihan Koca, önceki dönem HDP Milletvekili Murat Çepni, YSP Milletvekilleri Tuncer Bakırhan, Ömer Öcalan, Öznur Bartın, George Aslan, Ömer Faruk Hülakü, Serhat Eren, Zeki İrmez, Zeynep Oduncu, Sebahat Erdoğan, Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, Beritan Güneş, ESP PM üyesi Soner Çiçek ve TÖP temsilcisi Hasan Durkal olmak üzere tüm dostlara ve yoldaşlara, sergiledikleri dayanışmadan ötürü teşekkürü bir borç biliyorum.
Bu vesileyle bir kez daha, toplumsal ve siyasal muhalefeti, özellikle de sol-sosyalist partileri ve emek-meslek örgütlerini Kobani-Kumpas davasına karşı birlikte mücadeleye çağırıyorum. Tıpkı 2014’te tüm demokratik kesimlerin IŞİD’e karşı birleşmesi gibi, bugün de ortak savunmayı örmeye çağırıyorum. Bu dava, dört duvar arasına sıkıştırılamayacak kadar önemlidir. Kobani-Kumpasını hep birlikte boşa çıkartalım.
1. Savunmamın ilk gününe dair detaylı bilgiyi Derya Okatan’ın “Kısa Dalga” sitesinde yayınlanan haberinden okuyabilirsiniz.