Geçtiğimiz hafta aramızdan ayrılışının 32. yılında Behice Boran’ı andık. Boran genellikle siyasi kimliğiyle tanınır ama belki de siyasi kimliğinden daha öte, daha yetkin olan bir tarafı, hatta belki de Behice Boran’ın siyasî kimliğini oluşturan, sonrasında da siyasetçi olarak doğru yerde, doğru analizleri yapmasını sağlayan şey sosyolog kimliğidir.
Boran’ın sosyolog kimliği siyasetçi kimliğinin gölgesinde kalmıştır fakat Boran’ın bir sosyolog olarak bile Türkiye’de sosyal bilimlere katkısı yadsınamaz.
1910 doğumlu olan Behice Boran adeta genç Cumhuriyet’in kollarında büyümüştür. En büyük amacı öğretmen olup Cumhuriyet’e aydın gençler kazandırmaktı ve bu amaç doğrultusunda eğitimine devam ederken ABD’den gelen bir teklifle doktora yapmak üzere Michigan Üniversitesi’ne gider. Bu süreçte sosyoloji dersleri alınca akademik ilgisi sosyolojiye kayar. Doktora tez konusu : “Bir Mesleki Mobilite İncelemesi: 1910-1930 yılları arasında ABD’de Meslek Gruplarının Yaş Dağılımı Analizi”dir. Doktora çalışmaları sırasında serbest piyasa ekonomisi içinde “sınıf atlama”nın gerçeği yansıtmayan bir hayal olduğunu fark eder ve bunun nedenlerini sorgularken Marksizmle tanışır. Boran’ın Marksizmle tanışması kazara olan, ya da siyasî saiklerle gerçekleşen bir şey değildir. Marksizm, Batı sosyolojisi kuramlarının olguları açıklamakta yetersiz kalması dolayısıyla sıkıntı yaşayan Boran’ın yolunu aydınlatmıştır.
1939 yılında Türkiye’ye döndüğünde, Ankara’da DTCF’de ders vermeye başlar. Behice Boran akademideki fildişi kulesinde oturan bir akademisyen olmamıştır. Öğrencileri ile birlikte yaz aylarında Manisa ve Ankara’nın köylerinde saha araştırmalarına çıkar. Saha araştırmalarında elde ettiği ampirik bulguları analitik bir çerçeveye oturtarak “Toplumsal Yapı Araştırmaları” başlığı altında yayınlar. Toplumsal Yapı Araştırmaları, her ne kadar Marksist terminolojiyi kullanmasa da, ampirik veriler üzerine oturtulmuş bir Marksist sınıf analizidir. Marksizmi ve hatta sosyolojiyi sahaya çıkaran Behice Boran sosyolojide egemen olan anlayışa karşı da eleştirel bir tavır geliştirir.
Sosyolojide, özellikle de ABD’de yaygın olan tikelci (partikülerist) bakış açısı sosyal olay ve olguları toplumdan bağımsız olarak incelemekte ve diğer olgu ve olaylardan, özellikle diğer altyapı ve üstyapı oluşumlarından bağımsız olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle Weberci ve Durkheimci okullar birçok toplumsal olgu ve olayı açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Sosyoloji disiplini 1929 buhranını ve bu buhranın toplumsal sonuçlarını, yükselen faşizmi, atta Rusya’daki devrimi görmekte ve açıklamakta yetersiz kalmıştır. 1947 yılında “American Journal of Sociology”de “Geriye Dönüp Baktığımızda Sosyoloji” başlıklı makalesinde bu düşüncelerini ifade eder ve ABD’de de sosyoloji çevrelerinde Behice Boran’ın makalesi ve işaret ettiği konular tartışılmaya başlanır.
Behice Boran Türkiye’de özel olarak sosyolojiye, genel olarak sosyal bilimlere çok önemli bir katkı sağlamış, çok kritik açılımlar yaratmıştır. Behice Boran’dan önce Batılı kuramcıların çizdiği sınırların içinde kalan ve nazari/kuramsal tartışmaların dışına çıkamayan sosyoloji, Behice Boran sayesinde sahaya çıkmaya başlamıştır. Türkiye’de sosyolojide saha geleneğini başlatan ilk sosyoloğun Behice Boran olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Sosyal yapıların bütüncül (holistik) bir bakış açısıyla, sahadan elde edilen ampirik verilerin ışığında analizi Boran ve öğrencilerinin Türkiye sosyolojisine sunduğu en büyük katkıdır.
Fakat Türkiye’de sosyoloji Boran’ın akademiden uzaklaştırılması ile sosyolojinin önünü açacak, sosyal bilimleri daha da geliştirebilecek bir fırsatı kaçırmıştır. Akademi için kaçan fırsat, işçi sınıfı tarafından değerlendirilmiştir.
Behice Boran’ın herkes tarafından bilinen bir sözü aslında Boran’ın kendisini anlatır: “Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır”. Behice Boran’ı Marksizme taşıyan, onun bilimsel merakı ve analitik düşünce yapısıdır.
Bu arada TKP’ye üye olmuş ve ilerici, Marksist aydınların çıkarttığı Yurt ve Dünya ile Adımlar dergilerinde yazılar yazmaya başlamıştır. Başta Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav ile birlikte Saraçoğlu hükümetinden beslenen faşistlerin hedefi olur. Artık neredeyse kanıksadığımız biçimde burjuvazi bizzat kendi yazdığı hukuk kurallarını bile hiçe sayarak hocaları akademiden uzaklaştırır.
TİP’in kurulması Behcie Boran’ı “sivil ölüm”den kurtarır. Akademi kürsülerinden uzaklaştırılan Boran, tüm bilimsel birikimini işçileirn kurduğu Türkiye İşçi Partisi için kullanır. Behice Boran partinin “öğretmeni” olmuştur ve işçilerin kurduğu parti, işçi sınıfının partisine dönüşmüştür.
Yüzlerce akademisyenin KHK’lerle akademiden ve öğrencilerinden uzaklaştırıldığı günümüzde, 1940’ların cadı kazanında Behice Boran’ın ve diğer ilerici aydınların yaşadıkları sıkıntıları anlayabilmemiz daha kolay. Behice Boran’ın 1948’de üniversiteden uzaklaştırılması ve sonrasında Adnan Menderes hükümeti tarafından “sivil ölüm”e mahkûm edilmesi bir yandan Türkiye bilim dünyası için büyük bir kayıpken, öte yandan Türkiye işçi sınıfı için büyük bir kazanımdır.
Türkiye’nin en nitelikli sosyologlarından Behice Boran faşizme boyun eğmemiş, akademik birikimini işçi sınıfına aktararak bilim insanlarının mücadelenin bir parçası oldukça “sivil ölüm”e meydan okuyacağını göstermiştir.
Aramızdan ayrılışının 32. yılında kendisini minnetle anıyoruz.