AKP’nin sonu ve kavganın ortası…

Yumuşak geçiş peşinde olan düzen içi muhalif öznelerin konumu ve çok esaslı saldırılar karşısında takındıkları tutum, Türkiye’de AKP’ye muhalefet etme ve AKP sonrası yeni dönem fikrini oluşturma görevinin sosyalist hareketimizin omuzlarında olduğunu da kanıtlamıştır.

Türkiye’de siyasal mücadelenin parçası olan sol, sosyalist veya şöyle de söyleyebiliriz, tüm muhalif öznelerin önünde, halihazırda tartışılan ve fakat daha fazla dikkati hak eden bir “temel soru” var: Sürdüremediği düşünülen iktidarını terk etmeyen yahut Türkiye’yi “süreç olarak faşizm” ile “açık faşizm” arasında sallanan bir mengeneye dönüştüren AKP iktidarı bitti denebilir mi?

İktidarı her ne pahasına olursa olsun elde tutmaya çalışan rejim sahiplerinin “kurtarma hamleleri”, kirli bir cilde yapılmış makyaj kadar nafile mi? Yoksa kimilerimizin sadece sefil bir maskaralık olarak küçümsediği kemik seçmen desteği, iktidarın şapkadan çıkardığı tavşanlar ve ellerinde tuttukları sopa, AKP’nin bittiği düşüncesini hatırı sayılır ölçüde zayıflatıyor mu? Ya da bu soruları birbirinin karşısına koyarak tartışmak mümkün ve geliştirici olsa da, biri geçerli olduğunda diğeri geçersiz, biri doğru sayıldığında diğeri yanlış sayılabilir mi?

Söz konusu ettiğimiz sorular ve benzerleri etrafında dönen tartışmada tüm kıstasları yerli yerine oturtmak ve karşımızda duran fotoğrafı net biçimde kavramak… Önümüzdeki döneme dair görev belirlemek açısından da büyük önem taşıyor. Hem böylece, kimi zaman keskin ifadelere bürünebilen tembihlerden de, gücünü ve avantajını bütünüyle fark etmeyenlerin kirli bir yüzdeki makyajla karşılaştığında yaşadıkları ürküntüden de daha az etkileniriz. Belki de, muhalif toplum kesimlerinin dikkatli biçimde izlediği koca koca siyasetçilerin, gazetecilerin, kanaat önderlerinin, “AKP bitti, bir daha ne yaparsa yapsın toparlayamaz” noktasından, “Psikolojik üstünlüğü ele geçirdiler, seçmen desteği artıyor, AKP yeniden iktidar olabilir” noktasına bir eşek arısının kanat çırpması kadar hızlı geçişlerinden de kurtulabiliriz…

***

Öte yandan bize göre, aksi yönde kanı oluşturabilecek kimi varyasyonları da hesaba katarak, “AKP iktidarı bitti mi” sorusuna verilecek en geçerli yanıt, Türkiye’deki mevcut iktidar blokunun asıl unsuru olan bu partinin kuruluşundan bugüne geldiği süreç hesaba katıldığında “evet” olmalıdır.

Şöyle açıklamaya çalışalım;

Birincisi: Bugün AKP iktidarı, geçmişte olduğu gibi, kendi çıkarlarını toplumun temel çıkarları olarak sunma becerisini, toplumsal alanla doğrudan kurduğu bağları ve bununla birlikte iktidar projelerine toplumsal kesimleri dahil etme perspektifini kaybetmiştir.

AKP’nin ilk evrelerinde, sadece bir körlük veya yanlış bilinç olarak görülemeyecek olan, menfaat ve talepleri karşılandığı için bu partiye eklemlenen veya destek veren kitleler önemli ölçüde iktidardan uzaklaşmıştır. Şüphesiz ki, bu sonucun bariz görülmesini sağlayan öncelikli neden, ekonomik krize yol açan iktidarın yoksul halk kesimlerinin beklentilerini karşılamaması ve buna rağmen safahat aleminden fırlamış külhanbeyi gibi bağıran yeni bir asalak kesimin fütursuz yükselişidir.

İkincisi: Bu partinin siyasal yapısı, geniş toplumsal alandan çıkarak, plütokratik ve lümpen bir yeni üst tabakaya daraldığı gibi, sosyo-ekonomik bileşenleri de farklılaşmıştır. Geçmişte Etiler’e, Moda’ya gündelikçi olarak giden kadınların, mahallede esnaflık yapan alt sınıfların, gelecek inşa etmeye çalışan muhafazakar ve liberal gençlerin de suretini belirlediği parti; bugün her biri parti içi çatışmanın tarafı olan İslamcı burjuvalar, ihale zengini siyasetçiler ve uyuşturucuyla ilişkili avantacılar tarafından temsil edilmektedir. Geçmişte toplumla bağ kurabilen kadrolar vasıtasıyla yeni bir siyaset dili, davranış kalıbı ve hatta tarih yazımı üretebilen AKP, tüm bu özelliklerini de kaybetmiştir.

Üçüncüsü: AKP açısından; 1) Kuruluş, 2) İktidar olma, 3) Tekleşme evrelerinden sonra, 2019 İstanbul yenilgisiyle belirgin biçimde başladığını söyleyebileceğimiz “Radikalleşme ve Çöküş” evresinde, geçmişte bile ancak kısmi olarak üstün hale getirebildiği hegemonya büyük ölçüde kırılmıştır.

Yine önceki evrelerinde etkisi hissedilen ve iktidarın düşünce, kültür, kavram, program gibi ideolojik ürünlerini topluma giydiren aygıtları etkisizleşmiş, dolayısıyla politik söylemleri de toplum tarafından daha az benimsenir hale gelmiştir.

AKP’nin ortaya çıkışının ve iktidar oluşunun birden çok nedeni sayılabilir. Bunlardan önemli bir tanesi, AKP’den önceki iktidarlara yakıştırılan “topluma egemen olma sorunu” olarak tanımlanabilir. AKP’nin ilk dönemlerinde ortadan kalktığı söylenebilecek bu sorun, bugün tüm cesametiyle ülkenin üzerine çökmüştür ve sorunun birincil kaynağı da AKP’dir.

Katı bir hiyerarşi, tek lider etrafında örgütlenmiş kitle partisi, “führer miti”nden kopya edilen bir tür “reis efsanesi”, şehit tapınımı, kan ortaklığı, siper toplumu, 20 yıllık iktidarın tutkalı olan ittifaklar silsilesi, toplumu bir bütün olarak budalalığa davet eden “yeniden doğuşçu” ideoloji, mavi vatan, beka problemi, dış düşmanlar, mağduriyet edebiyatı vesaire… AKP döneminde Türkiye toplumuna dayatılan sağ paradigma bütün unsurlarıyla bozuma uğrayarak düzenli şekilde parçalanmakta (fragmantasyon) ve yetisini kaybetmektedir.

Başka örnekler ve saptamalarla da tanımlanabilecek bu çözülme ve çürümeyi; Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik koşullar toplum lehine değişmediği, geniş kitlelerin benimseyeceği yeni bir iktidar anlayışı üretilmediği, yine büyük ölçüde AKP’nin zayıflattığı siyasal alan görünür biçimde demokratikleşmediği sürece tersine çevirmek (imkansıza yakın derecede) mümkün değildir. İktidarın şapkadan çıkardığı birkaç tavşanla, “paramiliter siyaset” ve “sopalı seçim”le tükenmesinin önüne geçmesi veya kaosu kendi lehine kullanması, hiç de öyle “psikolojik üstünlüğü ele geçirdiler, yeniden iktidar olacaklar” feveranında gözlendiği kadar kolay değildir.

***

Peki bu söylediklerimizden sonra; yani yukarıda tarif edilen tablodan sol, sosyalist hareket adına çıkaracağımız sonucu şöyle özetleyebilir miyiz: “Gök kubbenin altında kaos var koşullar mükemmel”…

Mao yoldaş bizi affetsin. Bugün Türkiye söz konusu olduğunda meseleyi bu kadar basit bir çözümlemeye sıkıştıramayacağımız da ne yazık ki açıktır.

Türkiye’nin kaos içinde ve bir korku tüneline sokularak yönetilmeye çalışılması yeni değil. Bununla birlikte, rejimin otoriter yapısını belirgin bir faşizme çevirme niyetinde olduğuna dair tespitler de önceden yapıldı. Üstelik bu başlık, içinden geçtiğimiz günlerde de birçok defa gündeme getirildi. O nedenle çok fazla tekrar etmeden şunu söyleyebiliriz: AKP yaşadığı çözülmeye ve dağılmaya rağmen iktidarı terk etmeye değil, artık bir daha kazanamayacağı iktidarı, elindeki bütün olanakları ve araçları kullanarak gasp etmeye uygun adımlar atmaktadır. Sadece son bir iki haftada yaşanan ve iktidarın muhalefete dönük saldırgan duruşunun zincirlerinden boşandığını düşündüren gelişmeler dahi, seçime kadar geçecek sürecin bir “kuralsız şiddet” ve “muhalefet kırımı” dönemi olacağını göstermektedir.

Gelgelelim, yumuşak geçiş peşinde olan düzen içi muhalif öznelerin konumu ve çok esaslı saldırılar karşısında takındıkları tutum, Türkiye’de AKP’ye muhalefet etme ve AKP sonrası yeni dönem fikrini oluşturma görevinin sosyalist hareketimizin omuzlarında olduğunu da kanıtlamıştır.

Tam da bu nedenle, sadece (gerçekleşeceği varsayılan) seçim sırasında etkili bir sonuç elde edebilmek için değil, seçim öncesinde yaşanacak saldırıları örgütlü bir duruşla püskürtmek ve seçim sonrası yeni bir medeniyetin öncülüğünü yapabilmek için de sosyalist hareketin birlik içinde olması… Mutlaka karşılanması gereken bir ihtiyaçtır.

Son olarak; sol, sosyalist öznelerin ilk adımlarını attığı “üçüncü ittifak” girişimi, kendi niceliğini ve elde edeceği anlık kazanımları aşan bir tarihsel sorumluluk, gelecek günler söz konusu olduğunda bir varlık yokluk meselesidir.