Doğum sancısıdır yaşadığımız.
Parka diktiğimiz bir çiçeğin polenleri memlekete yayılıyor şimdi.
Sönmüş bir yanardağ değil bu, Vezüv… Celallenmek için fırsat kolluyor.
Öldürülen her bir emekçide, yitirdiğimiz kadında, takılan kelepçede, vurulan tekmede, tutsak edilen derede, kesilen ağaçta hareketleniyor. Lavları yeni çatlaklar arıyor, kırıyor, yeryüzüne ulaşacağı o an’ı arıyor.
Bu bir köstebek.
Kazdıkça kazıyor. Cezaevlerinin altından getirdiği toprağı yoksulların sokaklarına; mezarlıklardan taşıdıklarını okullara, iş yerlerine; Diyarbakır’dan getirdiğini İstanbul’a, Hatay’dakini Sinop’a…
Yarısı buradaysa kalbinin, yarısı Minneapolis’te. Bir gözü Filistin’de, bir gözü Paris’te.
ABD’de George Floyd’u öldüren o diz’i, Soma’dan hatırlıyor.
Yunanistan’daki Aleksis’i Okmeydanı’nın Berkin’inden ayırmıyor.
Bir hayalet bu, dolaşıyor.
Hamlet’e cinayetin haberini veriyor.
Bir hayalet bu.
Saray’dakinin rüyalarına giriyor.
Öfke desem?
Hüzün desem?
Sevinç desem?
Heyecan desem?
Tek başına yetmiyor anlatmaya. Umut olmadan eksik kalıyor. Doğum sancısı gibi şiddetli, doğum sancısı gibi acılı ama illa ki umutlu… Bebeği kucağına aldığında akıtacağı mutluluk gözyaşını bekliyor.
Bir ülke direndi.
Kırmızı yapraklı erikler, sedirle birleşti. Gazın genzi yakan kokusunu ıhlamurlar bastırdı.
Birleşince, direnince oldu.
Bir ülkedir, kuruluyor.
Tepeden tırnağa Türkiyeli, tepeden tırnağa evrensel.
Bir Gezi ülkesidir şimdi memleket…
Nâzım’a Şile bezinden mintanını yeniden dikiyor.