Yirmi sene önce Dayton Anlaşması ile tasarlanan bugünkü Bosna Devleti, dünyada benzer sorunları yaşayan coğrafyalar için örnek teşkil edecek bir model olarak sunulmuştu. Dört milyonluk bu küçük ülkeye sivil toplum kuruluşları üzerinden tonlarca para aktı. Sonuç ortada: Yitik bir ülke.
Hangi etnik kökene mensup olursa olsun, ortalama bir Bosnalının ülkesine umudu kalmamıştır. Gençlerin yurtdışında bir iş bulmak, kapağı yurtdışına atmak dışında bir umudunun olmadığı ülkede, iş bulabilmek için yaklaşık 10.000 Avro’nun rüşvet olarak verilmesi gerekliliği neredeyse anayasal bir madde gibidir.
Görece rahat bir yaşam için ya sırtınızı Batılı sağlam bir sivil toplum ağına yaslamanız gerekiyor, ya da senelerdir ülkeyi yöneten milliyetçi/sağcı partilerden birinde bir ağabeyinizin olması gerekiyor. Ya da mafyaya gireceksiniz. Bütün bunlarla aranız iyi değilse ya açlığa mahkûmsunuz, ya da yurtdışında çözüm bulmak zorundasınız.
Savaşın hemen ardından yaşanan görece “rahatlama” dönemi, yerini iyiden iyiye bir umutsuzluğa bırakmış durumda. Bosna’yı model olarak pazarlamak isteyen AB ise yavaştan sıvışmaya çalışıyor. Kendi “refah toplumu”nda işsizliğe, yoksulluğa çare bulamamış Avrupa, işlememesi için tasarlanmış bir devlet yapısı ile yönetilen Bosna’ya ne yapabilir ki?
Bosna-Hersek, iki ayrı özerk devlete bölünmüş durumda. Republika Srpska (Srpska Cumhuriyeti) Bosnalı Sırpların. Bosna-Hersek Federasyonu ise Boşnak (Bosnalı Müslüman) ve Bosnalı Hırvatlar tarafından yönetilen on ayrı kantondan oluşuyor. Kantonlardan beşi Boşnak, ikisi karma, üçü Hırvat. Durumu şöyle özetleyelim. Dört milyon nüfuslu bu küçük ülkede her bakanlıktan 13 tane var. Böyle bir devletin işlevsel olması zaten hayal. Daha büyük hayal ise devletin işlevsel olmadığı bir coğrafyada her şeyin “sivil toplum”dan beklenmesi, ki sonuç daha büyük bir felaket.
Savaştan bu yana 20 sene geçmesine rağmen, değil yoksulluğa bir çare olmak, kaynak ve altyapı itibariyle oldukça avantajlı bir konuma sahip olan Bosna-Hersek’te durumun her yıl daha da kötüye gitmesi bile engellenebilmiş değil. Savaştan önce Mostar’da uçak üretilen bir ülkede, ulusal havayolu firması borçları yüzünden uçaklarını havalandıramıyor. Vogosca’daki otomobil fabrikası savaştan bu yana kapalı. Balkanlar’ın en büyük demir çelik kombinası, Zenica’da %10 kapasiteyle çalışıyor. Ülkedeki zengin maden kaynakları ya işlemiyor, ya da işleseler bile sürekli kazalar yaşanıyor.
Geçen sene Şubat ayında yaşanan isyan ise isyana önderlik edecek bir siyasi irade eksikliğinden dolayı koşullarda herhangi bir değişikliğe yol açmadı. Ülkede söz sahibi siyasi partiler, 20 sene önce Bosna’yı savaşa taşıyan siyasi partiler. Ülkeye beş kuruşluk faydaları olmadığı gibi, her biri kendi çevresini zenginleştirmekten başka, etnik grupları daha da bağnazlaştırmaktan başka bir şey yapmadı. Zaten yapamazlar da! Siyasi gıdaları bu! Bosna’da etnik bağnazlık ne kadar çok beslenirse sağcılar yerlerini o kadar sağlamlaştırıyor.
Bütün bu çerçevede AB ara ara Bosna’nın kulağını çekerek adeta bir oyun sergiliyor. Bosna’daki Yüksek Temsilcilik, Dayton Anlaşması gereği partiler üstü, hatta devletler üstü bir yetkiyle donatılmış vaziyette ve Yüksek Temsilci AB tarafından atanıyor.
Sanki Yüksek Temsilcilik AB’nin değilmiş gibi, sanki Yugoslavya’nın dağılmasından AB sorumlu değilmiş gibi, sanki Bosna’nın bu parçalanmış yapısından Batı sorumlu değilmiş gibi bir de yavuz hırsız misali Bosna hükümetinin ülkeyi daha iyiye götürmek için bir şey yapmadığı eleştirisini yapmaktan geri durmuyor haspalar.
Bosna’da yeni hükümet kurulur kurulmaz ilk yapılan işlerden birisi de AB ile Stabilizasyon ve İşbirliği Anlaşması’nı (SAA) imzalamak oldu. Mart ayında imzalanan anlaşmayla AB, Bosna’yı AB’ye entegrasyon yolunda daha rahat kontrol edebilecek ve gerekirse bazı konularda baskı yapabilecek.
Bosna’yı fakirliğe mahkum edenler şimdi “stabilite”yi sağlama peşinde. Bosna’da AB öncülüğünde siyasi veya iktisadi stabilitenin sağlanabileceğine inanmak, yirmi yıllık süreci görmezden gelmek demek.
Bosna’daki gidişatın sorumluluğunu Bosna’daki yozlaşmış siyasi iradeye yükleyen AB, sanki bu yozlaşmış siyasi yapının mimarı kendisi değilmiş gibi, bir müddet günü “stabilite” söylemleriyle kurtarmayı düşünüyor.
Muhtemelen önümüzdeki dönemde Yüksek Temsilci medyada bol bol boy gösterip; “Bosna’da stabilizasyonu sağlamanın yolu AB’den geçiyor. Biz AB olarak bu konuda Bosna’ya elimizden gelen desteği veriyoruz ama sizin politikacılarınız kötü” diyecekler.
Daha şimdiden Bosna’daki siyasi elitlerin AB’ye entegrasyon yolunda yeni reformları gerçekleştirmeye yanaşmadıklarını sıklıkla ifade ediyorlar. Bir babanın, oğlunu mahalleye şikayet etmesi gibi…
Belki bu şekilde bir yirmi yıl daha Bosna halkını oyalayabileceklerini düşünüyorlar.