Yeni halkçı belediyecilik: Başlangıç tezleri

Yeni halkçı belediyecilik: Başlangıç tezleri

Merkezi bir değişim için yeni modellere, yeni modellerin halk gözünde uygulanabilir ve hayatı iyileştirir görünmesini sağlayacak alternatif, yerel yönetme pratiklerine ve bunların merkezi düzeyde bir değişim arzusu etrafında seferber edilmesini sağlayacak yeni bir siyaset hattına ihtiyacımız var.

Doç. Dr. Deniz Yıldırım, Siyaset Bilimci-Yazar

Kavramların epeyce karıştığı, içlerinin boşaltıldığı bir dönemden geçiyoruz. Örneğin AKP’li yerel yöneticilerin de neoliberal dönemin koşulları içinde sermaye birikiminin önünü açan merkezi yoksullaştırma politikalarına pansuman tedaviler sunarken, hayırseverlik aracılığıyla kitleleri neoliberal programa rıza üretir hale getirirken sosyal belediyecilikten söz ettiğini görebiliyoruz. Dolayısıyla burada sosyal/toplumsal ve toplumcu dediğimiz olguları iyi tanımlamak, mücadeleyi önce kavramlar üzerinde yürütmek ve ayaklarını hem tarihsel hem de coğrafi olarak buraya, günün ve güncelin koşullarına/ihtiyaçlarına daha fazla değdirmek gerekiyor.

Bugün için alternatif bir belediyecilik hattı, dağılan/dağıtılan eski tip kolektif sınıf kimliklerinin boşluğunda türeyen özel çıkar odaklı ilişki ağlarına, atomizasyon/yalnızlaşmaya ve bu boşlukta cemaatler etrafında yeniden inşa edilen hiyerarşilere dayanmayan, bunların dışına çıkıp ötesini düşleyen, dağılan sosyallikleri siyasal olarak yeniden inşa edebilecek bir karakter taşımak zorunda. Bu ise, öncelikle yeniden sosyalleşme biçimleri etrafında toplumu inşa edecek, kamuyu yeniden canlandıracak bir belediyecilik anlayışıyla mümkün olabilir. Burada sözünü ettiğim ilk anlam, ekonomik değildir. Toplum dediğimiz ortaklık uzun zamandır çürütülmekte ve kolektif davranış, örgütlenme biçimleri yozlaşıp çözülmekte. Toplumculuk üretmeden önce, toplumun çözülmesi sorununun önüne geçmek gerekiyor. Maddi koşullar ile siyasal baskıcı ortam, korkutma iktidarı buna hizmet ediyor ve zaten bunu, yani toplumu ve toplumsallıkları çözmeyi amaçlıyor. Demek ki buna karşı atılacak kültürel, sportif, sanatsal, eğitsel adımlar, dağılmayı ve yalnızlaşmayı teşvik eden koşullara karşı gündelik hayatın içinde üretilen toplumsal, kolektif bağlar bile politik anlam taşıyor bugün. Belediyeler yoktan var etmez; çekirdek ya da nüve halinde olan bu seçenekleri elindeki maddi, siyasal ve beşeri kaynaklar aracılığıyla geliştirebilir, daha görünür kılabilir.

Öyleyse ulusal düzeyde iktidar ve ortakları eliyle dayatılan merkeziyetçi, otoriter, kamusalı ve toplumsalı parçalayan yaklaşımın karşısında alternatif bir model inşasının öncelikle dağılmış, çözülmüş toplumu yeni kamusallıklar etrafında yeniden bir araya getirmek, sosyalleştirmek hedefi gütmesi gerekiyor. Dağınıklığı gidermediğinizde, toplumu yeniden derleyip süreçlere katmadığınızda, en toplumcu belediye bürokratikleşiyor, halktan kopuyor; siyaset, katılımcılık süslü bir “100 kişiye sorduk” anketçiliğine dönüşüyor. Bugün katılımcılık bu değil; başımıza ne geliyorsa, yurttaşı siyasetin dışına iten hemen tüm partilerdeki demokratik görünümlü oligarşik anlayıştan geliyor. Yurttaş önce siyasette söz sahibi olduğunu görecek; ayrıcalıklıların faaliyeti olarak beliren siyasetin demokratikleştiğini, kanalların kendisine açıldığını hissedecek. Bu hem ferahlama hem de kadro genişliği/derinliği getirir. Yerel kadrolar, siyasal öncüler bu ortamda yeşerir, gelişir. Yerel seçimleri böyle bir tazelenme fırsatı olarak görüyorum ama siyasal partilerin böyle görüp görmediği konusunda emin değilim.

Toparlayayım bu aşamayı: Bu ilk anlam çerçevesinde önerdiğim alternatif belediyecilik stratejisi sadece ekonomik düzeyde kalmıyor; dahası, ezilenler ve dışlananlar yararına sosyal politika ya da alternatif ekonomik modeller geliştirilmesinden önce görevler yüklüyor, aşamalar belirliyor. Kültürde, sanatta, bilimde, eğitimde, morali ve parası gün gün azaltılan bir halkın kendine yeniden güvenmesi, benzer ruhani ve maddi koşulların cenderesine hapsolmuş insanlarla yeniden karşılaşması, birlikte sosyalleşmesi, üretmesi, iyileşmesi gerekiyor. Bu kamusallığın inşasının, ikinci aşamayı getireceğini düşünüyorum: O da az önce ilk ipuçlarını verdiğim şekliyle siyasal katılımcılık. Ülkede siyasal açıdan bu denli tekçi ve merkeziyetçi bir rejim inşa edilirken ve yurttaşın ne dediği önemsizleştirilirken siyasal katılım da giderek seçimden seçime sınırlanıyor. Bu da hemen tüm partileri rahatlatıyor. Dar grupçu, değişime kapalı, rantiyeye ya da kayırmacılığa göz kırpabilen kadrolar, seçimden seçime halkı hatırlıyor, halkçı kesiliyor. Bu, siyasal kültürümüzün doğası. Bunun önüne geçmek için, seçim dışı zamanlarda, doğrudan ve yarı doğrudan demokrasi modellerinde olduğu gibi, kararlara yurttaş katılımının ve yöneticileri denetleme organlarının inşa edilmesi gerek; bunun başarılması, yurttaşın siyasetle ilişkisini hem sıcak tutar, hem de seçilmişleri, gözler üzerlerinde olacağı için hatadan alıkoyar, ayrıca siyasete transferle değil, yerelin mücadele birikimi içinden gelen yeni kadrolar kazandırır. Belediyelerin bugünkü siyasal konjonktürde bu işlevi üstlenebilmesi içinse, siyasi partilerin aday belirleme, program inşa etme süreçlerinde bunlara değinen, sloganın ötesine geçen, ülkenin içine düşürüldüğü cendereye karşı yerelde bir çıkış rotası, siyasal ve sosyal açıdan bir alternatif modeli katılımla, etki alanını genişletecek bir siyaset tarzıyla sağlayacağını belirten seçenekler, kadrolar, ittifaklar geliştirmesi gerek.

Bugünkü koşullar içinde yerel seçimlere alternatif bir model görünürlüğü bakımından yüklediğim anlamda ilk iki aşamayı anlatmaya çalıştım; gelelim özetleyerek üçüncü aşamaya: Kültürel-gündelik kamusalın inşası, toplumsal dağınıklığın giderilerek öncü kadroların yeniden yüzlerini birbirlerine dönmesini sağlayacak moral inşası ilk aşama; katılımcı bir siyaset ve denetim tarzı ikinci aşama; çözülen-çürüyen rantiye, inşaat ekonomisine, doğal kaynakların ve emekçinin/emeklinin sömürülmesine dayalı ekonomik düzene karşı sistemin içinde sistem dışını, kamusal olanı yavaş yavaş, aşama aşama ören yeni, dayanışmacı bir ekonomi modeline yöneliş ise üçüncü aşama. Bununla ilgili dünyada da ülkemizde de anti-neoliberal, kamucu, kooperatifler ve yeni toplumsal örgütlenmeler eliyle geliştirilmiş; temel hizmetlerin piyasalaştırılmasına, rantlaştırılmasına karşı alternatifleri ören, her yerelin kendi kaynakları ve ihtiyaçları özelinde geliştirilebilecek çok geniş bir birikim var, küçümsemeyelim. Detayları ayrıca açmak, belki ayrı bir yazı ya da söyleşi konusu yapmak gerekir elbette.

Tekrar belirtmek isterim: Her ülkenin kendi tarihsel, ilerici mücadele birikimine dayalı olarak geliştirdiği kavram setleri vardır. Ben uzun süredir bu merkezi/geçiş süreci kavramının, toplumun ilerici, demokrat, kamucu, toplumcu kesimleri arasında ortaklık sağlayabilecek güncel karakterini de hesaba katarak, Halkçılık olduğunu belirtiyorum. Bizde halkçılık 1800’lerin ikinci yarısında kültürel (dilde sadeleşme, halka doğru gitme, halkın eğitim ve yaşam koşullarını iyileştirme), 1900’lerin ilk yarısında istibdat ve saltanat karşısında siyasal (halk egemenliği, cumhuriyet) ve ardından da 1960 sonrası sosyalist yükseliş ortamında sosyal-ekonomik bir içerik kazanmış, birike birike bugüne gelmiş. Bu aşamalı ve birike birike gelişen çerçeveden bakınca, milli bağımsızlıkçı ve demokratik, halk egemenliğine dayalı atılımlarımızın mirasını sahiplenen farklı toplum kesimleriyle yüzü sola dönük bir program ve siyaset hattını buluşturmak için ayakları bu topraklara basan bir tarihsel damar olanağı sunuyor Halkçılık mirasımız.

Bu nedenle alternatif modele, bu üç başlığı ve üç dönemi kendinde toplayıp bugünün koşullarına ve ihtiyaçlarına pratik olarak uyarlayacak şekilde Yeni Halkçı Belediyecilik adını veriyorum. Bu seçimde de farklı ilerici/demokrat/sosyalist partiler ister ittifakla ister kendi partilerinin amblemi altında ya da bağımsız adaylarla seçime girsinler; seçildikten sonra toplamda bu programı uygulayacak belediyeler arasında yeni bir birlik, birliktelik modeli geliştirilmesini, yukarıdan dayatılan sağ/halkı dışlayan ittifak modellerine karşı, farklı partilerin, belediye başkanlarının ortak bir program etrafında hareket ederek aşağıdan yeni bir alternatif seçenek ittifakını görünür kılmasını arzuluyorum. Yeni Halkçı Belediyeler Birliği gibi.

Fakat partilerin, aday belirleme süreçlerinde yaşananların beni çok umutlu kıldığını da söyleyemem. Umarım yanılırım; zira seçimden sonra olası bir muhalefet dağınıklığı/yenilgisi sürecinde, iktisadi krizin daha da derinleştiği bir ortamda yaşanabilecek muhtemel faşistleşme dalgasına karşı duruş için böylesi birlikteliklere zorunlu olarak ihtiyaç olacak ama iş işten geçecek o dağınıklıkta. Bunun önüne geçmek için bugünden birleşik seçenek ve programlar etrafında halkın karşısına çıkmak, bu yerel seçimleri bu anlamda da dar partici, grupçu, klikçi yaklaşımın ötesine geçme yolunda fırsat görmek ve halka, “gördünüz mü, pasta kavgası yapmıyorlar, halkın seçeneksiz kalmaması adına birleşiyorlar” dedirtebilmek için bir güven/teminat mektubu olarak da ele almak gerekiyor. Aksi durumda bizi hakikaten zor zamanlar bekliyor.

Özetle, Yeni Halkçı Belediyecilik’ten söz ederek, dağılan aydın kamusunu yeniden kültürel ve siyasal öncü kadrolar yetiştirecek şekilde toparlamaktan, otoriter saray rejimi karşısında halkın karar ve denetim süreçlerine katılımını teşvik eden siyasal bir demokratik değişim programını mikro ölçekte görünürleştirmekten ve ekonomide de alternatif, kamucu modelleri inşa etmekten söz etmiş, yani yaklaşık 200 yıllık tarihsel Halkçılık birikimimizin aşamalarını, duraklarını bugünün ihtiyaçları doğrultusunda harekete geçirecek bir belediyecilik anlayışına çağrı yapmış oluyoruz. Kuşkusuz bunun için, 70’lerin ikinci yarısında hem sosyalist siyasette hem de ortanın solu hattında beliren toplumcu belediyecilik tartışmalarına bakmak, orada biriken mücadele deneyimlerini hatırlamak, oradan öğrenmek, fakat bu deneyimlerin mikro ölçekte ve birbirinden kopuk kaldığı, merkezi düzeyde bir siyasal alternatif örgütlenmeyle iktidar seçeneği haline gelecek şekilde ilişkilenmediği koşullarda, 12 Eylül darbesi öncesi ve sonrasında nasıl bertaraf edildiklerini akıldan çıkarmamak, dolayısıyla da bugünkü otoriter rejim inşası sürecinde, salt belediye sosyalizmi hayallerine kapılmamak zorunlu. Yerel çıkış odaklı, merkezi düzeyde bu deneyimleri birleştirecek bir iktidar alternatifi siyaset örgütlenmesini düşlemeden belediyecilik aşamasına sıkışınca, bu deneyimlerin, kayyım örneklerinde olduğu üzere kolayca yalnızlaştırılıp/marjinalleştirilip ezilebilecekleri gerçeğini de akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Merkezi bir değişim için yeni modellere, yeni modellerin halk gözünde uygulanabilir ve hayatı iyileştirir görünmesini sağlayacak alternatif, yerel yönetme pratiklerine ve bunların merkezi düzeyde bir değişim arzusu etrafında seferber edilmesini sağlayacak yeni bir siyaset hattına ihtiyacımız var. Ben bu genel tablo içinde bir aşama, önemli bir aşama olarak görüyorum yerel seçimleri, yerelde yönetme pratiğini görünür kılmayı. Yeni Halkçı Belediyecilik, pratikte, önce seçim kampanyaları boyunca kadro ve program bakımından sözünün etki alanını yaymalı, sonrasında ise kazanabildiği yerlerde, sözünü ettiğim üç ayaklı Halkçı stratejiyi inşa etmeli. Ve özel çıkarcı/otoriter siyasetlerin bunca kamu kaynağına rağmen halkı yoksulluğa, pahalılığa, adaletsizliklere mahkum etmesi karşısında, uygulanacak Yeni Halkçı modellerle halka, “şu küçücük ilçede, şu şehirde bunca baskıya, kaynak sıkıntısına rağmen bunları başarıyorlarsa, ülkeyi yönetseler, engellenmeseler, kaynaklar ellerinde olsa kim bilir daha neler yaparlar?” dedirtmek gerekiyor. Bunları hedeflemeyen bir yerel seçim stratejisi, halkımıza her partinin kendisini/sadece kendi başarısını parçalı olarak düşündüğü izlenimini verir, bu izlenim aynı zamanda halkın acil ihtiyaç ve beklentilerine bütünlüklü bir yanıt üretmeme görüntüsüdür ki, aday tartışmaktan öteye geçmeyen, kapalı kapılar ardında ittifak gözetleyen bir ön yenilgi anlamına gelir. Uyarmak zorundayım.

Bu noktada, aday tartışmasına sıkışmamanın önemli olduğunu düşünmekle birlikte, aday konusunu önemsizleştirmekten yana da değilim, son olarak bunu belirteyim. Fakat adayların tartışılma şeklinin, şahsi bir temsiliyetten bir mücadele programının temsiliyetine doğru kaydırılması gerektiği de açık. Marx’ın Fransa’da yaşanan hızlı tarihsel dönüşümleri ele aldığı üçleme içinde Fransa’da Sınıf Savaşımları’nın özel bir yeri vardır kanaatimce. Orada Napoleon çözümlemesini yaparken şöyle der Marx: “Napoleon köylüler için bir adam değil, bir programdı.” Belki de bam teli burasıdır. Adayları salt bireysel kariyerleriyle ya da sınıfsal kökenleriyle çözümlemekten öte bir ölçüye ihtiyacımız var: Toplumun ezilen sınıfları ve baskı altındaki kesimleri için bir kurtuluş programını temsil eden, kendi şahsında bu programı yerelde/mikro ölçekte uygulamak için öne çıkan kaç aday var ilerici/demokrat siyasi partilerde? Galiba meselemiz biraz da burada düğümleniyor. Dar alandan genişletici bir stratejiyle uzaklaşmanın yolu, program ve model inşası etrafında bir mücadele siyasallığını benimsemekten geçiyor. Zira bugün tekelleşmiş ve kişiselleşmiş rejim, kişiler etrafında bir muhalefet çözümlemesine de sıkıştırıyor bizi. Değişmeye bu tuzaktan sıyrılarak başlayabiliriz belki.

 

DAHA FAZLA