Bay Sanderson’lar rejimi

Marx, büyük eseri Kapital’in 1873 yılındaki Almanca ikinci baskısına yazdığı sonsözde, “Alman işçi sınıfının geniş çevrelerinde Das Kapital’in böylesine hızla beğeni kazanması, emeklerimin en iyi ödülü olmuştur” sözleriyle, işçilerin Kapital’e gösterdiği ilgiye şükranlarını iletiyordu. Çünkü Kapital, sadece Alman işçileri arasında da değil, değişik ülke işçi sınıfları tarafından ilgiyle karşılanmış ve bol bol okunup tartışılmıştı. O tarihlerde, kimsenin aklına “halkın anlayacağı dilde yazmak” düşüncesi gelmemişti henüz. 

Sonra ne olduysa oldu, Marx’ın işçiler tarafından anlaşılmadığını, çünkü çok “ağır” bir dille yazdığını, dolayısıyla da marksizmin işçi sınıfı içerisinde güçlenemediğini söylemek moda oldu. İşte Kapital de, bu modanın en fazla göndermede bulunduğu kitap haline geldi. Marksizmin anlaşılması zaten güçtü, Kapital ise bu “anlaşılmazlar arasında en anlaşılmaz” olan eserdi. Kapital’i ancak iktisatçılar, entelektüeller ya da akademisyenler okuyup anlayabilirdi. 

Oysa Marx’ın eserlerine ve bu eserleri hazırlarken güttüğü kaygılara yakından ve dikkatlice bakıldığında, çapraşık, içrek ya da ağır bir dille konuşmak şöyle dursun, her zaman insanlara meramını anlatmayı amaçlayan, eserlerinin ve düşüncelerinin filozoflar ya da iktisatçılar arasında değil, geniş emekçi kesimler içerisinde anlaşılmasını ve tartışılmasını arzulayan biriyle karşı karşıya olduğumuz görülecektir.

Bu kişi meslekten bir felsefeci, aynı zamanda da bir tarihçi ve iktisatçı olarak, kuşkusuz, ancak uzmanlarının vakıf olabileceği birçok konuda da düşüncelerini yazdı ve yayınladı. Fakat bu türden çalışmalarını anlamak için ne felsefe tarihinin sorunları hakkında engin bir bilgi birikimi ne de tarih ya da iktisat alanlarında akademik formasyon gerekiyordu. Hatta, ancak sınırlı sayıda ve eğitimli bir insan topluluğunun anlayabileceği varsayılan karmaşık sorunları dahi en yalın haliyle anlatma becerisinin Marx’ın en önemli özelliği olduğunu söyleyebiliriz. 

***

Kapital’e dönersek, söz konusu eserin bu açıdan çok özel bir yere oturduğu açık. Esasında son derece zor bir konuyu ele alan ve giriş sayfalarında da okurunu bir hayli hırpalayan Kapital’in, aynı zamanda Marx’ın en açık ve kolay anlaşılır eserlerinden biri olduğunu iddia edebiliriz. Marx, kapitalist üretim sürecinin işleyişini ve yasalarını incelediği Kapital’de, “ağır” bir dil kullanmak şöyle dursun, kapitalizmin bizzat emekçiler, işçiler, yoksullar gözünden tarifinin yazılmasını; mistik bir tülün ardına gizlenen gerçeklerin ortaya çıkarılmasını ve yıllarca kitlelerden uzak tutulan bilginin geniş kesimlerle buluşmasını amaçladı. 

Marx’ın hem düşünce sisteminin hem de özel olarak Kapital’in merkezine yerleştirdiği artı-değer sömürüsü de böyle bir örnektir. Kitabın başlarında okuru biraz yoran meta, değişim değeri, üretim araçları, yeniden üretim gibi kavramların mahiyetini anlamak için yeterli sabır ve emek gösterilirse; Kapital, Alman cep kitaplarından, İngiliz popüler romanlarından, gazete kupürlerinden, cinayet haberlerinden, işçi kızların yazdığı şiirlerden, yoksul mahallelerde söylenen türkü ve şarkılardan örnekler sunarak; fabrika denetimlerinde tutulan kayıtlardan, işçi sağlığı konulu araştırmalardan ve soruşturma komisyonu raporlarından parçalar aktararak; maden işçilerinin, hizmetçilerin, tarım emekçilerinin, dilencilerin, evsizlerin ve fabrikatörlerin, toprak sahiplerinin, aristokrat ailelerin, devlet görevlilerinin gerçek tanıklıklarını sayfalarına taşıyarak devam eder. Büyük bir romancıyı anımsatan ustalıkla çizilen bu edebi ve felsefi kolaj, ilk başta bir baş ağrısı gibi saplanıp kalan birçok terim ve kavramın da anlaşılmasını sağlar. 

***

İşte Bay Sanderson’un öyküsü de bunu anlatır. Marx artı-değer sömürüsünü çalışma saatleri açısından incelediği bölümde, çocuk işçilerin gece vardiyasında çalışmasına dair soruşturma komisyonu tutanaklarından parçalar aktarır. Komisyon neden çocukların gece vardiyasında çalıştırıldığını sorunca, demir-çelik ve sac levha fabrikatörü Bay Sanderson gece çalışacak yetişkin işçilere tam mesai ücreti ödenecekken, çocuk işçilere yarım mesai ücreti ödendiğini, böylece işin daha “karlı” hale geldiğini söyler. Peki, diye sorar komisyon yetkilileri, neden geceleri bile birilerinin çalışması gerekiyor, fabrikada gece vardiyası olmasa olmaz mı? Bay Sanderson hayretler içinde cevaplar: “Ama o zaman bunca pahalı makinenin yarım gün boşta kalması nedeniyle zarar ederiz”.

Marx, bu satırları izleyen yorumunda, o çok karmaşık bulunan kapitalist üretim ilişkisini olanca yalınlığıyla ortaya koyar: “Bay Sanderson’un işi sadece çelik üretmekten ibaret değildir. Onun asıl işi artı-değer üretmektir ve çelik üretimi bunun için uydurulmuş bir bahanedir. O döküm fırınları, o haddehaneler, o tesisler, o makineler, onca demir, onca kömür vb. çeliğe dönüşmekten çok daha büyük bir amaç için bekleşirler. Artı-emeği yutup iç etmek ve on iki saatte bir kısmını yutacaklarına yirmi dört saatte daha fazlasını yutmak için”.

Dolayısıyla Marx’a göre Bay Sanderson gibi kapitalistlerin gözünde işçi, sermayenin sürekli büyümesi için yaşamı boyunca emeği sömürülecek bir hammaddeden öte bir şey değildir. Bay Sanderson’un sermayesini çelik fabrikasına, sosis fabrikasına ya da okul fabrikasına yatırmasının bir önemi yoktur. Kapitalist için tek ve esas hedef, artı-değer üretimi ve sömürüsüdür. Emek de dahil tüm araçlar bunun aracıdır; ve emek de dahil tüm araçlar 24 saat boyunca artı-değer üretimi için işe koşulmalıdır.

O halde, çevrenin yağmalanarak talan edilmesinden, işçilerin kum torbası niyetine filikalarda boğdurulmasına kadar, tüm bir kapitalist üretim sürecinin, artı-değer üretimini ve sömürü oranını artırmayı amaçladığını söyleyebiliriz. İşin hangi sektöre girdiği ya da hammaddenin ne tür bir ürüne dönüştüğünden daha önemli olan, sermayenin genişleyerek büyümesidir. 

Bedenleri daha küçük ve ince diye ilkel maden ocaklarındaki dar dehlizlere çocukların sokulması da, çok fazla su içip sık sık çişe giderek işi yavaşlatmasınlar diye işçilerin su içmesinin yasaklanması da, üretim maliyetini artırır diye fabrika atıklarının filtrelenmeyerek doğaya salınması da, çevre yoluna yakın olsun diye ormanların yok edilip lüks sitelerin kondurulması da hep aynı “kutsal yasa”ya hizmet etmektedir.

Bu “kutsal yasa” işçilerin pres makinelerinde sıkışarak, inşaatlardan düşerek, madenlerde boğularak, elektrik akımına kapılarak veya meslek hastalıklarına yakalanarak ölmesini emretmektedir. İşçi, sermayenin sürekli büyümesinin, artı-değerin duraklama olmadan üretilmesinin ve sadece 8, 10, 12 saat değil 24 saat boyunca birikmesinin hammaddesidir yalnızca. 

***

Tam da burada, Marx’ın kendine özgü ve ilk bakışta zor gibi görünen terminolojisinin, nasıl da hayatın gündelik gerçeklerinden üretildiğini ve hemen ardından da o gerçekliği açıklamak için işe koşulduğunu görmek mümkün. Emek-gücü, sermaye, artı-değer gibi terimler, hiç de içrek ya da kapalı bir dili değil, apaçık, yalın ve bilindik bir gerçekliği ifade eder. Dolayısıyla, Marx’ın eserlerinin işçiler tarafından anlaşılmaması şöyle dursun, Marx’ın, işçi sınıfının her gün deneyimlediği gerçekleri kendi yönteminin parçaları haline getirdiğini söylemek gerekir. Marx’ın çok sevdiği “anlatılan senin hikayendir” sözü de tam olarak bu aitliğe vurgu yapar.

Farz edelim ki, bu terimlerin ne anlama geldiklerini yine de anlamadık veyahut unutuverdik; işte o zaman da Bay Sanderson’lar, bize hepsini tek tek hatırlatacaktır.