Yunus Emre Uysal
İnsanı yaşatan, ileriye götüren ve evrimleştiren her zaman yanlışa karşı isyanıdır. Yanlışa karşı durmak, yalnızca günümüzü güzelleştirmez, geleceği de yönlendirir. Fakat yanlışa karşı haklı olan öfkemizi doğru yönlendirmek gerekir, aksi halde haklı öfkemiz yalnızca haksız mağduriyetler doğurur.
Bunu en iyi “Mülteci Meselesi”nde görürüz. İnsanlar, ülkelerine gelen yabancı göçmenleri, Nazizm’in Yahudileri, ırkçı beyazların “zenci”leri gördüğü gibi görmeye başladığı andan çok çok önce mağduriyet doğmuştur. Kalanı sadece Neonazizm’in ve “inceltilmiş faşizm”in bir sonucudur.
Nedir inceltilmiş faşizm, neden inceltilmiş?
İnceltilmiş faşizm “Irkçı değilim ama…” ile başlar. Açık sözlü, dürüst ve cesur birkaç inceltilmiş faşistin “hepsini göndermeli.” sözleriyle biter. Bu insanların hiçbiri ırkçı değildir ve hepsi faşizme sonuna karşıdır. Birkaçı “solcu”dur da hatta. Hatta birkaçı doğru bir iki cümle dahi kurabilir fakat hep bir “ama”ları vardır. “Ama”dan öncesi bu sapkınlığın inceltilmiş kısmıyken, “ama”dan sonrası açık ve net faşizmdir.
Peki ya kapitalistlerin koyduğu adla, mültecilere karşı nasıl davranır bu inceltilmiş faşistler? Bu soruyu en iyi kapitalizm ve faşizm arasındaki abi kardeş ilişkisiyle açıklayabiliriz:
Maalesef göçmenler, ülkelere girdiği andan itibaren sömürülmeye başlarlar. Açlıkla, yoklukla sınanan ve savaştan veya despotik yönetimlerden kaçan bu insanlar, evlerine ve ailelerine bakmak zorunda olduklarından dolayı kapitalistler tarafından taahhüt edilen her türlü ücrete tabi olmak zorunda kalırlar. Bu da kapitalistlerin ucuza işçi bulmalarını kolaylaştırır. Tüm savaşlar ve kötü yönetimler, patronların sömürecekleri binlerce, hatta milyonlarca insan yaratır.
Sonra bir Tanju Özcan çıkar mesela. Yinelemek gerekir, böyleleri hep “Irkçı değilim ama…” ile başlar cümlelerine. Çok önemli iki tezleri de vardır. Bunlardan ilki, mültecilerin “doğurduğu” ucuz işçi meselesidir. Bu inceltilmiş faşistler, açlıktan ölmemek için yoksulluk sınırının neredeyse dörtte biri olan asgari ücretin dahi yarısını almak zorunda kalan göçmenleri anlamaz. Bu tarz faşistlere göre göçmenlerin suçu, ülkesinde savaşmayıp “kolaya kaçmalarıdır”. Oysa açlıkla, yoksunlukla, faşistlerin varlığıyla, kapitalizmin ezici baskısıyla savaşmak; mermilerle savaşmaktan kolay mıdır?
Bir de bu faşistler, ülkedeki işsizliği bu göçmenlere dayandırırlar. Çok önemli olan bu ilk tezlerinin “doğal” bir sonucudur bu. Hiçbiri düşünmez ki, asgari ücretin dahi yarısını almak zorunda bırakılan bu insanlar; nasıl olur da asgari ücretin binlerce katını alanlardan daha haksız olabilir. Hiçbirinin aklına dahi gelmez tüm yanlışların kaynağının kendileri oluşu.
İkinci önemli tez ise, ülkenin “demografik” yapısının göçmenlerce bozulduğudur. Ülkenin demografik yapısını bozmadığı söylenen kapitalizm, siyasal dincilik, gericilik, faşistlik, ırkçılık haklı çıkartılır. Zira bunlar “bizim” kötülüklerimizdir.
Bu faşistlere göre, kötülüğün de “bizden” yana olanı makbuldür. Her türlü şeye sahip olmak isteyen bu insanlar, kötülüğün kaynaklarına da sahip olmak isterler.
Peki, nasıl kötülüğün kaynaklarına sahip olunabilir? Farklı bir ülkedeki savaşı kızıştırıp, tarafları destekleyip, sonra savaştan kaçmak zorunda kalanları sömürerek mi?
Olabilir.
Farklı bir ülkedeki gerici güçlere yardım sağlayıp, canilere silah verip, kaçamayan ve dolayısıyla sömürülemeyenleri gereksiz görüp bunları öldürterek mi?
Olabilir.
Savaştan kaçanları üç kuruşa çalıştırıp, bu üç kuruşu da onlara çok görerek mi?
Olabilir.
Kaçan kadınlara tecavüz edip, çocukları eğitim hakkından mahrum edip zorla çalıştırarak mı? İnsanların eşitlik hakkını, adalet umutlarını, hatta dik duran başları kesip alarak mı? Yaşamaları için gerekli olan her şeyi daha da pahalıya satıp, bu malların normal bedellerini dahi ödeyemeyecekleri maaşlar vererek mi? Öldürerek mi veya? Kesip atarak mı başlarını? Açlıkla mı? Yoklukla mı?
Olabilir.
İnceltilmiş faşizmle, her şey mümkün!