Türkiye sağının ve muhafazakar tahayyülün popüler kültüre kattığı en önemli imgelerden biridir ağlayan çocuk resmi. Dört tarafı düşmanlarla çevrilmiş, hak ettikleri hileyle elinden alınmış, ırzı ve namusu daima tehdit edilmiş bir “millet”in, minyatürleştirilmiş simgesidir ağlayan çocuk. Samimiyeti, saflığı, temizliği, maddiyata tenezzül etmeyen dürüstlüğü de aynı imgenin güçlü, dirayetli, sebatkar yanını oluşturur.
Yani acıların çocuğu, tam da en derin acılara boğulurken dahi namusundan taviz vermemesiyle, yani gurura ve haysiyete bağlılığı nedeniyle çektiği acıyı süreklileştirdiği için acıların çocuğudur.
Fakat tablonun genelinde fark edilmeyen, ancak dikkatli bakıldığında görülen bir leke de bu anda göze çarpar. Acıların çocuğu imgesi, samimiyeti, haysiyeti veya dürüstlüğü parlattıkça, acı çekmenin hazzını, acının sarhoşluğunu, acının iptilasını gözlerden uzaklaştırır. Saflığın huşusu içinde acıya bağımlılaştırır. Giderek acıyı varoluşun tanımı, varlığın anlamı haline getirir.
Sevinmek, gülmek, zevk almak bu varoluşun dışına atılır. Olsa olsa yapay, geçici ve hızla uzaklaşılması gereken bir temastır. Acıların çocuğu, bu dünyayla ilişkisini mutluluk ya da sevinç üzerinden değil, kahır, tasa, cefa üzerinden kurar çünkü.
Nereye bağlayacağız?
7 Haziran akşamı ve ertesinde, Türkiye’de seçim sonuçlarını büyük bir üzüntü ve kederle karşılayan AKP’yi ve kadir-i mutlak görünen bir iktidarın çatırdamasını hüzünle izleyen AKP seçmenini anlamak kolay.
Bu kolay da seçim sonuçlarını meyus bir suratla, hakkı yenmişlik ve müşkülpesentlikle karşılayan bir kısım solcuya ne oluyor?
AKP diktatörlüğünün Haziran Direnişi’nden sonra yediği en esaslı darbenin, aynı anda AKP’lilerin ve bir kısım solcuların canını sıkması nasıl mümkün olabilir?
Solculuğun gereğiymiş gibi pazarlanan bu müptezelliğin, uzun yıllar sonunda bir çökelti haline gelmiş egemen sol kültürle nasıl bir ilişkisi var?
Bugüne kadar birçok yazıda dile getirdiğimiz görüşlerin çoğu birer ipucu olabilir. Sol kitlelerle siyaset yapma alışkanlığını yitirmiştir ve kitleler harekete geçtiğinde ne yapacağını bilememektedir. Toplumsal ve siyasal alanda yükselen her dinamikle sadece kavga etmeyi bilen, buna alışan, bunu alkışlayan bir tarz, şimdi de seçim tercihleri nedeniyle AKP karşıtı dirençle kavga etmeye yeltenmektedir. Kendisi somut bir strateji kuramamış, seçimde gerçek bir alternatif oluşturamamış olan sol, kendi beceriksizliğini paylaşmayan geniş kitlelere parmak sallamaktadır.
İşte 7 Haziran’la birlikte gördüğümüz somurtkanlık, böylesi bir ruh halinin, bir tür mutluluğa limon sıkma nezaketsizliğinin göstergesidir.
Oysa biz güleriz, gülüşürüz, gülümseriz.
“Gülmek devrimci bir eylemdir” diyenler biziz.
“Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir” demişiz.
Güldükçe iyileşir, gülümsemekten güç ve istek devşiririz.
O yüzden güldük, gülüyoruz, güleceğiz. Gülünce “işimiz”i, “asli görevlerimiz”i, “büyük hedeflerimiz”i unutuyor olduğumuzu sananlara bile gülüp geçeriz. Hem güleriz hem de hep bir adım ileriye gideriz.
Erdoğan’ın iki gün insan içine çıkamamasından mutlu oluruz, güleriz.
Davutoğlu’nun eşekten düşmüş gibi sırıtmasına keyiflenir, güleriz.
AKP’li yönetici ya da yandaş gazetecilerin kıvırma hızlarını gördükçe eğlenir, güleriz.
Yıkılamasın diye dikilen, yıllarca solu ve emekçileri meclisten uzak tutmak için işletilen barajın yıkılmasını, yeni bir politik mücadele başlığı açıldığı için sevinçle karşılar, güleriz.
Ülkemizde Haziran Direnişi’nde açığa çıkan ilerici ve özgürlükçü damarın hala atmaya devam ettiğini, kendisini AKP karşıtı mücadeleye kararlılıkla yerleştirdiğini görür, güleriz.
Velhasıl, bir diktatörlüğün çatırdamaya başladığını duyar, bir saltanatın sallanmaya başladığını hisseder, kurtuluşun adım adım yaklaştığını duyumsar, mücadele azmi ile dolup taşar, güleriz.
Sarılır, öpüşür, dolu gözlerle bakışır, el ele verip halay çekeriz, güleriz.
Biz çok acı çektik, daha da çekeriz. Ama gülmekten, gülümsemekten, gülüşmekten hiç vazgeçmeyiz.
Güleriz; yürekten, gülerekten yürürüz, ilerleriz.