1. Türkiye sermaye sınıfı büyük bir açmazla karşı karşıyadır. Metin Çulhaoğlu'nun 29 Ağustos tarihli, "Sermaye sınıfı, siyaset, devlet: Saptamalar" başlıklı önemli yazısında yapılan şu saptama açmazın ipuçlarını veriyor: "Gelinen bu noktadan sonra sermaye sınıfı-siyaset-devlet ilişkiler ağının yeniden eski düzenine dönmesi mümkün değildir. “Restorasyon” tezinin en azından bu yanı (eğer varsa) tamamen unutulmalıdır. Türkiye’de “bu kadarı da fazla oldu, yeniden eskisine dönelim” niyetini ve kararlılığını, bu doğrultudaki girişimleri de göze alacak ölçüde taşıyan hiçbir sermaye kesimi yoktur. Bir gün AKP giderse önce “iyi oldu”, sonra da “ama bize yeni bir AKP lazım” diyeceklerinden kimse kuşku duymamalıdır. Nedeni de, kazandıklarının, şikâyetlerine göre çok daha büyük ağırlık taşımasıdır."
Başlangıç bakımından bu nokta çok önemlidir ve ötesi de vardır. An itibariyle, sermaye sınıfı, Türkiye’nin dünya siyasetinde nereye yerleşeceği, nasıl bir misyonla yükleneceği, yapısal sorunlarına hangi mecralarda çözüm arayacağı gibi konularda yaşanan belirsizliği iliklerinde hissetmektedir. Belirsizlik yalnız Türkiye kaynaklı değildir, emperyalizmin genel bunalımıyla da ilişkilidir. AKP’nin yükseliş ve zirve dönemlerine damgasını vurmuş olan “küresel, bölgesel ve yerel” vizyona duyduğu özlem ve bugünün belirsizliği, bu partiye karşı yaşanan aşk-nefret ilişkisinin gerekçelerini oluşturmaktadır. AKP, yükseliş ve zirve dönemlerinde "küresel, bölgesel ve yerel" ölçeklerde ciddi bir vizyona sahip olduğu iddiasındaydı (aşkı davet ediyordu); bugün ise bu vizyon kendi içinde parçalanmıştır (nefret yaratıyor).
2. Sermaye sınıfının karşı karşıya olduğu açmaz, başka politik faktörlerin de devreye girmesiyle bir reijm krizini beraberinde getirmiştir. Cumhuriyet, laiklik, parlamenter demokrasi, Misak-ı Milli sınırları vb. bir dizi temel kavram sorgulanır haldedir. 24 Ocak 1980’den bu yana sermaye sınıfının içine girdiği yönelim, mantıksal sonuçlarına ulaşmış ve bu yönelim bir Cumhuriyet sorunsalına dönüşmüştür. AKP bu nedenle önemlidir. AKP Türkiye’de sermaye düzeninin hem en büyük gücü, hem de en zayıf karnıdır.
3. Türkiye sosyalist hareketi üzerinde yükselebileceği zemini doğru tarif etmelidir. Bu zemin, düzen içi başka aktörlerin ilgilenmeyeceği, bulaşmayacağı bir zemin değildir ve kural gereği olamaz. Yani, öyle bir zemin bulacağız ki, bu sosyalistler-komünistler dışında kimsenin söz söyleyemeyeceği bir alan olacak” düşüncesi politik olarak yanlıştır, son tahlilde apolitik bir düşünce dünyasının ürünüdür. İddiamız, hem tek tek unsurlarıyla hem de kurulacak bütünlükle bu zeminin düzen aktörleri tarafından doldurulmasının önünde ciddi yapısal sorunlar olduğudur.
Bu zeminin kodlarında;
- Emekçi sınıfların güncel sorun ve talepleri vardır,
- Aydınlanmacı, özgürlükçü, cumhuriyetin bu bağlamdaki kazanımlarını ileri taşıyan bir öz vardır,
- Türkiye’nin barış, kardeşlik ve eşitlik temelinde birliği vardır. (Anti-emperyalist karakteri içselleştirmiş olan Türkiye sosyalist hareketi, yurtseverliğini barış, kardeşlik ve birlik vurgusuyla yeniden üretecektir.)
4. Sosyalist-komünist hareket, kendisini bir “baskı grubu” olarak anlamlandıramaz. Yani, çeşitli güçlü politik aktörlerin hareketlerini yönlendirmek, bu güçlü politik aktörlerin görece sağlıklı pozisyon almasını sağlamak ya da onların pozisyonları sonucu boşa düşmüş kesimler için güvenilir bir düşünce merkezi haline gelmek olarak belirlenmiş bir misyon iktidarcı ve devrimci değildir.
İktidarı isteyen ve sonunda alan tüm özneler, politik müdahaleler, eylemlilikler içinde olmuştur. Minderin kenarında durup, güreşçilere komutlar veren, bir yandan da güreşçinin yaptığı numaralara göre tribünlere ayar vermeye çalışan bir görüntüden bir an önce çıkılmalıdır. Bunu gerekçelendirmek için söylenen, “bu bizim maçımız değil, bir sonraki maçı bekleyelim” türü laflar yalnızca kenardakinin içini rahatlatmak amacı taşımaktadır.
Önceliğimiz ve bugünkü ihtiyacımız, mindere çıkmaktır.
5. Mindere çıkmanın amacı, sporculardan birine yardım etmek değildir. Amaçlar bellidir; AKP ve sermaye düzeni ile mücadelenin kurallarını, yordamını belirlemek, zayıf karnına çalışmak, seyirciyle ilişkiyi geliştirmek, tribünü tribün olmaktan çıkarmaya çalışmak, onu da mindere davet etmek, gerektiğinde oraya dönmek, kendi güçlü ve zayıf yanlarını görmek, kendini güçlendirmek vb.
Yoksa, bu müdahale olmadığında, izlediğimiz, tüm sporcuların kendi güçlü yanlarını biraz daha güçlendirerek sonsuza kadar devam edecek bir maçı andırmaktadır.
6. 1 Kasım seçimleri Türkiye tarihinin en önemli seçimleri, dünyanın başı ve sonu değildir. Bu seçimlerin yapılmaması veya yapılamaması ihtimali de vardır. Seçimlerin ardından tüm olasılıklar masadadır. Bu bakımdan mesele, seçimlerin mutlaklaştırılması değildir.
Meselemiz, Türkiye ve “biz”le ilgilidir. Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olma istek ve irademizin olup olmadığı bir tartışma konusudur. Bu tartışma kapatılmalıdır.
Ancak bu tartışma kapatıldıktan sonra, başarı ve başarısızlık tartışmasına geçilebilir. Varlık, iddia ve irade olup olmadığı tartışılırken, başarı ve başarısızlıklar her zaman ikincildir.
7. Türkiye’de giderek artan “sol” politizasyon, AKP’nin devrilmesi arayışıyla, 7 Haziran seçimlerinde iki partiye oy akışına neden olmuştur: HDP ve CHP. Sosyalistlerin, HDP ve CHP’ye oy veren yaklaşık 17,5 milyon kişi hiç yokmuş gibi davranması, toplumsal örgütlenme alanını bu insanların dışında bir yerde araması mümkün değildir. Yine, sosyalistler, bu 17,5 milyon kişinin esas olarak şu ya da bu bölümünü önemsiyoruz şeklinde peşin bir değerlendirme yapması da söz konusu olamaz. Örneğin, klasik değerlendirme olan, “CHP aslında bizim oylarımızı aldı” şeklindeki önermenin tarihsel doğruluğu yanlışlığı bir yana, halihazırda geçerliliği de yoktur. Her iki partiye de, sosyalistlerin-komünistlerin doğal örgütlenme havuzunun içinde olan milyonlarca emekçi oy vermiştir. Dahası, bugünden, Türkiye devrimini Kürt’ün olmayacağı bir devrim olarak tahayyül etmek de yanlıştır.
Öyleyse, sosyalistlerin kendi zeminlerini doğru ve anlaşılır bir şekilde tarif ederek, ayrım noktalarını belirginleştirerek, seçimleri tek siyaset zemini olarak görmediklerini anlatarak ve göstererek, Haziran Direnişi’nin açtığı yolun tek gerçek çare olduğunu sürekli hatırlatarak, CHP ve HDP’ye oy vermiş geniş kesimlere seslenmeleri bir zorunluluktur.
Yapılması gereken iş budur.
Bu işi yapmak bir seçim ittifakını da beraberinde getirebilir.
Seçimler hiç olmayabilir.
Muhataplarınız sizi dinlemeyebilir.
Hepsi mümkündür.
Önce yapılması gereken iş yapılır. Sonra icabına bakılır.