Zeytinler, kamu yararı ve refah
Artık Dünya’da yeni bir düzen var, kendine yetmek, iklim krizi ve gıda egemenliği, pandemi derken yarınların ne getireceğini görmek giderek zorlaşıyor.
Sedef Erken
Yine hukuk eliyle zeytin talanının yolu açılıyor. Bir sabah uyanıyoruz ve yürürlükte bulduğumuz yönetmelik “Ben bunu yaparım, haklıyım çünkü kamu yararı bunu gerektirir” diyor.
İktidar zeytinlerin kesilip, altındaki madenin çıkartılmasına fütursuzca yol veriyor. Taşıyacakmış, tekrar dikecekmiş, eski hale getirecekmiş tamamen hikâye.
Benzer palavralarla açılan taş ocaklarının işleri bittikten sonraki haline bakmanız yeter de artar bile. "Bu millet elektrik kullanmasın mı, her köyün her evinde bulaşık makinesi olmasın mı, fabrikalar çalışmasın mı, siz zaten her türlü gelişmeye karşısınız, ekonomik büyüme devam etmeli" diyor.
Peki nedir kamu yararı? Halkın ve toplumun yararıdır, yani refahı. Refah nedir buna da bakmalıyız. Böyle böyle ilerleyerek bu anlayışın nasıl bir CEO yaklaşımı olduğunu anlayacağız. Şahsım ne demişti; “ben bu ülkeyi CEO gibi yöneteceğim” İşte bu, tam o anlayış.
Refahın pek çok tanımını yapmak mümkün. Örneğin sermaye “Ben refah içindeysem gerisinden bana ne? Ben kendi refahıma bakarım” yaklaşımıyla rahatlıkla işin içinden çıkabiliyor. Yemek Sepeti eski CEO’sunun dün Twitter’da yaptığı açıklamalar buna bir örnek olabilir mesela. Hak arayan işçilere “nankör” diyebilen bir anlayış bu. Oysa işçilerin kendi refahlarını savunma hakkı tamamen yasal.
“Benim ülkemin çıkarları ve sarışın mavi gözlülerin refahı her ülkenin üstündedir” anlayışı da bir refah anlayışı. Bazı ülkeler yüzyıllardır bu refah anlayışını sürdürüp, yanı sıra kanunlarına insan haklarına methiyeler düzen maddeler ekleyebildiler.
Sıkı bir kapitalist ya da onun ülkesi için refah, rahatlıkla bunlardan ibaret olabiliyor. Dolayısıyla kamu yararı ve refah kavramlarını soyut bir düzlemde pek çok yere çekmek mümkün. Asıl mesele bizim onları somut olarak nereye dikmek istediğimiz. Yani konunun temel zemini.
Artık Dünya’da yeni bir düzen var, kendine yetmek, iklim krizi ve gıda egemenliği, pandemi derken yarınların ne getireceğini görmek giderek zorlaşıyor.
Silah tüccarları tüm bu refah denklemlerinin ortasında, göz göre göre 3.Dünya Savaşı çıksa da daha çok satsak dediği bir noktaya kadar ilerletebiliyorlar bizi, izin verirsek yaparlar, görüyoruz.
Geleceğin çocuklarının kamu yararını jandarma zoruyla zeytin kesip yapacağı birkaç termik santrale bağlayan, doğayı talandan öte bir vizyonu olmayan, bu ülkenin kendisinden başka hiçbir bileşenini söz sahibi saymayan, refahı nasıl bölüştürdüğü bu ekonomik krizle birlikte açıkça görülen bir iktidar bu.
Ona göre kamu aslında kendi etrafındaki sermayeden, refah ise onların hayatlarından ibaret. Bizler içinse refahı sabitlemek isteyeceğim yer zeytin ağaçlarının dibi. Yani toprak, doğa…
Doğayla kurduğumuz ilişkide refahı ağacın dibinden söküp, üç kuruşluk kömür için binlerce yıllık doğa emeğini sermayenin eline teslim eden her adımın ve anlayışın karşısındayız.
Bizler geleceğimizi üç beş maden firmasına teslim ederek bir refaha ulaşabileceğimize inanmıyoruz. İnanmamakta da inatçıyız.