Putin’in Belgrat ziyaretinin yansımalarını ele aldığımız geçen haftaki yazımızda NATO ve AB’nin Rusya’nın Balkan siyasetinde artan etkisinden duyduğu rahatsızlıktan kısaca bahsetmiştik. Bu haftaki yazımızda bu rahatsızlığın arkasında yatan nedenlere değineceğiz.
Öncelikle şunu ifade etmemiz gerekiyor: Suriye iç savaşında olduğu gibi, Rusya’nın Balkanlar’a olan ilgisi de kendi inisiyatifinden çok Balkan siyasetinin çağrısı ile belirlenen bir dinamiğe sahiptir. Balkanlar’da NATO ya da AB ile ilişkilerde köşeye sıkışan yerel siyasetçiler için Rusya kartı uluslararası siyasette ellerini güçlendiren bir etkiye sahiptir ve Putin de bunu oldukça iyi değerlendirmektedir.
NATO ve AB ise asıl olarak bundan tedirgin. Yoksa, Rusya’nın Balkanlar’da muazzam yatırımları olduğundan, Balkanlı siyasetçileri güdümünde tuttuğundan değil.
Bulgar kökenli akademisyen Dimitar Beçev’in yakın zamanda yayınlanan “Rakip Güç; Güneydoğu Avrupa’da Rusya” (Rival Power: Russia in Souteast Europe) başlıklı kitabı Rusya’nın Balkan siyasetindeki gücünü değerlendirirken, bunu Rus dışişlerinin muhteşem başarısı olarak görmek yerine, Balkanlı siyasetçilerin NATO ve özellikle de AB karşısında bir koz olarak Rusya’yı kullanmalarında aramak gerektiğinin altını çiziyor. Rusya’nın Balkanlar’daki tarihsel ve kültürel etkisi sadece hükümetler nezdinde değil: Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan gibi ülkelerde Rusya ile ilişkileri sıcak tutma taraftarı iktidarlar var. Rusya ile sıkı ilişki kurma taraftarı olmayan, Atlantik merkezli siyaset izleyen hükümetler ise Rusya ile daha tarafsız ilişkilerin kurulmasını yeğleyen muhalefetin baskısı altında. Banja Luka’dan Lefkoşa’ya kadar uzanan coğrafî hat boyunca Kremlin’le daha sıkı bir işbirliği, hatta askerî ve finansal ittifak peşinde koşan siyasetçiler marjinal bir konumda değiller.
Dahası, Rusya ile daha tarafsız ilişki yürütülmesi talebi sadece parlamenter siyaset değil, halk nezdinde de yansımasını buluyor. Bu durumun en önemli gerekçesi, genel olarak Doğu Avrupa’da AB’ye karşı büyüyen bir kuşku ve bu kuşkunun büyüttüğü tepki. Bu tepkinin büyümesinin en önemli nedenlerinden biri AB’nin geçtiğimiz senelerde Güneydoğu Avrupa’da AB genişleme sürecinde acele edilmeyeceğini açıklamış olması.
AB’nin Balkan politikasını kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: Balkanlar sorunlar yumağı olsa bile gürültü-patırtı olmadığı müddetçe statükoyu desteklemek, var olan dengeyi korumak.
Psikoloji terminolojisiyle ifade edecek olursak; AB’nin Balkan siyaseti bir anlamda kişisel ilişkilerde karşı tarafı manipüle eden pasif agresif karakterle aynıdır. Pasif agresif karakter durumu değiştirmek için aktif olan kişiyi ise “agresif” olmakla suçlayacaktır elbette.
AB ve NATO’nun Rusya’ya karşı yaptığı da tam olarak budur. Sanki ortada stabil, cennet gibi bir Balkanlar varken Rusya’yı Balkanlar’ı karıştırmakla suçlamak!
Rusya ise küresel dış politikasını uygulama hevesinde: Tek kutuplu değil, çok kutuplu bir küresel denge. Bunun dışında Balkanlar’la ilgili, Balkanlar’ı siyasî ve askerî kuşatma altına almak gibi bir gayesi en azından bu süreçte yok. Rusya’nın amacı belli. Balkanlar’ın herhangi bir küresel güç tarafından kontrol altına almasını engellemek.
Fakat AB ve NATO’nun amacı ise tam tersi: Balkanlar’ı en küçük noktasına kadar kontrolü altına almak! 650 bin nüfuslu herhangi bir stratejik önemi olmayan Karadağ’ın NATO üyeliğindeki ısrar, ülkedeki dengeleri tepetaklak etme pahasına, hatta yeni bir iç savaş çıkma tehlikesine bile aldırış etmeden Bosna’ya NATO üyeliği için kur yapmak Balkanlar’ı istikrarsızlaştırmaktan başka nedir?
Bu bağlamda Rusya’nın Balkanlar’ı destabilize etmeye çalıştığını iddia etmek pasif agresif kişilik bozukluğunun dış politikadaki yansımasından başka bir şey değildir.
AB ve NATO’nun Rusya’dan tedirgin olması ise anlaşılabilir bir şey. Bir dönem rahatlıkla at oynattıkları Balkanlar kendileri için kolay bir coğrafya değil artık. Rusya 1999 Rusyası değil. Rusya’nın günümüzdeki Balkanlar’daki varlığının, hükümetler, siyasi partiler ve daha da önemlisi halkın önemli bir bölümünün gözündeki meşruluğu AB ve NATO’nun bu coğrafyadaki hareketlerini sınırlıyor.
AB’yi ve ABD dışında NATO üyesi ABD vasallarını tedirgin eden şey ise Trump’ın Balkanlar politkasına tamamen ilgisiz kalması. Zaten geçtiğimiz Nisan’da Waşington’da ağırladığı Litvanya, Letonya ve Estonya devlet başkanlarını 1990’da birbirlerine karşı savaşmakla suçlamıştı. Trump bu üç ülkeyi Balkan devleti zannediyordu. Kendisi Baltık’la Balkanlar arasındaki farkı bile bilmiyor.
Özgür Dirim Özkan’ın İleri Portal’dan önce yayınlanan yazıları buraya, bazı yazıların İngilizce çevirileri için ise buraya tıklayabilirsiniz.