Yeni dönem, yeni ihtiyaçlar ve TİP’in stratejisi

Yeni dönem, yeni ihtiyaçlar ve TİP’in stratejisi

Önümüzdeki dönemin aslında çok da yeni olmayan ihtiyacı, toplumsal mücadele alanlarının güçlendirilerek kitlesel sosyalist partiyle buluşmasıdır.

Burak Çetiner

Bu yazı, seçimlerin hemen ertesinde Laborans’ta yayınlanan “Sosyalistler 14 Mayıs’tan Ne Çıkarmalı?” başlıklı yazının bir devamı niteliğinde, daha doğru bir ifadeyle o yazıda değinilip geçilen konuların biraz daha derinlemesine incelenmesi olarak görülebilir. [1] Laborans’ta yer alan seçim değerlendirmesinde şu tespiti yapmıştık: ”Bütün bu tablodan çıkarabileceğimiz tek bir sonuç olduğuna inanıyoruz; Sosyal hareketler olmadan seçmen davranışlarında ve siyasi tabloda ciddi ve kalıcı bir değişiklik mümkün olmuyor” Benzer bir vurguyu Can Soyer’in yazısındaki şu ifadelerde de görmek mümkün: “…radikal muhalefetin kendi değerlerini eskiyi değil yeniyi temsil eder bir içerik ve tarzla toplumsallaştırmasının, buna yaslanan bir siyasal mücadele programının etkinliğiyle bir tür ‘hegemonya’ inşa etmesinin hem gerekliliğini hem de bu inşa edilemediği takdirde iktidar blokunun çözülmesine bir katkı koyamadığını gördük.” [2]

Ancak, her iki yazıda da toplumsal mücadele dinamiklerinin nasıl geliştirileceği ve örgütleneceğine dair derli toplu bir stratejinin ve atılacak öncelikli adımların yeterince tartışılmadığını söyleyebiliriz. Tabii ki bu tartışmayı siyasal bir öznenin merkezinde yer aldığı bir bağlamda sürdürmek gerekiyor. Burada bahsettiğimiz özne ise bir bütün olarak Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer alan sosyalist yapılar ve özelinde ise Türkiye İşçi Partisi’dir. Kitlesel bir sosyalist partinin toplumda kalıcı bir dönüşüm yaratması için üstlenmesi gereken görevleri somutlamaya ve bütünlüklü bir strateji tartışması açmaya çalışacağız. Bunu yapabilmek için TİP’i tarihsel süreklilik içerisinde ele almak, kuruluşundan seçim sürecine kadar geçen dönemin özeleştirel bir değerlendirmesini yapmak gerekecektir.

Bugünden bakıldığında kuruluşunda az sayıda kadroyla parti inşa sürecine başlayan, yüzünü başta işçi hareketi olmak üzere diğer toplumsal mücadelelere dönmeye çalışan fakat bu alanlarda henüz ciddi mevziler de kazamamış bir partiden söz ediyoruz. Özellikle pandemi döneminde yaygınlaşan dayanışma ağı faaliyetleri, tüm ülkeyi sarsan 6 Şubat depremi sonrasında hızlıca inşa edilen “Asi Yaşam Merkezi” gibi pratiklerle halkın öz örgütlülüğüne mütevazi katkılar sunmaya çalışan bir parti örgütlenmesi mevcut. Bu örnekler yeterli olmamakla birlikte TİP’in hedeflediği toplumsal örgütlenmeleri göstermek bakımından önemli örnekler teşkil ediyor. Buna ek olarak gençlik hareketinde Boğaziçi Direnişi sürecinin taşıyıcı özneleri olan, sonrasında sol içi tartışmalar ve birçok başka etken yüzünden atıllaşan üniversite dayanışma ağlarını da ekleyebiliriz. Bunlar yeni dönemin yeni ihtiyaçları için yakın dönemden bulabileceğimiz “eski” örnekler. Bu örnekleri bir kenara not ettikten sonra biraz da eksik bırakılangeliştirilmesi ve dönüştürülmesi gereken noktalara odaklanabiliriz.

Seçim süreci resmi olarak iki aylık bir süreci kapsasa da tüm ülkenin gündemini neredeyse bir yıldan uzun bir süredir meşgul eden, her bir toplumsal mücadelenin ve siyasal hesaplaşmanın düğümlendiği bir dönem olarak önümüze çıktı. Seçim sonuçlarının da açıkça gösterdiği üzere murat edilen bu siyasal hesaplaşma bir süreliğine ertelendi ve Saray Rejimi gücünü tahkim ederek, otoriter yönetim pratiklerine devam ediyor. Bu siyasal atmosferde TİP’in bir kitlesel sosyalist parti olarak kendini inşa süreci de ister istemez parlamento ve seçimler üzerinden, milletvekillerinin gerek mecliste gerek basında gerçekleştirdiği konuşmalarla ilerletildi. Bu süreç boyunca, parlamento grubunun etkin faaliyeti ve partinin seçim siyasetinin sosyal medya aracılığıyla toplum nezdinde kitlesel bir desteğin sağlanmasıyla kısa sürede TİP’in birçok alanda büyüdüğünü, etkisini nicel ve nitel olarak artırdığını gördük.

Seçim odaklı yürütülen bu siyaset tarzının birçok dezavantajı olmasına rağmen, topyekün reddedilmemesi gereken bir yöntem olduğunu, bilakis inşa edilmesi hedeflenen soldan bir “ideolojik hegemonya”nın başat olmasa bile önemli unsurlarından biri olduğunu belirtelim. Ancak esas mesele tam da bu noktada başlıyor. Yukarıda bahsedilen yöntemlerle yani merkezi araçlarla hızlıca büyümüş, on binlerce üyesi olan bir partinin önünde duran en zorlu ve birincil görev kadrolaşma ve bu kadroların en etkili şekilde kullanılmasıdır. Bu görevin başarılması için siyasal stratejiye uygun örgütsel araçlar yaratılmalı, demokratik-merkeziyetçilik doğru bir şekilde işletilmeli, yerel-alan örgütlerine gerekli inisiyatifler verilmelidir. Ancak kitlesel sosyalist partinin yeni dönemdeki başarısını ya da başarısızlığını esas belirleyecek olan siyasal stratejisidir. Hepimizin çok iyi bildiği gibi örgütsel sorunlar siyasal sorunlardan ayrılamaz ve bütünlüklü şekilde ele alınmalıdır. TİP’in örgütsel başarısını sağlayacak olan siyasal stratejisinin mücadeleci bir programla tamamlanmasıdır.

Partinin öncelikli stratejisini kabaca tanımlamak gerekirse; grevler, direnişler örgütleyen işçilerin, feminist harekette yerleşik hale gelecek kadınların ve elbette gençlik içerisinde bulundukları alanı (üniversite ve mahalleri) örgütleyen genç partililerin mücadele alanlarında gelişerek, deneyimli kadrolara dönüştürülmesi asli ihtiyaçlarımızdan biridir. Bir başka deyişle, önümüzdeki inşa sürecinde parti “büyük siyasetle” ya da parlamento faaliyetleriyle sınırlı kalmamalı; alan örgütlenmelerine önderlik edecek bir pozisyonun TİP’li kadrolar tarafından yaratılmasıyla somut pratiklerle sürekli yeniden üretilecek bir mücadele programını hedefine koymalıdır.

TİP bugüne kadar Saray Rejimi’ne karşı yürüttüğü etkili muhalefetini istikrarlı bir şekilde sürdürmüş olsa da alan mücadelelerinde devinen emekçileri, toplumsal grupları örgütleyen bir pratikten beslenmeyi henüz başaramamıştır. Bu hedefi gerçekleştirmek için hem ekonomik hem de demokratik mücadelelerin örgütleyici öznesi konumuna gelmesi zorunludur. Hakları için sendikalaşma mücadelesi veren her işçi sadece arkasında yer alan bir partiyi değil, bu süreci işyerlerinde omuz omuza yürüteceği TİP’li yoldaşlarını görmelidir. Üniversitelerde kayyum rektörlere karşı demokratik-özerk üniversite mücadelesi veren her öğrenci sadece meclisten destek açıklaması yapan bir partiyi değil kampüslerde, sokaklarda eylemleri örgütleyen ve öğrencileri yan yana getirecek yaratıcı araçları ortaya koyan TİP’li yoldaşlarını görmelidir. Örnekler çoğaltılabilir ama sanırım vurgulamak istediğimiz nokta anlaşılmıştır. Önümüzdeki dönemin aslında çok da yeni olmayan ihtiyacı, toplumsal mücadele alanlarının güçlendirilerek kitlesel sosyalist partiyle buluşmasıdır.

Bildiğimiz üzere, seçim sürecinde birçok sosyalist yapı içeriği pek de net olmamakla birlikte “Sandık siyaseti değil sokak siyaseti” vurgusunu öne çıkardı. Burada “sokak siyaseti” ile kastedilen basın açıklamalarına sıkışmış bir politik faaliyet ise bunun kesinlikle reddedilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ancak “sokak siyaseti”ni yukarıda da vurguladığımız şekilde bulunduğu alanı en etkili şekilde örgütleyen, öz örgütlenmeleri yaratan, güç veren ve sokak eylemliliklerini de dışlamayan bir siyasal perspektif olarak kavrayacak olursak şayet, TİP’in yakaladığı kitlesel desteğin bu perspektifle kalıcı hale geleceğini ve hatta daha da genişleyeceğini iddia edebiliriz. 

Son olarak, artık seçimi bekleyen bir Türkiye’de olmadığımızı kendimize hatırlatmalı ve yurttaşı seçmen olarak gören siyasetle aramıza kalın bir çizgi çekmeliyiz. Uzun yıllardır bu ülkede yaşayan insanların politikaya katılım araçlarının büyük ölçüde baskı altına alındığı bilinen bir gerçek. Bu konjonktürde aktif siyasete katılmayı sadece oy vermeye sıkıştıran bir siyasal zemini reddetmeliyiz. Toplumsal grupları mücadele süreçlerinden ve tabii emekçileri de üretim alanlarındaki ilişkilerin içerisinden siyasi öznelere dönüştürecek yaratıcı yolları ve yöntemleri bulmalıyız. Ancak bunu başarmak için siyasal stratejimizi seçim aritmetiklerine sıkıştırmamak gerekiyor. Tam da bu nedenle önceki yazımızda yer alan şu ifadeleri hatırlatmak yerinde olacaktır: “Umutsuz olmak için hiçbir neden yok, yeter ki 29 Mayıs’tan başlayarak 2024 yerel seçimlerini hedefleyen ve sonrasında da 2028 seçimlerine hazırlanan bir ufka mahkûm olmayalım.”

* Bu noktada bir parantez açmak gerekli, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın taşıyıcı gücü olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin yok sayılması ya da devletin de yapmaya çalıştığı gibi belli bir alana sınırlandırılması toplumsal mücadelelerin yararına değil zararına olacaktır. Ancak bu yazının esas tartışma odağı kitlesel sosyalist partinin yani Türkiye özelinde TİP’in stratejisi üzerine olacağı için bu tartışmayı başka bir yazıya saklayacağız.

[1]https://laborans.org/Article/Details/67

[2] https://ilerihaber.org/yazar/secimler-ve-otesi-sarih-bir-umut-icin-155200

 

DAHA FAZLA