Türkiye’de Haziran Direnişi’nden bu yana solda yaygın olarak dile getirilen birkaç farklı tez bulunuyor.
Bunlardan biri, Haziran Direnişi’nin kendisini de bu sürecin bir parçası olarak değerlendirerek, Türkiye’nin gidişatının bir liberal restorasyon yönünde olduğunu ileri sürmüştü. Bu teze göre, emperyalizm AKP’nin/Erdoğan’ın ipini çekmişti; AKP/Erdoğan’ı indirmek için planlanan renkli devrim girişimi olan Haziran Direnişi’nde düğmeye basılmıştı; bu plan tutmayınca bu defa yükselen halk tepkisinin düzen dışına kaymasını önlemek ve biriken öfkeyi boşaltmak için CHP ve HDP’nin merkezinde olduğu bir “sol liberal dalga” yaratmaya kalkışıldı. Gerçi HDP AKP’yle anlaşacak da olabilirdi, anlaşmayacak da; ama her halükarda AKP/Erdoğan götürülüyordu.
Bu tezin siyasal sonuçları da özetlediğimiz tablodan çıkarsandı: AKP/Erdoğan zaten emperyalizm tarafından indirilecek olduğu için, solun AKP/Erdoğan karşıtlığından başka bir yere oturması gerekiyordu; hele hele CHP ve HDP ile ilişkilerde olabilecek en uzak mesafe tutturulmalıydı, zira CHP ve HDP zaten emperyalizmin AKP’yi indirmek için tasarladığı araçtı. İlerici güçlerin yan yana geldiği HAZİRAN Hareketi gibi oluşumlar da AKP/Erdoğan karşıtlığını merkeze aldığı ölçüde emperyalizmin emellerine alet oluyordu. Dolayısıyla, sola düşen, AKP/Erdoğan karşıtlığı yerine başka bir hedef seçmek, bu arada ilerici güçlerin ortak mücadelesi fikrine de türlü biçimlerde saldırıp onu önemsizleştirmekti.
Bir kısmı bu tez canhıraş savunulurken yaşanmış olsa da Türkiye’nin üç yılın sonunda geldiği nokta herkesin malumu.
Türkiye, bırakın liberal restorasyonu, açık bir faşizme, fiili bir şeriat yönetimine, dikta rejimine doğru dört nala koşmaktadır.
Kürt hareketi ile AKP arasında gerçekleşmesi beklenen anlaşmanın yerinde yeller eserken, Kürt illerinde sürek avına çıkan kolluk güçleri bodrumlarda insan yakmış, yaşlıları ve çocukları sokaklarda avlamış, koca kentleri yerle bir edip haritadan silmiştir.
15 Temmuz’la aradığı bahaneyi kucağında bulan Saray, OHAL ilanıyla keyif sürmekte, devletin tüm yapısını radikal biçimde dönüştürmekte, bu arada muhalif ve solcu insanlara saldırıp yayın organlarını kapatmaktadır.
Özetle, AKP/Erdoğan’ın iktidardan indirildiği ya da sivriliklerinin törpülendiği, bu arada halk içindeki öfkenin boşaltıldığı ve rejimin liberal bir konsensüs üzerinde yeniden inşa edildiği, CHP ve HDP gibi düzen içi muhalefet unsurlarının da temsil ettikleri geniş kitleleri bu konsensüse ortak kılabildikleri bir restorasyondan en uzak nokta neresiyse, Türkiye tam da oraya varmış durumdadır.
Bir tezin, bu tezi savunan bir siyasal çizginin birkaç yıl içinde bu denli yanlışlanması, tarihte eşine az rastlanır türdendir.
Belki de bu sebepten, kendileri de bir süredir siyasetle ve ülkenin gidişatıyla uğraşmayı bırakıp iç dünyalarına renk katmaya karar vermiş görünüyorlar.
Her trajedinin bir hayra vesile olması gibi.
Öte yandan, yine son yıllarda baskın olarak dile getirilen diğer tez, AKP/Saray Rejimi’nin emperyalist projelerle değil, güçlü ve birleşik bir halk hareketiyle yıkılacağını, solun görevinin AKP karşıtlığını boş bırakmayıp sahiplenmek olduğunu, Türkiye’nin biriktirdiği sorunların ilerici bir halk hareketini eşitlik ve özgürlük mücadelesi zemininde kurmaya elverişli hale geldiğini söylüyor.
15 Temmuz sonrasında daha da belirginleşen biçimde, AKP/Saray iktidarı, OHAL gibi imkanları da sonuna kadar kullanarak Türkiye’de başkanlık sistemini hayata geçirmek, anayasayı dinsel hükümlere açmak ve fiili şeriat rejimini yürürlüğe sokmak için hızlı ve yıkıcı adımlar atmaktadır.
Bu saldırının ilk ve en öndeki hedefi ise laiklik ve cumhuriyet fikridir. Bu nokta, yani laiklik ve cumhuriyet fikrinin AKP/Saray Rejimi’nin en ağır saldırısına hedef olan nokta olması, solun mücadelesinin imkanları hakkında da çok şey söylemektedir. Daha açık bir deyişle, solun önünde, eşitlik ve özgürlük mücadelesini laiklik ve cumhuriyetçilik fikriyle buluşturmak, solun hitap kitlesini laik ve cumhuriyetçi yurttaşlara kadar genişletmek, solun AKP karşısında politize edip harekete geçirebileceği emekçi damarına laik ve cumhuriyetçi bir nabız yüklemek fırsatı bulunmaktadır.
Solun tarihsel hedefleriyle güncel önceliklerinin bu denli üst üste geldiği, bu ölçüde çakıştığı, bu örtüşmeden doğacak muazzam enerjinin bu kadar yıkıcı olduğu bir konjonktür nadiren karşılaşılabilecek bir durumdur.
Tablo buysa, restorasyon tezi çökmüş ve tezin sahipleri başka meşgaleler bulmuşsa, AKP/Saray Rejimi karşısında birleşik bir halk hareketini yaratmak için mücadele edenler haklılığını kuşanmışsa, laiklik ve cumhuriyet için kavga eşitlik ve özgürlük fikriyle kucaklaşmış ve artık sokaklara taşmışsa bundan sonra yürünecek yol da açılmış demektir.
Türkiye’de solun adının da, varlığının da, kavgasının da adresi belli edilmiştir.
Sophokles’in “aklına hayranım, ama korkaklığından nefret ediyorum” sözüne nazire edercesine, aklıyla ve cesaretiyle hayranlık uyandıran bir diriliş yükselmektedir.
Solun bir daha körleştirilmesine, kötürümleştirilmesine izin verilmeyecektir.