Başkanlık parantezinde CHP

Malum, AKP’lilerin çok sık kullandığı bir benzetme “parantezi kapatmak”. Kast ettikleri de 1923’de kurulmuş olan cumhuriyetle birlikte açıldığını ileri sürdükleri “100 yıllık parantez”. Dediklerine göre, o “100 yıllık parantez” kapatılacak ve şanlı Osmanlı geleneği, padişahlık ve hilafet rejimi yoluna kaldığı yerden devam edecek.

14 yıllık AKP iktidarı, çeşitli görünümleriyle bu karşı-devrimin hayata geçirilmesinin de tarihidir aynı zamanda. Dokunulmazlıkların kaldırılması ile şekillenen son günlerde ise, işte bu 14 yıllık karşı-devrimin son uğraklarından biri yaşanmıştır.

Türkiye’de, lafzi düzeyde dahi, bir parlamenter rejimden söz etmenin yolu kalmamıştır. Cumhuriyet tasfiye edilmiş, Saray rejimi bir padişahlık ve hilafet biçimi olarak tanzim edilirken en zorlu eşiği geride bırakmıştır.

CHP’nin “evet” dediği teklif budur.

Bu ülkede cumhuriyetin kurucusu olan parti, o ya da bu şekilde, cumhuriyetin tasfiyesine de dahil olmuş, katkı sunmuştur.

***

CHP’nin “korkunç ama evet” tutumunun gerekçeleri birçok kez dile getirildi. İler tutar yanı olmayan bu savunulardaki ortak noktalardan biri, bunun CHP’nin geliştirdiği bir taktik olduğu yönünde.

Söylenenlere göre, CHP, Erdoğan’ın olası bir referandum sürecinde yeniden sokaklara inerek İslamcı-faşizan tabanını mobilize edeceğini, kürsülerden yapacağı propaganda ile CHP’yi “terör örgütü” ile yandaş göstereceğini ve bu yolla da konsolide ettiği tabanı cumhuriyeti yıkmaya yönelen bir fiili atağa kaldıracağını görmüş ve bu kozu Erdoğan’ın elinden almak için “evet” demiştir.

Evet, bu bir taktiğe benziyor gerçekten de. Ancak sorun şurada ki, bu taktik kendi siyasal ve toplumsal hedeflerine ulaşmaya çabalayan bir siyasal öznenin değil de, iktidarın gadrine uğramamak için kılık değiştirme de dahil türlü yollara başvuran bir “siyasal nesne”nin taktiğine benziyor.

Genel yaklaşımı bir kenara bırakalım, söz konusu taktik, kendi somut varsayımlarını bile yeterince hesap etmemiş görünüyor. Zira, referanduma gidilmemesi için “evet” oyu verilmesine rağmen, Erdoğan istediği takdirde, teklif her koşulda referanduma götürülebiliyor zaten.

Ya da deniyor ki, “referandum olsa da ‘evet’ çıkacaktı”. Olabilir, referandumda da söz konusu teklif kabul edilebilirdi. Ancak öyle bile olsa, CHP, inşa edilen rejime karşı güçlü bir direnişin parçası olmuş olur, anayasayı ve cumhuriyeti, eşitlik ve kardeşliği korumak için mücadele eden bir parti olarak görülürdü.

Bu şekilde ise, anayasaya aykırı olduğunu bile bile “evet” diyerek anayasanın iptal edilmesine yardımcı olan, daha anayasayı, temel hak ve özgürlükleri bile koruyamayan, halkın meclise temsilcilerini gönderme hakkını savunmaktan ve korumaktan aciz bir konuma düşülmüş oluyor. Açık ki, böyle bir liderliğin Türkiye’yi AKP’den kendisinin kurtarabileceğine, bırakın kurtarmayı, koruyabileceğine bile ikna etmesi imkansız.

CHP’nin taktiğinin somut karşılıkları ve çıkmazları hakkında daha onlarca şey yazılabilir, yazdık da. Bunların çoğu da artık biliniyor. O yüzden burada fazla zaman kaybetmeyeceğiz.

Daha önemli olan ise, CHP’nin de bütün bunları biliyor olması. Diğer bir deyişle, anayasa hukukçuları, deneyimli vekilleri, Meclis işleyişine hakim temsilcileri olan bir partinin bu denli bariz detayları hesap etmemiş olması düşünülemez.

Yani, CHP ne yaptığını gayet iyi bilmektedir.

O halde asıl soru burada sorulmalıdır: Ne yaptığını ve yaptıklarının somut sonuçlarını bilen CHP, neden yine de bunu yapmaktadır?

Yanıt, parantezde gizli.

***

Parantez ise, resmi rakamla Türkiye’nin 96 yıllık cumhuriyet geleneğinin sonunu işaret etmektedir.

Uzun yıllara yayılmış neo-liberal dönüşüm sürecinin en kritik ve zorlu başlığı, kuşkusuz, rejimin hem filli hem de anayasal olarak biçimlendirilmesiydi. Daha önce de bir çok kereler değinildiği gibi, emperyalizm ve ülke burjuvazisi açısından Türkiye’ye klasik parlamenter rejim “bol” geliyordu.

Bunun yerine, yürütmenin hızlandığı ve güçlendiği, denge ve fren mekanizmalarının gevşetildiği, hukuksal denetimin ve kuralların devre dışı bırakıldığı, böylelikle sermayenin beklentilerinin toplumda bir konsensüs ya da rıza aranmadan siyasal iktidarın tasarruflarıyla karşılanabileceği bir model, hem Türkiye burjuvazisinin isteğiydi hem de dünya genelinde emperyalizmin eğilimleriyle uyumluydu.

Daha açık bir biçimde ifade edelim; başkanlık sistemi, sadece Erdoğan’ın güç arayışının ve saplantılı hırsının sonucu değildi, aynı zamanda sermaye sınıfının ihtiyaçlarının da karşılanması anlamına geliyordu.

Tartışmaya gerek yok ki, Erdoğan bu vizyonu çok daha ötelere götürmüş ve kendi ek ajandasını da başkanlık projesiyle bütünleştirmiştir. Erdoğan, burjuvazinin başkanlık beklentisine yanıt verirken, kendisi de bu beklentiden nemalanmayı ihmal etmemiştir yani.

Zaman zaman karşılaştığımız ve burjuvazi ile Erdoğan arasında esaslı çatlaklar olduğunu düşündürmeye iten, ancak sonrasında ne hikmetse ses seda duyulmayan atışmaların arka planında da bu karşılıklılık hali yatmaktadır. Türkiye burjuvazisi açısından başkanlık bir kabuldür, tartışma konusu olabilecek şey sadece Erdoğan’ın başkanlığıdır. Ancak, Erdoğan dışında, böylesi bir dönüşümü taşıyıp geniş kitleler karşısında meşrulaştırabilecek başka bir siyasal aktör de görünmemektedir.

Burjuvazi, başkanlık arzusunda, Erdoğan’dan kuşku duysa da Erdoğan’a muhtaçtır.

İşte bazen ayar verme ihtiyacı hissetse de burjuvazinin Erdoğan karşısında süngüyü düşürmesinin nedeni budur.

Aynı neden, muhalefet için de geçerlidir.

Bu anlamda, Erdoğan, karşısında başkanlık parantezine aldığı bir toplamla dans etmektedir. İster sağa ister sola doğru çekiştirilsin, parantezin iki yanı başkanlıkla kapalı olduğu sürece, Erdoğan’ın oyunu her zaman kazanmaması için fazlaca bir sebep de yoktur.

Türkiye burjuvazisi ile organik bağlara sahip, Türkiye kapitalizminin kurucu partisi olan CHP’nin de bu paranteze hapsolması, bu açıdan şaşırtıcı değildir. CHP, Erdoğan’a karşı başkanlık eleştirisinin sınırını ve şiddetini sürekli ayarlamak, bu yolla hem burjuvazinin beklentileriyle uyumlu olduğunu göstermek hem de elindeki geniş toplumsal desteği başkanlık karşıtı bir çizgide radikalleştirmemek durumundadır.

CHP, parantezin içinde ve içinden konuşmak zorundadır yani.

Biliyorlar ama yapıyorlar derken kast ettiğimiz de budur.

Zaten bunu da yapmasa, CHP’ye ne diye “düzen partisi” denilsin ki?

***

Yine de bunları “CHP zaten düzen partisi” deyip konuyu kapatmak için yazmadık. Yaşanan şey, hem yakın vadeli hem de ilerideki sonuçları açısından tarihsel önemde bir adımdır. Bir yanıyla rejimin dönüşümü ve inşası boyutuyla, bir yanıyla da toplumsal muhalefetin ve AKP karşıtı direncin gündemi açısından daha fazla ele alınmalıdır.

Öncelikle, yaşanan şeyin bir Saray darbesi olduğunu belirtmek gereklidir. Erdoğan, dokunulmazlıkların kaldırılması yoluyla HDP’ye, dokunulmazlıkların kaldırılması karşısında pasifize ederek de CHP’ye darbesini indirmiştir. Bu arada MHP içindeki süreçleri manipüle ve kontrol edişi de darbenin diğer ayağıdır. Erdoğan’ın son darbesi ise, kendi partisine olmuştur. Zaten hiçbir direnişle karşılaşmayacağı belli olan bu hamleyle Erdoğan partisine de darbe indirmiştir.

Ancak bu darbelerde gizli olan hedef, basitçe Meclis aritmetiğini değiştirmek ya da muhalefeti etkisizleştirmek değildir. Erdoğan’ın arka arkaya indirdiği darbelerin hedefi doğrudan parlamenter sistem ve Meclis’in meşruiyetidir.

Kimin vekil ya da başbakan olacağına halkın oy vererek karar verdiği bir parlamento yerine, bunları Erdoğan’ın kararlaştırdığı bir parlamento, yani artık parlamento olmayan bir parlamento, başkanlık için atılan adımların en yıkıcı olanlarındandır.

Dokunulmazlıkların kaldırılması konusundaki aldatmaca da bunun göstergesidir zaten. Zira, tek tek milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve yargıya sevk edilmeleri, halihazırdaki hukuk ve AKP’nin meclisteki çoğunluğu ile mümkünken, Erdoğan bunun yerine parlamentonun tümüne yönelen bir hamleyi tercih etmiştir.

Erdoğan, dokunulmazlıkları değil, parlamentoyu ve halk iradesini kaldırtmıştır.

Parlamento, bundan böyle, Erdoğan’ın bir aygıtı olarak işlev görecektir. Erdoğan’ın istediği vekil olabilecek, onun istediği kişi başbakanlık yapacaktır. Halkın oy vererek ve meclise temsilcilerini göndererek belirleyeceği bir süreç kalmamıştır.

CHP’nin “evet” dediği darbe budur.

Dahası CHP, sadece “hayır” seçeneğinin arkasında ilkeli biçimde durmazlık etmemiş, aynı zamanda toplumda güçlü ve mücadeleci bir “hayır” seçeneğinin oluşmasına, “hayır” cephesinin Erdoğan’la göğüs göğse bir mücadeleyi yükseltmesine de engel olmuş, “hayır” fikrinin altını boşaltmıştır.

Erdoğan’a “hayır” demek, “halka anlatamayız” zırvalıkları içinde, ayıp, günah, yasak bir şey derekesine indirilmiştir. Türkiye’nin dört bir yanında “hayır” seçeneğini anlatıp örgütlemesi gereken parti, teklife “hayır” denilemeyeceğinin, Erdoğan’a karşı çıkılamayacağının propagandasını yapar hale gelmiştir.

CHP, bir kez daha, kendi sağına değil soluna tekme indirmiştir.

CHP, Kürt sorununun parlamentoda çözülmesi gerektiğini söylerken, Kürt vekillerin parlamentodan atılmasına onay vererek, Kürt sorununun çözümü konusundaki inandırıcılığını da yitirmiştir. Türkiye’de Gezi’yle yakalanan Türk ve Kürt ilericilerinin, emekçilerinin ortak mücadelesi umuduna, farklı biçimlerde olsa da AKP ve PKK’den sonra son darbeyi de CHP indirmiştir.

Ve son olarak, CHP, parlamentonun ve cumhuriyetin tasfiyesiyle birlikte kendi zeminini de yok etmiştir. Silahlı bir güce dayanan ve 30 yıldır savaşan bir Kürt siyasetinden farklı olarak, CHP parlamenter zeminin dışında siyaset yapma imkanı olmayan bir partidir. Erdoğan’ın darbesinden sonra kağıt üzerinde kalan bir parlamento ise, bırakın muhalefet ve siyaset zemini olmayı, çok yakında CHP’lilerin de sille tokat kapı dışarı edileceği bir sirke dönüşecektir.

CHP’nin “evet” dediği, bizzat kendi ipinin çekilmesidir.

Nihayetinde ve ne iyi ki CHP’nin içinde bu suça ortak olmayan çok sayıda vekil, CHP’nin tabanında da Erdoğan’a kafa tutmaktan çekinmeyen geniş bir ilerici toplumsallık vardır.

Yaşanan darbe sürecinin CHP üzerindeki ve içindeki etkilerini görmek içinse biraz vakte ihtiyaç duyulacaktır.

Tabi, bir yandan da “hayır” cephesini örgütlemeye ve büyütmeye devam edenler vardır.

Parantezi yıkıp parçalayacak olanlar onlardır.