Şaka değil, eski Yugoslav ülkelerinde 8 Mart günü Türkiye’de her Mayıs ayının ikinci Pazar günü kutlanan Anneler Günü’ne benzer bir içerikte kutlanıyor. 8 Mart günü “Anneler Günü” olarak tanımlanmamış ve ismi hala “Kadınlar Günü” olarak geçiyor, fakat o günün “annelere” ait olması normatif bir kültürel olgu olarak kabul edilmiş. Çocuklar annelerine hediyeler alıyorlar, anne olmayan kadınlar da ekseriyetle kadın arkadaşlarıyla beraber dışarıda eğleniyorlar.
Eski Yugoslav ülkelerinde Bir Mayıs tecrübesi yaşayanlar için bu durum pek de hayretle karşılanmaz. Nitekim Bir Mayıs da “bahar bayramı” havasında geçer. Genelde ardındaki ya da öncesindeki günle beraber birleştirilip 3-5 günlük bir tatil olan Bir Mayıs’ta Belgrad, Zagreb ya da Saraybosna’da kentin bir yerinde yükselen dumanlar görürseniz, bunlar polisin attığı sis bombalarından değil, mangallardan çıkan dumanlardır.
İşsizliğin, yolsuzluğun tavan yapmış olması, ücretlerin düşüklüğü vs etkilemiyor. Bir Mayıs bahar bayramı niteliğiyle kutlanmaya devam ediliyor.
Yugoslav Hedonizmi
Başta bu satırların yazarı olmak üzere, bildiğim kadarıyla İleri Portal yazarları ve okurlarının eğlenmekten kaçan çileci bir siyasi mücadele arayışında olmadıklarını düşünüyorum. Bilakis, bu mecradaki birçok arkadaşımın dost meclislerindeki muhabbetini veya ne bileyim birlikte top oynama, maç izleme keyfini ne kadar özlediğimi ben bilirim. Sonuçta hayattan keyif almak, hep birlikte keyif almak için veriyoruz mücadelemizi ve o büyük gün geldiğinde Kızılay Meydanı’nda sabaha kadar halay çekmeye ant içmiş bir insanım.
Fakat 8 Mart 1857 tarihinde New York’taki dokuma işçisi 159 kadının öldürüldüğü günü andığımız “Dünya Emekçi Kadınlar” gününün, tüketim çılgınlığının körüklendiği bir güne dönüştürülmesi kadar da abes bir şey düşünemiyoruz. Daha da ötesi, bu günün böyle bir dönüşüme uğramış olması sadece ölen 159 kadın işçinin anısına bir saygısızlık değil, kadınların mücadelesine de bir saldırı olarak algılanması gerekiyor.
İşçi için “lokavt” ne anlama geliyorsa, “8 Mart”ın içeriğinin boşaltılması da kadınlar için aynı anlama geliyor.
Dün televizyonda bir beyaz eşya markasının kadınlar gününe özel indirim yaptığını gördüm. Paradokslardan paradoks beğenin! 8 Mart günü, yani kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinin cisimleştiği günü, kadınları sadece mutfakta tanımlayan bir kafayla bu şekilde muhatap oluyoruz.
Bir Mayıs’ın “bahar bayramı”na, 8 Mart’ın ise “anneler gününe” dönüştüğü eski Yugoslav ülkelerinde söz konusu paradoks daha da saçma bir hal alıyor. En nihayetinde, 45 senelik sosyalist tecrübeye sahip bir ülke! Böyle bir ülkede söz konusu günlerin anlamlarının bu kadar boşalmış olması zor anlaşılabilir bir durum.
Yugoslavya’daki özyönetim uygulamasının kuramsal kökenlerini ve uygulamadaki dinamiklerini göz önünde bulundurduğumuzda ise bu saçmalığın sadece 8 Mart ya da Bir Mayıs’la ilgili olmadığı, özyönetim pratiğinin kendi içinde yarattığı bir saçmalıklar silsilesinin sadece görünür kısmı olduğu gerçekliği karşımıza çıkar. Özet olarak, anti-Sovyetik olma iddiasındaki Yugoslav “Pazar Sosyalizmi”, büyük oranda anti-Sovyetik vurgudan oldukça memnun olan Batı ülkelerinin sağladığı krediler sayesinde suni bir refah toplumu sanrısı içinde yaşamıştı. Özellikle 1960’lı yılların sonlarında yaşanan bu sanrının en önemli parçası eğlence kültürüydü ve özyönetimin “işçilerin üretim araçlarına sahip olduğu” sanrısı ile birleşen söz konusu eğlence kültürü, sosyalizme, sınıf bilincine, sınıf savaşına dair var olan değerleri de tüketmekten geri durmuyordu.
Bahar bayramına dönüşen “Bir Mayıs”, anneler günü kimliğine bürünen 8 Mart da bu sürecin parçalarıdır.
8 Mart’ı Siyasallaştırmak!
Bir yanılgı var, o da şu: “Solcular gündelik hayata dair her şeyi siyasallaştırıp anlamından uzaklaştırıyorlar!”
Özgecan cinayetinden sonra buna benzer birçok söyleme şahit olduk: “Bu cinayeti bari siyasallaştırmayın!”
Solculuk ve siyasi mücadele “hobi niyetine” yapılan bir şey değil. Gündelik hayatın her alanına işleyen baskıya, oldukça siyasî bir baskıya baş kaldırıştır. Kamusal alanda kadına var olma hakkı tanımayan sistem, siyasî bir sistemdir ve üç hafta önceki yazımda da belirttiğim gibi, bu kuşatılmışlığa verilecek olan yanıt da siyasî olmalıdır.
8 Mart sadece tarihsel niteliğiyle değil, kadınların içinde bulunduğu güncel koşullar dolayısıyla da oldukça siyasî bir gündeme işaret etmektedir. Sanılmasın ki sadece Türkiye gibi gericiliğin fütursuzca toplumsal yaşamda her alana müdahale ettiği ülkelerde böyle! Eski Yugoslavya gibi, bir şekilde sosyalizmle tanışmış bir coğrafyada, yani kadınların oldukça gelişkin haklara ve toplumsal temsiliyete sahip olduğu bir coğrafyada bile günümüzde kadınların kamusal alandaki temsiliyette zemin kaybı yaşadığı ve bununla ilintili olarak da kadınlara karşı işlenen suçların da arttığı bilinmekte.
Bu bağlamda kimse 8 Mart’ın siyaset dışı bir mecrada kutlanması gerektiğini iddia edemez.
Eski Yugoslav ülkelerinde ise 8 Mart’ın daha farklı bir bağlamla yeniden siyasal gündemde yer alması gerekiyor: Sadece güncel bir mücadele bağlamında değil, özyönetim mirasının sorgulandığı bir düzlemde.
Kuşkusuz ki, bu topraklarda, eski Yugoslavya’da, 8 Martlar 158 sene önce New York’ta katledilen kadınlarla birlikte, Yugoslav Komünist Partisi üyesi, faşizme karşı savaşta canını esirgememiş Mariya Bursaç’ların da anıldığı gün olarak kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinde eski yerini alacaktır.