Atık emek: Kapitalizmde yaşamın gereksizliği
Neoliberal kapitalizmde işe yaramayanın ya da faydasız olanın yaşamasının gereksizliği kuralı bozulmuyor; sermayeye aktarılması gereken kaynaklar emeklilik, sosyal hizmet, toplu konut, ücretsiz sağlık gibi uygulamalarla boş yere harcanmıyor; Farsoud’un atık emek statüsünde bir değişiklik olmuyor.
Bilinen saptamalarla başlayalım. Kapitalizmde tüm metaların üreticisi olan emek gücünün kendisi de bir metadır. Yani, piyasada alım-satım işlemine konu olması gereken bir maldır. Bir kez meta statüsü kazandığı andan itibaren ise, emek gücü de metaların tabi olduğu tüm kurallara tabi hale gelir.
Örneğin, her meta gibi emek gücünün değeri de onu üretmek (ya da yeniden üretmek) için gerekli olan emek zamanla ölçülür. Ya da tıpkı diğer metalarda olduğu gibi piyasada karşılık geleceği fiyat (emek gücünün ücreti) ona olan ihtiyaçla (arz-talep ilişkisiyle) yakından ilgilidir. Veyahut bir meta olarak emek gücünün de bir maliyeti vardır ve ancak üzerine bir kar konması mümkünse bu maliyeti karşılamak rasyonel bir yatırım sayılır.
Dediğim gibi, bunlar bilinen şeylerdir ve klasik ekonomi politikten Marx’a kadar ayrıntılı bir biçimde gösterilmiştir.
Fakat üzerinde bir miktar düşündüğümüzde konunun iktisat kuramının ötesine taşan, doğrudan doğruya toplumsal ilişkilere, insan ile toplum arasındaki bağa, hatta bizzat yaşam ve varoluşa dair kabullere uzanan boyutları vardır. Emek gücü bir kez meta olduğunda, ona olan ihtiyacın ortadan kalkması halinde artık hiçbir “değer” taşımayacağı görülür. Haliyle, herhangi bir “değer” barındırmayan bu emek gücüne masraf yapmanın da rasyonel bir gerekçesi kalmaz.
Eğer kapitalizm, tarihi boyunca hiçbir dirençle karşılaşmasaydı, şimdiye kadar çoktan bu vahşi gerçek toplumların “normal”i haline gelebilirdi. Ancak, çok uzun yıllara ve farklı coğrafyalara yayılan işçi sınıfı mücadelesi sonucunda artık işe yaramadığı düşünülen emek gücünün maliyeti kamu otoritesi sıfatıyla devlet tarafından karşılanmış, tamamen emek gücünün etkinliği sayesinde biriken sermaye de dolaylı yollarla bu maliyete ortak edilmişti.
Günümüz neoliberal kapitalizmine geldiğimizde bu göreli denge hızla ve yıkıcı biçimde bozuldu. Önce, sermaye söz konusu maliyete ortak olmayı reddetti; ardından devletin de kaynakları “israf” etmemesini, örneğin ucuz kredi ya da teşvik biçiminde sermayeye akıtmasını, bu arada artık işe yaramadığı düşünülen emek gücüne de fazla masraf yapmamasını sağladı. Böylece kapitalizm, dediğim gibi eğer işçi sınıfının direnişiyle karşılaşmasaydı çoktan norm haline getireceği bir toplum tarzına uzun bir kavisin ardından çağımızda ulaşmaya yaklaştı.
Şimdi, emek gücü (ve haliyle onu bünyesinde barındıran insan bireyi olarak emekçi) sermayenin birikim ve kar ihtiyacını karşıladığı sürece ve karşıladığı ölçüde değerlidir. Ona yönelik yatırımın da onun için yapılan masrafın da tek ölçüsü sermayeye faydalılığı, yani sermaye birikimine ne miktarda kar üreterek hizmet ettiğidir. Bu faydalılık, ister emek gücünün kendi niteliklerinden kaynaklansın isterse sermayenin sektörel tercihlerinden, bir kez yok olduğunda ise geriye kalan işe yaramaz, kullanışsız bir “şey”dir. Kısacası, atık emektir.
Artık kamucu politikaların ya da toplumsal dayanışmanın değil, atık yönetiminin bir konusudur.
***
Bütün bunların bir örneğine bir ay kadar önce Kanada basınına düşen bir haberde rastladık.
Kanada Ontario’da yaşayan 54 yaşındaki Amir Farsoud, Kanada hükümetinin sunduğu MAID - Medical Assistance In Dying adlı servise başvurarak ötenazi istedi. MAID, tedavi şansı bulunmayan ve dayanılmaz acılar çeken yurttaşların başvurabileceği ve konsültasyon sonucunda başvurusu kabul edilirse kişinin acılarının dindirilmesine yardımcı olan bir program. Farsoud da yıllardır mustarip olduğu hastalık nedeniyle büyük acılar yaşayan biri.
Ancak Farsoud’un başvurusundaki esas detay burada değil. Zaten Farsoud da çektiği dayanılmaz acılara rağmen yaşamak istediğini, ötenazi başvurusunun hastalığıyla ilgisi olmadığını söylüyor. Farsoud’un ötenazi başvurusunun nedeni kendisinin “atık emek” statüsünde olması aslında.
Farsoud, hastalığı nedeniyle çalışamayacak durumda olduğu için devletten para yardımı alıyor. Ancak ev sahibi onu evden çıkarmaya karar verince, devletten aldığı yardımla yeni bir ev kiralamasının, faturalarını ve zorunlu giderlerini karşılamasının imkansız olduğunu görüyor. Ve kendisini bekleyen kaçınılmaz gerçeğin tümüyle farkında olan Farsoud “homeless”, yani evsiz olmamak için, sokağa düşmemek için, uzun yıllar acılar içinde taşıdığı bedenini ve haysiyetini yerlerde sürümemek için ölmeyi tercih ediyor.
Neyse ki, Farsoud’un başvurusunun haberleştirilmesinin ardından online bir bağış sitesinde hızlı bir kampanya organize ediliyor ve 60 bin dolar toplanıyor. Ölümden korktuğunu, ama sokakta yaşamaktan daha çok korktuğunu söyleyen Farsoud, yardıma muhtaç hale getirilen her insanın üzerine yerleşen mahcup neşeyle başvurusunu geri çektiğini açıklıyor.
Farsoud yaşamını 60 bin dolar karşılığında yeniden kazanıyor. Ömrünü acılar içinde de olsa sürdürebilmek, ekonominin değil doğanın ona biçtiği sona kadar nefes alabilmek, bir atık emek örneği olarak çöplüğe sürülmekten kurtulabilmek için sadece 60 bin dolar gerekiyor. Ve tabi ki bu 60 bin dolar yine kamudan ya da sermayeden fonlanmayıp vicdan sahibi başka yurttaşlar tarafından, belki işler ters gittiğinde ya da mesela bir on yıl sonra kendileri de Farsoud’la çok benzer durumlara düşebilecek olan kişiler tarafından karşılanıyor.
Neoliberal kapitalizmde işe yaramayanın ya da faydasız olanın yaşamasının gereksizliği kuralı bozulmuyor; sermayeye aktarılması gereken kaynaklar emeklilik, sosyal hizmet, toplu konut, ücretsiz sağlık gibi uygulamalarla boş yere harcanmıyor; Farsoud’un atık emek statüsünde bir değişiklik olmuyor.
Keskinliğinin dehşetiyle beliriverdiği anda tüm sözleri gereksizleştiren, hiçbir yoruma ihtiyaç bırakmayan, adeta göreni sus pus eden vahşet manzaraları gibi, Farsoud’un hikayesi de daha fazla yoruma gerek bırakmıyor.
Ama yoruma değilse de bir kolektif sonuca ihtiyacımız var gibi. O da kapitalizmin insanlık üzerinde yüzyıllardır sürdürdüğü egemenliğin bir an önce sona erdirilmesinin sadece sosyalist mücadelenin bir hedefi olmadığı, aynı zamanda onurlu ve insanca bir yaşamın da ilk şartı olduğudur.
Eğer yaşamının gereksizliğini tartışacağımız bir şey varsa, kapitalizmin ta kendisinden söze başlamak zorunluluktur.