Yerli ve milli mi?
AKP-Saray iktidarı, pek çok alanda olduğu gibi madencilik alanında da yerli ve milli politikalar uyguladığını belirtirken rakamlar ve icraatlar farklı şeyleri işaret etmekte.
Mehmet TORUN
AKP iktidarı, özellikle son dönemde neredeyse tüm icraatlarının yerli ve milli olduğunu vurgularken, antiemperyalist bir politika izlediklerini söylemekte. Bu konuda muhalefete yüklenmekte, bunun üzerinden prim yapmaya çalışmakta. Elbette söylemden çok eyleme bakmak gerek. Görünenler söylemlerin tam tersi yönde.
Emperyalizm olgusu, kapitalizmin ulaştığı en yüksek basamak olarak tanımlanmakta ve kapitalist devletler kendi çıkarları doğrultusunda pazar bulma amacıyla başka uluslara ve kaynaklara müdahale etmekte. Antiemperyalizm ise emperyalizm karşıtlığını belirtir. Sadece siyasi ve ekonomik bir karşıtlık olmayıp, emperyalizmin kültürel baskılarına ve ele geçirme süreçlerine de bir karşıtlıktır.
AKP-Saray iktidarı, pek çok alanda olduğu gibi madencilik alanında da yerli ve milli politikalar uyguladığını belirtirken rakamlar ve icraatlar farklı şeyleri işaret etmekte. Milyonlarca yılda oluşan, tüketildiğinde yerine konulamayan ve hiçbir sınıfın ya da zümrenin emeği olmayan ortak müşterekler olan doğal kaynaklarımız, hammadde olarak ihraç edilmekte. Uygulanan bugünkü politika emperyalist ülkelerin yararına olup o ülkelerin sanayilerine ucuz hammadde sağlamaktan başka bir şey değil.
Oysa madencilik sektörü, ihtiyaçlar temelinde plânlı bir şekilde üretilip ülke sanayiinde kullanılarak uç ürüne dönüştürüldüğü oranda değer kazanır, katma değer üretir. Ülkenin kalkınmasına katkı sağlar.
Tablodan anlaşılacağı üzere madencilik sektörünün Gayrisafi Yurt içi Hasıladaki (GSYH) payı, uzun yıllardır yüzde 1’ler düzeyinde. Gelişmiş merkez ülkelerde bu oran yüzde 7-8 civarında. Bunun ana nedeni, üretilen madenlerin ülke içinde katma değeri yüksek uç ürünlere dönüştürülememesi. Sonuçta bizim madenlerle dışarıda üretilen sanayi ürünleri çok yüksek fiyatlarla bizlere ya da bizim gibi ülkelere satılmakta.
Maden ihracat rakamları incelendiğinde yaklaşık yılda 6 milyar dolar civarında bir ihracat yapıldığı görülmekte. Bu miktarın 2 milyar doları doğal taş yani mermer ihracatı. Bu rakamlar değerlendirildiğinde madenlerimizden yeterince yararlanamadığımız açık.
Bu konuda kaynaklarımızı koruyacak önlemlerin acilen alınması gerekmekte ancak iktidar tarafından hazırlanan 12. kalkınma plânına göre (2024-2028) madencilik politikalarının benzer şekilde yürütüleceği ve hammadde ihracatına dayalı sistemin devam ettirileceği görülmekte.
Bu doğrultuda maden şirketlerine en büyük kolaylıklardan birisi 12. kalkınma plânında tanımlanmakta. Plânda “…İzin süreçlerinde bürokrasi azaltılacak yatırım güvencesi artırılacak”, “...İzin, ruhsat, lisans işlemlerinin elektronik ortamda gerçekleşmesine yönelik altyapı geliştirilecek”, “…İzin süreçleri basitleştirilerek yatırım süreçleri hızlandırılacak ve yatırımcı üzerinde idari ve mali yükler azaltılacak”, “Maden ruhsatlarının alınmasında yeterli mali imkanlara ve teknik kapasiteye sahip olma şartı getirilmesi yönünde mevzuat değişikliği yapılacaktır” ibareleri yer almakta. Madencilik sektörünün “sömürge alanlarına” dönüşüm hızını belirleyen başlıca faktörler, sermaye lehine yapılan bu yasal düzenlemeler, teşvik politikaları, ruhsat/ÇED raporu gibi bürokratik işleri azaltan yahut ortadan kaldıran politikalardır.
Sermaye birikimini teşvik eden bu düzenlemeler uluslararası sermaye girişlerini de hızlandırmakta. Sanayi Bakanlığının Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri Bülteni’ne göre, madencilik sektörüne 2018 yılında 81 milyon dolarlık yabancı girişinin, 2020 yılında 128 milyon dolara, 2022 yılında da 174 milyon dolara yükseldiği görülmekte.
Gelen yabancı şirketler işlerini daha rahat görebilmek için iktidara yakın yerli bir ortak bularak madenlerimizi çıkarmakta ve istedikleri gibi kullanmakta. Dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, 2019 yılında yanıtladığı soru önergesinde 118 yabancı firmaya ait 593 maden ruhsatı olduğunu belirtmiştir. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisinde yer alan bilgiye göre ise Türkiye’de 2004 yılında 138 olan uluslararası sermayeli maden şirketi sayısı 773’e ulaşmış.
Dün Kaz Dağlarında bugün İliç’te duyduğumuz çok uluslu maden tekelleri ve AKP döneminde palazlanan yeni nesil patronlar, yaşanan olaylar nedeniyle kamuoyunca görünen ve bilinenleri. Bunların dışında çok sayıda uluslararası madencilik şirketi, doğrudan veya yerli ortaklar aracılığıyla Anadolu coğrafyasını paylaşmış. Anadolu topraklarının yerli ve yabancı sermayeli maden şirketleri arasında paylaşılması, emperyalist iş bölümüne göre gerçekleşen, büyük ölçekli mülksüzleştirme ve kaynak transferi stratejisidir. Bu kirli oyunu görmek ve buna karşı çıkmak öncelikle vatandaşlık görevidir. Gerçek anlamda antiemperyalist olmanın kriteri budur.