“Enerji, bir ülkenin var olması için mutlaka sahip olması gereken bir güçtür” diyerek karşımıza dikildiler. Ülkenin enerjiye ihtiyacının kendi kaynaklarından karşılanmasının ulusal bağımsızlık olduğunu ve kendi enerjisini üreten ülkelerin üretimde bağımsızlaşacağını, artan yerli enerji sayesinde üretimde maliyetlerin düşeceği ve bu durumun halkın refah seviyesine yansıyacağı yalanları ile son 20 yıldır acımasız bir şekilde doğaya saldırdılar.
Bütün vadilerimize bu amaçla girdiler, ruhsatlandırılmamış dere bırakmadılar. Acımasız bir azgınlıkla canlı yaşam alanlarını tahrip etmeye başladılar. Kapitalizm, tüm vahşeti ile sahadaydı artık. Vadilerimizin, yaşam alanlarımızın yok olduğunu gördükçe derelerimizin boşa aktığı yalanının yaşam alanlarımızın işgalinin ön hazırlığı olduğunu öğrenmiş olduk.
Öğrendikçe yaşam alanlarımıza sahip çıkmaya başladık, yaşam alanlarımıza, tüm canlı yaşamını tehdit eden uygulamalara karşı vadi vadi örgütlenerek sesimizi yükseltmeye başladık, direnişler örgütledik. Biz direnişler örgütledikçe devlet yüzünü göstermeye başladı, askeri ve polisi ile şirketlerin yanında yerini aldı.
Sadece asker ve polisle bu işi yapmadı. Vadilerde yaşayan insanları iş ve para karşılığında böldüler. Siyasi iktidar, yani AKP dini ve milliyetçiliği de sonuna kadar kullanarak bu direnişlerin karşına çıkardı.
Bu durumu yasadıklarıyla en iyi örnekleyen yaşam savunucusu bir arkadaşımız olan Recep Memişoğlu şöyle anlattı:
“Yakında yaşadığım bir olayı aktarayım. Fındıklı'da halk, uzun süredir balık çiftliğinin Çağlayan deresinin suyunu neredeyse tümüyle çiftliğe akıtmasının mücadelesini veriyor. O yetmezmiş gibi şimdi de şirket ikinci çiftliğini kuruyor. Bu ne demek, suyun 1,5-2 km daha borulara hapsedilmesi demektir. İşte bu ikinci çiftliğin mahkeme bilirkişi heyetinin geldiği günü olay yerine doğa severler olarak gittik. Bir de ne görelim, patron fabrikasında çalıştırdığı işçiler ve aileleriyle birlikte bizden çok kişiyle karşımıza dikilmişlerdi.
Ne mi oldu? Halk karşı karşıya geldi ve bizden kalabalık olan karşı taraf, jandarma olmazsa bizi döveceklerdi. Oysa iki taraf da o vadinin insanlarıydı.
Olayın böyle de bir boyutu var olduğunu söylemiştik. Bizler önce bu vadilerde yaşayan insanımıza olayın vahametini göstermek zorundayız.”
AKP’nin saldırıları sadece HES’lerle bitmedi. Enerji ihtiyacında düşük maliyet ve bağımsızlık yalanları nükleer enerji santrallerini hayatımıza soktu. Bölgemiz bundan da nasibini aldı. Sinop gibi doğal güzellikleriyle gözde bir ilimiz nükleer için heba edildi.
AKP, yandaşlarının çıkarları için tüm ülkeyi, doğayı rant alanına çevirmeye kararlıydı. Kimseyi dinlemiyor, tüm vahşiliği ile bölgenin tüm vadilerine, yaylalarına, ormanlarına, derelerine saldırıyordu.
Bugün maden adı altında bölgenin yüzde 60 gibi büyük bir alanını maden arama alanı ilan etmiş ve ruhsatlandırmıştır. Halkın direnişini kırmak için savaş zamanı kullanılan zorunlu kamulaştırma kanununu devre sokarak pek çok hukuki yolun önünü de tıkamış oluyor.
HES’ler, nükleer santraller, madenler, yeşil yol ve taş ocaklarının milli çıkarlar uğruna yapılması elzem olan işler ve yapılar olduğu yalanlarını söyleyen yüksek makam sahibi yalancıların, AKP’nin, şirketlerin geleceğimizi çalmasını daha ne kadar izleyeceğiz?
Enerjiye sahip olmak için nelerimizden vazgeçmek, hangi yalanlara kanmak, çocuklarımıza nasıl bir dünya bırakmak zorundayız? Evimizde ampul yansın, bilgisayardan internete girelim diye neleri feda etmek, nelerin canına okumak zorundayız?
Kıyısında piknik yaptığımız, arkadaşlarla içtiğimiz derelerin, çayların boruların içine hapsedilmesine daha ne kadar göz yummak zorundayız? Evimizin önünden akan suya başkalarının sahip çıkmasını, onu istediği gibi kullanmasını, suyun ticarileştirilmesini daha ne kadar sesimizi çıkarmadan izleyebiliriz.
Yaylalarımızın ve ormanlarımızın madenler, taş ocakları için AKP’nin şirketleri adına talan edilmesine daha ne kadar izin vereceğiz?
Nükleer santrallerle hayatımızın, geleceğimizin tehlikeye sokulmasına ne zaman dur diyeceğiz?
Artık dur deme zamanı gelmiştir.
Çalınan bizim ve çocuklarımızın hayatıdır. Yapılan HES’lerin verimli olmadığı görülmüştür, amacın sadece yandaşlara para aktarma ve inşaat sektörünün sürdürülebilirliği için yapılan projeler olduğu ortadadır. Gelinen noktada verimlilikleri sorgulanmaktadır. Bu yüzden yeniden bu vadilerin eski haline getirilebilmesi, eski doğal durumuna kavuşturulması için bir rehabilitasyon süreci başlatılmalıdır.
Bölgede gazetecilik yapan Gençağa Karafazlı, bölge ile ilgili planların 90’lı yılların başında başladığını ve ilk adımın dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde sahil yolu projesi ile atıldığını, tüm bu yapılanlara bu perspektif ile bakılması gerektiğini ve sahil yolu projesinin Kafkaslara ve Türki cumhuriyetlere ulaşmayı sağlayan emperyal hedefler taşıyan bir proje olduğu gerçeğini unutmadan mücadeleyi sınıfsal temeller üzerine oturtmamız gerektiğini belirterek daha kapsayıcı bir mücadele tarzına geçmemiz gerektiğini belirtiyor.
Nükleer santrallerin yapımı acilen durdurulmalıdır. Bunun sorumluluğu sadece o bölgede yaşayan yaşam savunucularına bırakılmamalıdır. Hepimizin ortak geleceği için mücadele şehirlerde ki emek mücadelesi ile birleştirilmelidir.
Bölgede mücadele eden bir yaşam savunucusu olan Murat Atabek, “bundan 20 yıl önce Karadeniz’de 16 tür balık vardı. Şimdi bu sayı 10’un altına inmiş durumda. Bunlardan bir tanesi hamsidir. Hamsi en yağlı ve leziz dönemini Sinop açıklarından geçerken kavuşur. Ama nükleer santralin soğutulması için kullanılacak deniz suyunun su sıcaklığını artıracağından hamsi gibi türlerinde yok olacak" diyerek, “Karadeniz tamamen ölü bir deniz haline gelecektir artık sesimizi daha çok yükseltmemiz gerekiyor” uyarısında bulunuyor.
Doğaya yapılan saldırı yaban hayatını tehdit ettikçe insanoğlu kendisini felakete taşıyacak pek çok olayı daha sık yaşayacaktır artık. Korona virüslerinin yerini başka virüsler almaya devam edecek ve insanlık salgınlarla yaşamak zorunda kalacak.
Önümüze duran görev, yaşam savunucuları olarak yaşadığımız tüm felaketlerin doğaya acımasızca yapılan saldırıların bir sonucu olduğunu daha organize bir şekilde bir araya gelerek anlatabilmenin yollarını bulmak ve daha kararlı adımlar atarak yıkılması gerekenlerin yıkılması gerektiğini daha yüksek perdeden söylemek. Yapılmaması gerekenlerin yapılmaması için ilmik ilmik yeniden mücadeleyi örgütlemek ve yükseltmek.