“Amatörce” yönetilen branşlar kapatılsın!
Sporu değil, kupayı sevmek üzerinden kurulan ilişkiler en nihayetinde bir taraflaşmayı da beraberinde getiriyor. Çünkü spor esasında uzun erimli bir yolculukken, biz kupa kazanmak veya kazanmamak üzerinden, varla yok arasındaki keskin uçurumda dolanarak takip ediyoruz. Böyle olunca da genellikle uçurumdan düşüyoruz.
Ülkece spora olan merakımız kupa kazanmakla pek ilişkili olduğu için, hiç ilgilenmediğimiz spor dallarında bile kupa kazanma ihtimali ortaya çıkınca en ateşli taraftar oluveriyoruz. Milyonlarca euro yatırım yapılan, insanların sabah akşam üzerine kafa yorduğu, fikir beyan ettiği, takip ettiği futbolda her sene seviye düşerken, burun kıvırılan basketbol ve voleybol branşlarında Avrupa Şampiyonlukları gelmesi epey ironik olsa gerek.
Sporu değil, kupayı sevmek üzerinden kurulan ilişkiler en nihayetinde bir taraflaşmayı da beraberinde getiriyor. Çünkü spor esasında uzun erimli bir yolculukken, biz kupa kazanmak veya kazanmamak üzerinden, varla yok arasındaki keskin uçurumda dolanarak takip ediyoruz. Böyle olunca da genellikle uçurumdan düşüyoruz.
İnsanın aklına tabii ki, diğer branşlarda yapılabilenin futbolda neden yapılamadığı sorusu geliyor. Örneğin, Anadolu Efes’in iki sene üst üste kazandığı Euroleague şampiyonluğu, sadece Türk basketbol tarihi için değil, aynı zamanda Avrupa basketbol tarihi için de tekrarı güç bir başarı. Avrupa’nın en büyük kupasını, güç dengelerinin yakın olduğu bir turnuvada, iki sene üst üste kazanıyorsunuz. Hatta, pandemi dolayısıyla yarım kalan ve devamı oynanmayan sezonu da katarsak -ki Anadolu Efes’in en gümbür gümbür ilerlediği sezon oydu- yaklaşık 2,5 – 3 seneye yayılan bir dominasyondan bahsediyoruz.
Anadolu Efes’in başarısının altında yatan unsurlara yüzeysel bakarsak, kadroda bulunan Vasilije Micic ve Shane Larkin’den bahsetmemiz gerekir. Kabul edelim ki, bu oyuncuları bugün Avrupa’nın hangi takımına koyarsanız, o takım Euroleague’in iddialı takımlarından biri haline gelir. Lakin bu, yüzeysel olarak bakarsanız böyledir. Zira Anadolu Efes bu oyuncuları seçerken ve transfer ederken Avrupa basketbolunun en iyi oyuncularını alıyor değildi. Oyuncular, bu performansa Anadolu Efes forması altında ulaştılar. Dolayısıyla, bu oyuncuların doğru seçimi ve oyuncuların bireysel performanslarının yanı sıra, Ergin Ataman yönetimindeki oyunu oynama biçiminin bu oyuncuların performanslarını yukarı taşıyıp elit basketbolcular haline getirdiğini söylemek mümkün. Bu da Anadolu Efes yapılanmasının tüketime değil, üretime dönük bir yapı olduğunu da ortaya koyuyor. Anadolu Efes, bütçe olarak Avrupa’nın en yüksek bütçeli takımlarından biri olmakla birlikte, benzer veya hatta daha yüksek bütçeyle yarışan 4-5 takımın daha olduğunu da ifade etmek gerekiyor.
Bir diğer belirleyici hususun da pandemi sürecinin başından bugüne kadronun 1-2 oyuncu dışında korunup, ana yapının istikrarlı bir şekilde bir arada oynamasının da olduğunu ifade etmek gerek. Takım sporlarında kadroyu dağıtan faktörler arasında başarısızlık kadar, başarı da vardır. Kendini ispatlamış, kariyerinin zirvesine ulaşmış hatta Avrupa’nın en iyisi olmuş bir oyuncu grubunu bir arada tutmak finansal olarak kolay bir durum değil. Anadolu Efes yapılanmasının artı hanesine yazılması gereken bir başka husus da bu.
Sporda belki de en zor şey, başarıyı tekrar etmektir. Zira belli bir turnuva mantığı içerisinde amaç turnuvayı kazanmaksa, bunu başardıktan sonra koyulabilecek en yüksek hedef, turnuvayı yine kazanmaktır. Dolayısıyla, ister istemez tekrara düşüyorsunuz ve sporcuları tekrar aynı hedefe ikna etmek hiç kolay olmuyor. Zaten Anadolu Efes bu yıl her ne kadar şampiyon olduysa da sezon içerisinde ciddi iniş çıkışlar da yaşadı. Lakin gaza basması gereken zamanı doğru belirledi, o zaman geldiğinde bunu yapabilecek gücü vardı ve yaptı. Bir spor müsabakasını kazanmak başkadır, maça favori olarak çıkmak başkadır, hem favori olabilmek hem de kazanabilmek bambaşkadır. Bunun en zor ve değerli olanı da Anadolu Efes’in yaptığı şekliyledir.
Finansal istikrar, yönetim istikrarı, teknik kadro istikrarı, kadro istikrarı, oyun istikrarı. Bu başarıların temel sebepleri olarak görünüyor. Futbolda gelmeyen başarının temel sebepleri de yaklaşık olarak aynı sebepler. Futbolda sorun, Micic ve Larkin’e sahip olmamak olarak görünüyor. Devamlı Micic, Larkin arayışı var. O oyuncuların Türkiye’de böyle oyuncular haline gelebileceği fikrine kapalıyız zira öyle bir gelişim zemini olmadığının hepimiz farkındayız. Çünkü başarıyı var eden diğer unsurların da var olmadığını biliyoruz. Bir takım Micic’lerin arayışı içinde hayatımız geçiyor ve o arayış içerisinde futbolda her sene seviye düşmeye devam ediyoruz.
Anadolu Efes örneğinde, bunlar yerli yerinde olduğunda, takımın kaptanı Doğuş Balbay sezonun büyük bölümünü sakat geçirdiği ve Final Four’da da forma giymediği için, kendisi yerine maçlara kaptan olarak çıkan Bryant Dunston’ın kupayı kaldırmasını istemesi gibi jestler ortaya çıkabiliyor. Hayatının en önemli anını, bir başka arkadaşına devretmek gibi büyük bir alçak gönüllülük kolay alınabilecek bir tavır değil. Lakin biz istiyoruz ki, takım bütünlüğünü oluşturan zemini oluşturmayalım, Larkin’i alalım ama takım duygusu da kendiliğinden oluşsun. Başarıyı mümkünse satın alalım, zaten alabiliyorsak her şeyi satın alalım, takım bütünlüğünü de kaç paraysa verelim alalım. Maalesef ve iyi ki, o iş öyle olmuyor. Sporun büyülü taraflarından biri de bu olsa gerek.
Tablo buyken, acaba amatör olarak nitelenen sporlar profesyonelce yönetiliyor ama profesyonel olduğu iddia edilen futbol, amatörce yönetildiği için bu durumda olabilir miyiz diye de sormadan edemiyorum. Futbolseverlerin arada bir ortaya attığı “amatör branşlar kapatılsın” şeklindeki çıkışlarına, “amatörce yönetilen branşlar kapatılsın” desek, acaba ne cevap alırdık. Çünkü hakikaten bu sporların hangisinin amatör, hangisinin profesyonel olduğu birbirine karışmış durumda.