Bir yeniden kuruluş ihtiyacı

Bir süredir sosyalist hareketin gündemindeki tartışma başlıklarından biri de yeniden kuruluş ihtiyacı. Özellikle Haziran Direnişi ile birlikte ve ardından açılan dönemde, sosyalist hareketin Türkiye’de saptadığı olanaklar, bu türden bir yeniden kuruluş tartışmasının en önemli nedenlerinden biri. Ancak sadece bundan ibaret değil elbette. Esnek bir bakışla, sosyalist hareketin yeniden kuruluş ihtiyacının kendisini hissettirmeye başlamasını birkaç yıl daha geriye yerleştirebiliriz.
 
Nihayetinde, Haziran Direnişi, bir süredir kendisini hissettiren ihtiyacın artık inkar edilemez bir aciliyet kazandığı uğrak oldu. Haziran’da mevcut birikimini sınayan sosyalist hareket, bir yandan eksik ve boşluklarını görürken, bir yandan da gerekli hazırlıkları yerine getirdiği koşullarda neler yapabileceğini keşfetti. Nitekim, Haziran’ın hemen ertesinden başlayarak, sosyalist örgütler içerisinde başlayan tartışmalar ve bu tartışmaların sonuçları, yeniden kuruluş ihtiyacına verilen yanıtları yansıttı.
 
Bu açıdan bakarsak, yeniden kuruluş ihtiyacının, bir ya da birkaç sosyalist örgüte münhasır olmadığını, sosyalist hareketin bütününü kapsadığını ve ilgilendirdiğini söylemek gerekmektedir. Türkiye sosyalist hareketinin bir bütün olarak yeniden kuruluşa ihtiyaç duyduğu, bu yeniden kuruluşun esas hedefinin de ülkedeki toplumsal ve siyasal mücadelelerin gereklerini karşılayabilecek bir birikime ve güce erişmek olduğu, bir süredir açıkça ortadadır.
 
Bu ihtiyacın nesnel kaynakları da var elbette. Türkiye’de sosyalist hareketin mevcut ve yerleşik konumlanışı, ülkenin son 30 yıllık kesitine uyarlanmıştır. Genellikle 12 Eylül’le başlatılan, ancak hemen öncesini de kapsaması gerektiğini söyleyebileceğimiz bu dönem, sosyalist hareketin ve sosyalizm düşüncesinin hızla etkisizleşerek gerilediği, buna karşılık kapitalizmin dünya çapında ideolojik bir saldırıya giriştiği bir dönemdir.
 
Kendisi gerileyen, aynı zamanda atak ve sert bir saldırıyla karşı karşıya kalan sosyalist hareket, kendisini esas olarak bu iki başlıktaki konumlanışıyla kurmuş oldu. Yani bu dönemin konumlanışındaki temel belirleyen, bir yandan gerilemeye bir set çekmekle, diğer yandan da şiddetlenen saldırıları püskürtebilmekle tanımlanan bir savunma tarzıydı. Sosyalist hareketlerin, bir bütün olarak ele alındığında, bu dönemi atlatabildiğini söylemek mümkündür. Sosyalizmi bugün hala ayakta tutan ve şimdi bir yeniden kuruluş sürecinin eşiğine kadar ilerletebilen, dolayısıyla tarihsel kıymeti tartışma konusu dahi yapılamayacak olan da sözünü ettiğimiz bu savunma konumlanışıdır.
 
Ancak bu dönem kapanmıştır. Ve bunu kapatan, sosyalist hareketin kendi öz gücü ya da etkinliği olmamıştır. Kapitalizmin dünya çapında yürüttüğü ideolojik saldırı giderek zayıflamış, mevcut liberal siyasal ve toplumsal “konsensüs” çatırdamaya başlamıştır. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da kapitalizmin yönetememe krizi ipuçlarını göstermektedir. Daha önemlisi ise, yine yalnızca Türkiye’ye özgü olmayan bir biçimde, halk hareketlerinin sıklığı ve şiddeti gözle görünür biçimde artmaktadır. Dolayısıyla, sosyalizmin kendisini uyarlamış olduğu siyasal ve toplumsal konjonktür geride kalmaktadır.

O halde, sosyalist hareketin kendisini açılan yeni dönemin özelliklerine uyarlaması, siyasal ve toplumsal atmosferin ihtiyaçları doğrultusunda konumlanması, kısacası bir yeniden kuruluş sürecinden geçmesi kaçınılmazdır.
 
Bu noktada, tartışma çok geniş bir yüzeye yayılmaktadır. Bu yeniden kuruluşun hangi başlıklarda, ne tür hedeflerle, nasıl bir tarzla gerçekleştirileceği, dahası böylesi bir yeniden kuruluş sürecinin kendisini hangi pratik biçimlerde görünür kılması gerektiği, her biri uzun ve kolektif tartışma deneyimlerini gerektiren bir içerik taşımaktadır. O yüzden, şimdilik birkaç temel saptamada bulunmak ve tartışmayı daha geniş bir platforma havale etmekle yetinelim.
 
Öncelikle, sözünü ettiğimiz yeniden kuruluşun bir tür restorasyon ya da tıpkıbasım olarak düşünülmesinden uzaklaşmak gerekmektedir. Bugün ihtiyacı hissedilen türden bir yeniden kuruluş, daha derin ve kapsayıcı, daha yaygın ve dönüştürücü, daha baskın ve harekete geçirici bir içerik taşımak zorundadır. Dolayısıyla, yeniden kuruluşla kast edilen, mevcut yapıyı ya da konumlanışı yeni bir üslupla, yeni bir teknikle, yeni bir işlevle kurmaktır. Kısacası, yeniden kuruluş, yineleyerek değil, yenileyerek kurmak anlamına gelmektedir.
 
Bu tarzdaki bir yeniden kuruluşa ise, kaçınılmaz olarak, iki paralel hamlenin eşlik etmesi gerekmektedir.
 
Bunlardan ilki, sosyalist hareketi, sosyalizm düşüncesini, işçi sınıfının ve emekçi halkın iktidar mücadelesini karakterize eden özellikleri açığa çıkartmak, sosyalizmin evrensel ve özgül birikimini bir omurga olarak yerleştirmek ve ülkemizin bereketli topraklarına tutunmuş kökleri sağlamlaştırmaktır. Bu, bir başka terminolojiyle ifade edersek, sosyalist hareketin bugüne kadar yarattığı birikimi içerip aşmak anlamına gelmektedir. Ve felsefede olduğu kadar, siyasette de içerilmeyen unsurun aşılamayacağı; kapsanamayan unsurun dönüştürülemeyeceği; parçası olunmayan bütünlüğün bütününün ele geçirilemeyeceği açıktır. Dolayısıyla, sosyalist hareketin içerip aşarken, içerdiği birikime burun kıvırma şansı bulunmamaktadır.
 
İkinci hamle ise, açılmakta olan dönemin özelliklerinin saptanması ve eldeki birikimin bu dönemin ihtiyaçlarını karşılamakta nasıl işlevlendirileceğinin ortaya konmasıdır. Bu, yukarıda içerip aşmak diyerek özetlediğimiz biçimde, bir süreklilik boyutu da taşımaktadır; ancak hem içerik hem de hedef açısından radikal bir tarzı gerektirmektedir. Diğer bir deyişle, sosyalist hareket yeni bir dönemin açılmakta olduğunu, artık yeni bir zeminde konumlanması gerektiğini ve yeniden kuruşla birlikte bu yeni zemine yerleşmiş olacağını bilince çıkarıp, eski zeminden ve onun kalıcılaştırdığı her tür alışkanlıktan kopmalıdır. Çünkü yeniden kuruluş ve yeni bir konumlanış, psikolojik bir algı ya da tutum değişikliğini değil, nesnel bir zemin değişikliğini ifade etmektedir. Bu anlamda, yeniden kuruluşla birlikte, sosyalist hareket Türkiye’nin siyasal ve toplumsal haritasında yeni bir konuma oturacak, önümüzdeki dönemin sosyalist mücadele pratiğine bu yeni konumlanış rengini ve üslubunu verecektir.
 
İşin ciddiyeti de aciliyeti de buradan kaynaklanmaktadır.