1 Mayıs günü doğum gününü kutladığımız Behice Boran söz konusu olduğunda, siyasal mücadelede devrimci tutum ve militan tutarlılık kadar, Türkiye’de marksist düşüncenin gelişimine yaratıcı ve özgün katkılardan da söz etmemiz gerekir. Aynı zamanda, Boran, söz konusu kuramsal katkılarını, akademik formasyonuna da uygun bir biçimde bilimsel çalışmalara ve sonuçlara kadar genişletmiştir. Boran’ın kuramsal ve bilimsel katkılarının, işçi sınıfı mücadelesi ve sosyalizm hedefiyle doğrudan ve zorunlu bir bağıntı içerisinde ele alındığı da söylenecekler arasında elbet.
Bu anlamda, Boran, sadece bir akademisyen ya da sadece bir örgütlü militan olmakla kalmamış, aynı zamanda Türkiye’de marksist bir düşünce geleneğinin ve sosyalist devrim perspektifinin kurucu isimlerinden biri, belki de en önde geleni olmuştur.
Kuşkusuz buradaki satırlar, Boran’ın katkılarının tümünü ele almak için yeterli olmaktan çok uzaktır. Ancak Türkiye’nin toplumsal yapısı tartışmalarında inceleyeceğimiz birkaç başlık dahi, Boran’ın katkısının ve yaklaşımının önemini gösterebilmek açısından faydalı olacaktır.
Hiçbir şey değilse, çam sakızı misali bir doğum günü armağanı sayılsın.
Osmanlı ve feodalizm tartışmaları
Boran açısından Türkiye’nin toplumsal yapısı hakkındaki tartışmalar, salt akademik kaygılar açısından değil, esas olarak sosyalizm mücadelesinin temelleri ve bu mücadelede işçi sınıfının oynayacağı rolle bağlantısı açısından önemlidir. Boran, bu nedenle, çalışmaları boyunca Osmanlı hakkında değerlendirmelerde bulunmaktan geri durmamıştır. Doğal olarak, Boran’ın neredeyse tüm çalışmalarında göze çarpan yöntemsel özen ve öncelik, Osmanlı tartışmalarında da kendisini göstermektedir.
Boran’a göre, sadece toplumbilimlerinde değil, genel olarak her tür bilimsel incelemede öncelikli adım, ele alınacak sorunun doğru konuluşu ya da formülasyonudur. Osmanlı başlığındaki tartışmalarda da bu noktadan hareket eden Boran, konunun esasen bir toplumsal yapı değişmesi olarak ele alınması gerektiğini belirtmektedir: “Meseleleri toplum yapısı açısından görmek demek, onlara, üretim güçleri, ilişkileri ve bu ilişkilerin meydana getirdiği sosyal sınıflar açısından bakmak demektir. Batılılaşma, modernleşme, ilericilik, gericilik kavramları ve sorunları bu açıdan ele alınıp incelendiği zaman gerçek bir muhteva kazanır ve rayına oturur”. Diğer bir deyişle, Boran’a göre, Osmanlı’nın geçirdiği dönüşüm süreci, temelde batılılaşma, modernleşme, çağdaşlaşma gibi kavramlarla değil, bir üretim tarzından bir başka üretim tarzına geçiş perspektifiyle ele alınmalıdır.
Boran’ın yöntem konusundaki bir diğer uyarısı ise, üretim tarzı düzeyindeki incelemelerin titiz bir soyutlama süreci ile birlikte yürütülmesi yönündedir. Boran, herhangi bir olguyu incelerken, o olgunun ikincil, geçici ya da mahalli yönleriyle, temel, kalıcı ve yapısal yönlerini ayırt etmek gerektiği konusunda ısrarcıdır. Buna göre, yöntem, ikinci adımda, somut gerçekleri gözden kaçırmadan soyut kavramlara ulaşmayı gerektirmektedir. Sonuçta, incelenen olguların temel ve ikincil yönlerinin ayrıştırılması ve temel özelliklerinden hareketle soyutlanmış genel bir kavrama ulaşılması, bilimsel ve marksist yöntemin bir gereğidir.
Cumhuriyet ve burjuva devrimi
Boran açısından Kurtuluş Savaşı, esasen azgelişmiş ülkelere özgü bir burjuva devrimi süreci olarak değerlendirilmelidir. Bu süreçte, dışarıda emperyalist kölelik ilişkilerinin, içeride ise “eski rejim”in engelleyici güçlerinin kırılması öne çıkar. Ancak burjuva devriminin karakteri, devrime katılan toplumsal sınıflar arasındaki ilişkiye bağlı olarak karmaşık bir tablo sunar. Zira burjuvazi, başını çektiği devrim sürecine geniş halk kesimlerinin katılımını sağlamak için, kendi dar sınıf çıkarlarını aşan, daha evrensel ve insani bir ideolojik hegemonya tesis etmek zorunda kalır.
Türkiye’de gerçekleşen süreç de, genel hatları açısından bu tabloya uymaktadır. Boran’ın “üretim ilişkileri sisteminin ve ona bağlı olarak sosyal sınıflar düzeninin, politik iktidarın sınıf muhtevasının değiştirilmesi” olarak tanımladığı devrim, bu tanımda gösterilen ölçütler fiili olarak sağlama alındığında bir egemenlik ve iktidar stratejisine dönüşür.
Cumhuriyet’in gelişim süreci de asker-sivil bürokratların yönetimindeki ülkede, adım adım burjuvazinin sınıf egemenliğinin sağlamlaştırılmasını ifade etmektedir. Özellikle liberal yazında çokça yer tutan devletin burjuvazi yaratma çabalarını kapitalizmin mantığına aykırı bulmadığını açıkça belli eden Boran, söz konusu durumun sadece Türkiye’ye özgü olmadığını da belirtmektedir. 30’lu yılların devletçi ekonomi politikaları konusunda da benzer bir tutum alan Boran, bunun özel teşebbüsü yok sayan bir uygulama olmadığını, aksine özel teşebbüsün devletçilik politikaları sayesinde güçlendirildiğini, dolayısıyla halkçı bir devletçilikten değil, basitçe bir devlet kapitalizminden söz edilmesi gerektiğini dile getirmektedir.
Sosyalizmi işçi sınıfına teslim etmek
Boran’ın Osmanlı’yı merkezi bir feodalizm, 1908-1923 arasını bir burjuva devrimi ve Cumhuriyet’i de kapitalist üretim ilişkilerinin inşası biçiminde tanımladığı çözümleme, zorunlu olarak sosyalizm mücadelesinin taktik sorunlarına bağlanmaktadır. Bu başlıkta da Boran, Türkiye’nin önündeki toplumsal aşamanın sosyalizm olduğunu belirtmektedir.
Deyim yerindeyse, kapitalist Türkiye saptaması, sosyalist devrim stratejisiyle bütünlük oluşturmaktadır: “İşçi sınıfı öncülüğü, ona sosyalist teorice veya partilerce tanınmış bir imtiyaz değil, toplum yapısının, gelişme kanunlarının incelenmesi sonucu yapacağı öngörülen -ve umulan- tarihsel bir görevdir”. Bu açıdan sosyalist devrim stratejisinin temellendirilmesini bir kenara bırakırsak, Boran’ın en önemli katkılarından biri, sosyalizmin bir sınıf aidiyeti olduğu konusundaki ısrarcı tutumudur.
Nasıl sosyalist olunur?
Behice Boran’ın çok bilinen “sosyalist doğulmaz, sosyalist olunur” sözü, bu yazının bitirilmesi için anlamlı bir ipucu sunuyor.
Burada ele aldığımız toplumsal yapı çözümlemesinin ardında, engin bir kuramsal ve bilimsel birikim, tutarlı ve bütünlüklü bir ideolojik konum ve örgütlü sosyalist mücadelede süreklilik ve ısrar kendisini göstermektedir.
Bu sayılanlar, aynı zamanda, Boran’ı tanımlayan özellikler olarak da öne çıkmaktadır. Dolayısıyla, sosyalist kişiliği sadece bir duygu durumuna ya da inanç haline indirgemeyip, esas olarak kuram, ideoloji ve siyaset bütünlüğüne oturtmak, Boran’dan öğrenilecek ilk ders olmayı sürdürmektedir.
Bu dersi alanlar, Boran’ın izinden yürümektedir.