Türkiye’de ve patronların iktidarının hüküm sürdüğü başka pek çok ülkede siyaset kurumunun en önemli özelliklerinden birisi geniş emekçi kitleleri siyasal mücadelenin dışında tutmaktır.
Örneğin, herhangi bir işçi arkadaşımız biraz siyasal sorunlara kafa yormaya, önemli konulara tavır almaya başladığında yakın çevresinden mutlaka şuna benzer bir şeyler duyar; “boşver uğraşma bu işlerle, sen ekmeğine bak”.
Bir biçimde bu “toplumsal baskıya” teslim olup vazgeçen işçiler, bir süre sonra ekmeklerinin küçüldüğünü görürler. Benzeri pek çok örnek verebiliriz ama sonuç değişmez, geniş kitleler siyasette izleyici oldukları sürece yenilgi dışında bir sonuç almak mümkün değildir.
Tayyip’in başarısı
Bu belki uzun yıllardır geçerli olan ve sanırım bu satırları okuyan pek çok kişinin bildiği gerçeği tekrar yazma ihtiyacı duymamızın bir nedeni var. 2017’nin sonuna doğru geliyoruz ve 2017 Türkiyesi’ne baktığımızda gördüğümüz en önemli şeylerden birisi siyasetin yine “yukarılara” sıkışmış olduğu gerçeğidir.
Özellikle baskı ve şiddetin temel belirleyici hale gelmesinden bu yana, kimi istisnai çıkışlar bir yana milyonların siyaset alanının dışına itildiği, siyasetin Ankara’ya hatta Saray-Meclis hattına sıkıştığı bir sürecin içinden geçiyoruz. AKP’nin, Saray’ın daha özel olarak Tayyip Erdoğan’ın güçlü görünüyor olmasının sırrının bu olduğunu söyleyebiliriz.
Sadece, kısa yakın geçmişe baktığımızda bile rahatlıkla görüyoruz, siyaset daha geniş kesimlerin katılabildiği, sözünü söylediği bir nitelik kazanırsa o zaman AKP açısından zor günler başlıyor ve en geniş anlamda sol güçler çok daha etkin biçimde pozisyon alabiliyorlar.
Erdoğan, bu geniş kitleleri siyaset dışına iterken, kendi toplumsal tabanını da ihtiyaç duyduğunda istediğini yaptırabileceği bir yığın olarak tutmayı başarıyor.
Milyonlar “nesne” olduğunda Tayyip, “özne” olduğunda ise sol güçleniyor.
Solun 2018 görevleri
Çok açık söyleyelim, sol güçler 2018 yılı içinde Saray’da milimetrik hesaplarla yapılan 2019 planlarını bozacak müdahaleler yapamadığı durumda 2019’da (veya iktidarın bir baskınla daha erken bir tarihe çekeceği) hesaplaşmada başarı elde edilme olasılığı yoktur.
2018 için öncelikli hedefimiz işçi sınıfını-emekçi halkı bağımsız bir güç olarak sahaya çıkarmak olmalı.
Bu noktada mevcut örgütlenme pratiklerinin ötesine geçen, geçmiş tüm deneyimlerin dersleri üzerine kendisini yenilemiş biçimde ortaya koyan, her bir katılımcısını özneleştiren, katılıma açık, hedefleri belirgin, işleyiş ve karar alma süreçleriyle de fark yaratan halk örgütlerinin geliştirilmesi mutlak bir zorunluluktur. Örneğin her geçen gün daha fazla gündeme gelen seçim tartışmalarının ciddiyetle ele alınması için bize göre atılması gereken ilk adım budur.
Esas olarak inatçı, sistematik ve sürekli bir devrimci çalışmanın ürünü olabilecek bu hedefe ulaşmak için emek, yoğun bir çalışma, örgütsel bir yoğunlaşma mutlak bir zorunluluktur ancak sorun sadece bundan ibaret değildir.
Bugünkü durumun özgün yanı devrimci-sosyalist hareketin güçsüzlüğü ve etkisizliği nedeniyle, tereddütsüz biçimde iktidar karşısında konumlanan büyük kalabalıkların çeşitliliğinin bir zenginlik yaratmaktan çok bir dağınıklığa neden olmasıdır. Dolasıyla sosyalist hareketin özellikle emekçi kitleler içinden aldığı bir güçle etkinlik kazanması, sadece sosyalistlerin-devrimcilerin öznel sorunu değil AKP karşısındaki başarının zorunlu ön koşulu durumundadır.
Sosyalistlerin tarihimizin çeşitli dönemlerinde ulaştığı bu güce yeniden kavuşması için AKP karşıtlığındaki inadı ve ısrarı tamamlayan bir gelecek perspektifini belirginleştirmesi ihtiyacı bugün çok daha yakıcı hale gelmiştir. Bir süredir gündeme getirdiğimiz program tartışmasının asıl önemi budur.
Böylesi bir programı açık ve net biçimde ortaya koyamayan bir devrimci öznenin, Türkiye işçi sınıfının iktidar mücadelesinin öncülüğünü üstlenmesi bir yana bu iddiayı taşıması bile mümkün değildir.
Tersinden söylersek 2018 yılında ‘Türkiye Devriminin Programı’nı geliştirmeyi başaran bir devrimci özne Türkiye’nin AKP eliyle sürüklendiği karanlık karşısında seçenek arayan milyonlarla buluşmanın önemli adımlarından birisini atmış olacaktır.
2017, Türkiye sosyalist hareketi açısından kalıcı başarılar kazandığımız bir yıl olmadı. Belki tek olumlu tarafı, Ekim Devrimi’nin 100. yılı vesilesiyle kimi önemli tartışmalar yaptığımız, öncülük, devrim ve iktidar sorunlarını 21. yüzyıldaki yansımalarıyla tartışma şansı bulmamız oldu. 2018 ise 68’in 50. yılı ve iddiamız odur ki, Türkiye sosyalist hareketi 50 yıl sonra bir kez daha geniş toplumsal kesimlerin, yoksul emekçi halkımızın temsilciliğini sadece fikren değil fiilen üstlenmek doğrultusunda önemli adımlar atacağımız bir yıl olacak.