Zübeyde Duran yazdı: Vedat Türkali’ye, hiç bitmeyeceklere…
İnsanlık tarihi düşünüldüğünde bir insan ömrü kısacık kalıyor kuşkusuz… 97 yıl bile… Cemal Süreyya’nın dediği gibi “Her ölüm erkendir” ve insan bunu bilerek ömrünü yaşamalıdır. “Erken” gidilecek şu dünyaya bitmeyecek şeyler bırakarak… Bunu başaran tüm çınarlara selam olsun… İyi ki doğdunuz… Siyasi olarak zaman zaman eleştirmiş olsak da iyi ki bizim tarafımızdaydınız…
Son iki yıldır ölümlerinin verdiği üzüntüden çok yaşamış olmalarının sevincini duyduğumuz, iyi ki varlıklarına şahit olduk dediğimiz ne çok çınarı kaybettik: Yaşar Kemal, Gülten Akın, Sennur Sezer… Ve bugün, Vedat Türkali. Son kitabının adına uygun bir duygu bırakıyor insanda bu haber: “Bitti, Bitti, Bitmedi… Doğru bildiklerini uygulamaya çalışarak geçen 97 yıl… Bir insan olarak doğrusuyla yanlışıyla yaşadığı çağa duyduğu sorumlulukla dile kolay hayatının yarım yüzyılını yazmakla geçirdi; edebiyatımızda önemli bir yeri olan birçok roman, senaryo, oyun ve deneme…
Naçizane bir edebiyat okuru olarak kalemine hayranlık duyduğum bir yazar, annesinden doğduğu adıyla Abdülkadir Pirhasan, bizim bildiğimiz adıyla Vedat Türkali… Oldukça canlı betimlerle, yaşayan yerler ve karakterler yaratmayı başarmış; güçlü anlatımı ve dile hakimiyetiyle elinize aldığınızda bırakmadan bitireceğiniz birçok romanı edebiyatımıza armağan etmiş bir büyük kalem.
***
Üniversiteye geldiğim ilk yıldı, sadece üniversitenin değil İstanbul’un da ilk yılı… Vedat Türkali’yle ilk o zaman tanıştım. 18 yaşında genç bir üniversiteli olarak en az dört yıl yaşayacağım -bir daha da dönemedim geriye ya, neyse- İstanbul’u sevmem, sevmek için de tanımam gerekiyordu. İşte o zamanlarda, çiçeği burnunda bir edebiyat öğrencisi ve genç bir devrimci olarak, henüz Odakule’deki yerinde olan- aslında şimdi de orada olması gereken- TÜYAP’a gidip olayın İstanbul’da geçtiği ve ilgimi çekebilecek bir sürü roman topladım. Huzur, Kiralık Konak, Hüseyin Rahmi’nin çeşitli kitapları, Mai ve Siyah, Üç İstanbul, Esir Şehir Üçlemesi… Tezgahlardan birindeki sohbet sonucu Vedat Türkali’nin “Bir Gün Tek Başına” adlı kitabıyla da bu vesileyle tanışmış oldum. Büyülendim desem abartmış olmam. Anlatımdaki ustalık, yanı başımızda, her gün sohbet ettiğimiz insanlar kadar gerçek yaratılmış karakterler; Cağaloğlu, Babıali Yokuşu, Şişli, Kocamustafapaşa ve Teşvikiye… Kenan’ın gözünden betimlenmiş bu yerleri görmek üzere romanı bitirir bitirmez hepsini tek tek gezdim. Tuhaf ama Kenan’la, Günsel’le karşılaşma umudu bile taşıdım.
18 yaşında genç bir edebiyat öğrencisine yapılacak en büyük katkılardan birini yapmıştı bana Vedat Türkali. Sonraki aylarda “Mavi Karanlık”ı, “Tek Kişilik Ölüm”ü de okudum. En umutsuz zamanlarımda “Haramilerin saltanatını yıkacağız, bekle bizi İstanbul” diye sokaklarında dolaştığım İstanbul bana Vedat Türkali’yi hediye etmişti… Vedat Türkali’ye de İstanbul’a da sonsuz teşekkürler diye düşündüm sonraki yıllarda.
99’da iki koca cilt olarak çıkan “Güven”i sanırım kitapçılara ulaştığı gün aldım. İkinci cildin sonuna geldiğimde ayrılacağım diye çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Tarih, romanlardan öğrenilmez evet; fakat o tarih yaşanırken o tarihi yaratan, ondan etkilenen insanlar neler yapıyor, neler düşünüyor? İşte bu, romanlardan öğrenilir. Her biri farklı yerden bakan, durduğu yerin ekonomik, politik ve örgütsel pozisyonuna göre durumdan etkilenmiş onlarca insanı iç sesiyle, dış sesiyle; günahı ve sevabıyla önümüze koymuştu Türkali. TKP’nin desantralizasyon sürecini bizzat o tarihsel dilimi yaşayan bir insanın kaleminden okumanın Türkiyeli bir komünist için önemli olduğunu düşünüyorum.
İnsanlık tarihi düşünüldüğünde bir insan ömrü kısacık kalıyor kuşkusuz… 97 yıl bile… Cemal Süreyya’nın dediği gibi “Her ölüm erkendir” ve insan bunu bilerek ömrünü yaşamalıdır. “Erken” gidilecek şu dünyaya bitmeyecek şeyler bırakarak… Bunu başaran tüm çınarlara selam olsun… İyi ki doğdunuz… Siyasi olarak zaman zaman eleştirmiş olsak da iyi ki bizim tarafımızdaydınız…