'Abla bu kimin partisi?'

Ülkemizde partiler sadece başkanlarıyla anılır genelde. Hemen yan tezgâhtan genç biri, ben arkadaşına bildiriyi uzattığımda soruyor. “Abla, bu kimin partisi?”

Ben çocukken babam, kışın en sert günlerinde sabah camdan bakıp yüzünü ekşitir, bugün pazarcının işi zor derdi. Bana sık sık nasihat ettiği konulardan biri buydu. Halden anlamak.

Yağmur yağınca mutlu olurdu mesela, “aman yağsın, çiftçiye buğday için yağmur lazım” derdi. Dükkânımıza gelecek olanlarla ekmeğimiz ortaktı, bunun bilincindeydi. Onlar iyiyse biz iyi, onlar zordaysa biz de zordaydık. Çok şükür hala hayatta ama artık emekli, o yüzden di-li geçmişle anlattım.

İnsan çocukluğunda öğrendiklerini sindirmişse unutmuyor, genetik özellikler de ailemizden geçiyor. Nesillerdir ticaret yapan bir ailenin en büyük çocuğu olduğumdan esnafla aram hep iyi olmuştur. Dillerini, zihinlerinden geçeni iyi bilirim. On yıl kadar da gıda perakendeciliğinde çalıştım, ilk başladığımda sabahın beşinde işbaşı yapar, işçilerle beraber sebze meyve tezgâhı düzenlerdim. İşime kasaları taşımak da dahildi.

O zamanlarda yirmi beş yaşlarında, avukatlık mesleğine başlayıp daha bir yılını doldurmadan kafası bozulmuş, çekip gitmiş bir genç kadındım. Etrafımdakiler bir markette işe girmemin amacını hiç anlamamıştı.

Hayatımda ilk kez bir parti üyesi olarak pazar yerinde bildiri dağıtma günü yoldaşlarımla beraber görev üstlenince hiç yabancılık çekmedim o yüzden.

Elimde bildiriyle pazar yerindeyim. Yoldaşlar ben daha “nasıl olacak, ne yapıyoruz” diye şaşkın ördek gibi bakarken önden gitti, ben kendimi birden pazarın ortasında yalnız buldum.

Üstümde kıpkızıl parti yeleği var, kalabalıkta bile müşteri olmadığım fark ediliyor. İlk göz göze geldiğim pazarcı şaşkınlığımı görünce başını öne eğip, mahcup halimi ifşa etmemek için elindeki elmayı önlüğüne siliyor.

Bildirinin üstünde bir slogan var, “yan yana gelelim“ yazıyor ama o an yanına gittiğim birine yan yana gelelim diyemem, saçma olur yani, zaten yan yanayız. Lafa nasıl girmem lazım acaba? Hiç bilmiyorum.

Fazla düşünmeye gerek yok, hadi başlayalım bakalım deyip hızlandırıyorum adımlarımı. Aklımda babamın “pazarcının işi zor” diyen sesi yankılanıyor.

Gözümü genç pazarcılara dikiyor, onları kolluyorum. Son günlerde kendimi hep yorgun hissediyorum, O yüzden öncelikle ve daha çok gençler olsa partide, en güzeli bu olur diye düşünüyorum içimden.

Bende ilkler hep böyle zaman yarıkları oluşturuyor, içine girip anılarımın içinde kayboluyorum. Orada, ben tam o anda, bu zaman koridorunda yol alırken, etrafımda tek boynuzlu atlar uçuşuyor. Hayatımdaki bazı anlar sadece bir film şeridi gibi gözümün önüne gelmiyor, geleceğe dair umutlar, fikirler ve büyük bir heyecan da eşlik ediyor yaptığım yolculuğa.

En çok da kendimi başka insanlara ait hissettiğimde yaşıyorum bu coşkuyu. Biz diyebildiğimde.

Oysa yanımdaki herkesi bugün tanıdım, yüz yüze ilk kez karşılaştım ama sanki bin yıldır tanıyor gibiyim.

Aynı geleceği düşlemek, aynı ufka bakmak meselesi.

Ülkemizde partiler sadece başkanlarıyla anılır genelde. Hemen yan tezgâhtan genç biri, ben arkadaşına bildiriyi uzattığımda soruyor. “Abla, bu kimin partisi?”

Birden gözümün önüne başkan geliyor ve asla ismini söylememi istemeyeceğini düşünüyorum. O an buluyorum kendi sloganımı. Şey diye kekeliyorum, bu Türkiye İşçi Partisi, gençlerin partisi.

Sonra bir saat boyunca karşıma kim çıksa ona bakıp, ona göre sloganımı değiştiriyorum.

Emekli olduğu belliyse, bildirimizi alır mısınız, bu parti emeklinin de partisi, merhaba biz TİP’liyiz, esnafın da partisi, kadınların da partisi…

Türkiye İşçi Partisi, bizim partimiz…

İşim kolaylaşıyor…

Not: Bu yazı 1 yıl önce Türkiye İşçi Partisine üye olup ilk çalışmaya katıldığımda yazıldı, bu hafta partimizde 1. yılımı doldurduğum için sizlerle de paylaşmak istedim