Yrd. Doç. Dr. Hakan Güneş: 'Trump'ı Putin'e yaklaştıran faktör Çin'in yükselişi'

Yrd. Doç. Dr. Hakan Güneş: 'Trump'ı Putin'e yaklaştıran faktör Çin'in yükselişi'

"Trump’ın ikinci döneme kadar ayakta kalabilmesi durumunda ülkesinde çok daha ırkçı ve sağ popülist bir siyaset atağına kalkacaktır. Ancak bu, ABD halkının alnına yazılmış bir kader değildir. Önümüzdeki 4 yılda özgürlükler ve haklar cephesinin merkez sol üzerinde kuracağı basınç gidişatı değiştirebilir. Her yanıyla tarih saatinin çarklarını hızlı döndürecek bir yakın gelecek içindeyiz."

İngiltere'nin süpriz Brexit sonucu hafızalarda tazeliğini korurken anketlere yansımayan, beklenmeyen sonucu ile ABD başkanlık seçimleri gerçekleşti ve milyarder patron Donald Trump ABD'nin 45. başkanı oldu.

Trump'ı başkanlığa götüren ABD politikaları ile seçimin bölgesel etkilerini İstanbul Üniversitesi 

Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hakan Güneş'le değerlendirdik.

TRUMP’A DIŞ SİYASET PRİZMASINDAN BAKMAK GERÇEKÇİ DEĞİL

İki dönemlik Obama yönetimi Trump için nasıl bir siyasi zemin ve hitap alanı açtı?

Son yıllarda dış siyasetin iç politikanın neredeyse ana gündemi olduğu Türkiye’de Trump fenomeni de daha ziyade ABD dış siyaseti tartışmaları prizmasından görülüyor. Bu çok gerçekçi bir resim değil. Trump’ın ABD iç ve dış politikası konusunda ileri sürdüğü görüşleri salt çılgınca fikirler olarak değerlendirmek yanlış olmaz ama çok eksik bir resme bakmamıza neden olur. ABD’de 8 yıl önce başkanlık yarışına katılan Barack Obama’nın “değişim” sloganı çılgınca olmayan bir üslupla o güne dek alışıldık ABD siyaset düzlemini hayli zorlamıştı: Guantanamo’nun kapatılması, Irak ve Afganistan’dan Amerikan askerlerini çekme sözü ama en önemlisi sağcıların “Komünist” diye saldırmalarına neden olan sağlık reformu politikasını anımsayalım. 2016’ya gelindiğinde Obama’nın sağlık reformu dışındaki pek çok vaadinde müesses nizama teslim olduğu görüldü. Bu durumda varolan hali sürdürmeye en güçlü aday olan Hillary Clinton’un karşısına iki güçlü aday çıktı. Bunlardan birisi Cumhuriyetçi Parti’den Donald Trump diğeri ise kendi partisi içinden gelen Bernie Sanders idi. Bu adaylardan Sanders parti içi yarışta beklenenlerin ötesinde bir destek bulmasına rağmen adaylık ipini göğüsleyemedi. Bizzat cumhuriyetçi partinin yerleşik kadrolarının engelleyeceği düşünülen Trump ise önce adaylık ardından da bizzat başkanlık yarışından galip çıkmayı başardı.

Buradan bakıldığında görünen ülke, aşırı sağ fikirlere teslim olmuş bir ABD’den çok kutuplaşmış, hem sağda hem de solda daha “radikal” fikirlere açık hale gelmiş dinamik bir toplumsal yapı demektir. Birçok anket ve analiz Trump karşısında Hillary yerine Sanders olsa kazanırdı tespitinde bulunuyor. Bu yabana atılmayacak bir siyaset sosyolojisi verisi sunuyor. ABD halkını temel hak ve özgürlükleri konusunda zor bir dönem bekliyor ancak ülkenin toplumsal dinamikleri bu kez ABD “merkez solu”na (demokratlar) en az Sanders kadar sosyal politikacı bir rakip çıkartma yolunu işaret ediyor. Trump’ın ikinci döneme kadar ayakta kalabilmesi durumunda ülkesinde çok daha ırkçı ve sağ popülist bir siyaset atağına kalkacaktır. Ancak bu, ABD halkının alnına yazılmış bir kader değildir. Önümüzdeki 4 yılda özgürlükler ve haklar cephesinin merkez sol üzerinde kuracağı basınç gidişatı değiştirebilir. Her yanıyla tarih saatinin çarklarını hızlı döndürecek bir yakın gelecek içindeyiz.

Trump’ın başkanlığına eşlik eden bir yan okuma mevcut: "Çok kutuplu dünyanın kabulü". Bunu ne kadar gerçek bir tartışma olarak görüyorsunuz?

Trump ABD’ye 1990-2010 aralığında avantaj sağlamış olan “globalist” paradigmayı değiştirmek istiyor. İçerde istihdam ve gelir artışı için hem sermayenin küresel serbest dolaşımına hem de ülke içindeki göçmenlerin varlığına ciddi sınırlandırmalar getirmek istiyor. Göçmenlere ilişkin tutumu bildik sağ popülist bir siyasa önermesi, aşırı sağ bir mobilizasyon ve oy devşirme stratejisi. Ancak ABD’nin mimarı olduğu küresel finans-kapital sistemi kendi koruma duvarları ile revize etmesini öneren Trump ekonomi-politiği retorikten pratiğe kolay geçirilebilecek bir adım değil. Sistemin avantajlarından yaralanmaya devam etme ancak dezavantajlarından koruma duvarları ile muaf olma fikri sadece Çin değil Avrupa, Japonya, Brezilya, Hindistan ve diğerleri tarafından da kolay kabul edilebilir bir önerme değildir. Bunu önümüzdeki dönemde görece az maliyetle uygulamanın yegane yolu konuyu Çin’in ekonomik ve siyasal genişlemesini durdurma siyaseti ile sınırlamaktan geçecektir. Elbette Pekin daha şimdiden karşı önlemlere hazır olduğunu duyurarak Trump’a sınırlarını hatırlatmış görünüyor.

‘ÇOK KUTUPLU’ DEĞİL ‘HİYERARŞİK ÇOK MERKEZLİ’

Bütün bu gelişmeler tek kutuplu bir uluslararası siyaset devrinin bitip çok kutuplu bir dönemin başladığı gerçeğinin ABD liderliği açısından da kabul anlamına mı geliyor? Ya da bizatihi Trump çok kutuplu bir uluslararası sitemin semptomu mudur? Kısmen evet. Ancak evet denemeyecek kısım da hâlâ çok önemlidir. ABD’nin SSCB’nin dağılmasını müteakiben elde ettiği tek süper güçlü küresel siyasal sistemin 2000’lerin ortasından itibaren daha çok-kutuplu bir yapıya dönüşmekte olduğu ancak bu dönüşüm trendi devam edecekse bile henüz ABD’nin açık ara askeri-siyasal, finansal üstünlüğünün dengelenmesine epey zaman olduğu da çok açık ortada. Önümüzdeki on yılda da ABD’nin askeri bütçesinin, ardından gelen 5 ülkenin toplam askeri bütçesinden daha büyük olmaya devam etmeyeceğini ileri sürmek için bir neden göremiyorum.

[ih2]

ABD’nin tahtına oturması “beklenen” Çin’in iç siyasal kırılganlıklarının üstesinden gelebilmesi, ABD’nin dış ekonomik ve siyasi rekabetle baş etmesinden daha kolay bir görev değildir. Bu bakımdan uluslararası sistemi hâlâ çok kutuplu olarak değil “hiyerarşik çok merkezlilik” olarak tanımlamak doğru olacaktır. Trump bir semptom olarak çok kutuplulaşmayı, ancak siyaset olarak bu yapı içinde hiyerarşik üstünlüğü koruma arzusunu temsil ediyor.

Trump ve Putin belli bir anlaşma düzeyi tutturacak gibi. Bu denklem Brexit’i de hesaba katarsak Avrupa için ne anlama gelir?

Trump’ı Putin’e yaklaştıran şey otoriter söylem ortaklığı değildir. Hiçbir otoriter rejim ya da lider, diğerini otoriter olduğu için müttefik görmez. Tarih otoriter, hırslı liderliklerin kendi aralarındaki rekabetinin sayısız örneği ile doludur. Trump’ı Rusya açısından makbul kılan en önemli unsur hakikaten küresel siyasette düşük profille yükselen Çin’i hedef tahtasına oturtmuş olmasıdır. Bu sanılanın aksine Rusya’nın da arzu ettiği bir gelişmedir. Rusya-ABD ilişkilerinde gerilim düzeyinin düşmesi normal şartlarda Avrupa-Rusya ilişkilerinin gelişmesi anlamına gelir. Rusya ile Avrupa arasındaki pek çok gerilim momentinin arkasında ABD yönetiminin aşırı Anti-Rus yaklaşımını görmek mümkün. Ortada Trump’ın da kolayca arkasını dönemeyeceği bir Ukrayna krizi var olsa da Rusya’yı (Hillary gibi) bir numaralı düşman olarak tanımlamaması bile daha ılımlı bir Avrupa-Doğu Avrupa-Rusya sürecine işaret ediyor.

NATO GENEL SEKRETERİ TRUMP’TAN KAYGILI

Öte yandan Brexit ve aşırı sağın yükselişi gibi gelişmeler ile Trump’ın NATO’nun rolü ve serbest ticaret anlaşmalarını sorgulayan siyasal söylemi birleştirildiğinde Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleri için Rusya karşısında önemli bir avantaj kaybı ortaya çıkaracağı söylenebilir. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in Trump’ın Başkan seçilmesi sonrası NATO’nun rolünü sorgulayan beyanatlarına ilişkin açıklaması çok veciz ifadelerle dolu: “Bu ortaklık sayesinde Sovyetler Birliği’ni yıldırdık ve Soğuk Savaş'ı sonlandırdık. Bu, Avrupa’da entegrasyon sağlayarak bugün sahip olduğumuz eşi görülmemiş bir barış ve varlık ortamını yarattı”. NATO Genel Sekreteri’nin Trump’tan duyduğu kaygıyı bütün tarihsel ağırlığıyla bundan daha iyi ifade etmesi beklenemezdi.

GÜLEN KONUSUNDA ANKARA’YI MEMNUN EDECEK ADIMLAR ORTA VADEDEKİ GERİLİM PARAMETRELERİNİ KALDIRMAZ

Mevcut veriler ile Trump yönetimi Suriye'de kısa vadede hangi haritayı kullanır ve Türkiye’ye etkisi nasıl olur?

Trump kısa vadede PYD/PKK-Ankara denkleminde Erdoğan’ı karşısına alacak adımlar atmayabilir. Ancak Suriye’de muhaliflere vereceği desteği azaltması ya da kesmesi, Esad’sız geçiş formülünden vazgeçmesi bile Ankara’nın Cerablus-Azez hattından daha ileri bir Suriye hayalini tarihe tam anlamıyla gömmesi anlamına gelecek. Belki daha da önemlisi siyasal İslamcılığın her türlüsüne -belki de ırkçı ve islamofobik bir dille- ciddi bir karşı kampanya yürütmesi durumunda Türkiye’nin Obama döneminden bile daha gergin siyasal ilişki ortamına düşmesine neden olacaktır. Yakın zamanda Gülen’in iadesi konusunda Trump yönetiminin Ankara’yı memnun edecek adımlar atması orta vadedeki gerilim parametrelerini kaldırmayacaktır.

DAHA FAZLA