Seçimlerden hemen önce, AKP'nin Türkiye'deki savaşı büyütmesinin nedeni iki başlıkta özetleniyordu. Bunlardan birincisi herkesin malumu olan, iktidarı tek başına elde etme gayesiydi. İkincisi ise, bölgesel siyasette etkinliğini ve hegemonya arayışını sürdürmek için tekleşmek istemesiydi.
Birinci amacına ulaştığı açıkça yazıldı, söylendi. Peki ikincisi? Yani bölgeye dönük politik müdahalelerindeki başarısızlık, şeriatçı çetelere verdiği destekten ve başına buyruk davranışlarından dolayı emperyalist devletlerle arasında oluşan güvensizlik, bölgeye dönük yenilenen planların etkin bir unsuru haline gelebilmek, Kürtlerin güçlenmesini ve yayılmasını engelleyip, kontrol altına almak... AKP adına bu başlıklarda istenen sonucun ve dönüşümün elde edildiği, ilk örnekte olduğu kadar rahat söylenebilir mi?
Cevap evet değildir ve özet sonuç şudur: Bir siyasal özne ve hatta etkili bir siyasal özne olarak AKP'nin, Türkiye iç siyasetinde elde ettiği üstünlük ve otoriteyle (despotlukla); bölgenin politik süreçlerinde sahip olduğu söz hakkı arasında gözden kaçırılmaması gereken bir ağırlık (sıklet) farkı ortaya çıkmıştır. Şöyle de söylenebilir: AKP (dolayısıyla Türkiye) önümüzdeki dönem kendi inisiyatifini daha az kullanabilen ve emperyalist devletlerle tabiyet ilişkisi kuran, bu odakların planlarına göre hareket eden bir aygıta dönüşmek zorunda kalacaktır.
*****
Ne demek istediğimizi son iki ayda yaşanan ve bölgeyi doğrudan ilgilendiren politik gelişmelerle somutlamaya çalışalım.
- Rusya, bölgedeki dengelerin yeniden kurulmasına vesile olacak bir askeri müdahalede bulundu ve ardından Ekim ayının sonuna doğru hem Esad, hem de PYD ile Moskova'da görüşmeler yaptı. Rusya'nın Irak hükümetine işbirliği teklif etmesi ve IŞİD'e karşı mücadele ettiğini söylediği Kürtler hariç Suriye'nin bütünlüğünü tehdit eden tüm yerel güçlere saldırması, bu dengeyi gerekirse kendi başına kurma kararlılığını da gösteriyordu.
Rusya'nın müdahalesi sonrasında; PYD-Rusya ilişkileri ABD'yi teleşlandıracak kadar hızlandı ve Moskova'da PYD temsilciliği açılması dahi gündeme geldi. Putin, Şam hükümetini ve Kürtleri birlikte savaşmaya çağırarak beş maddelik bir çözüm taslağı sundu. Bu beş maddeden ilk ikisinin (teröre karşı birlik ve siyasi çözüm sürecinin başlatılması) şimdiden uluslararası kabul gördüğü söylenebilir. Örneğin şu ana kadar Esad'a yarar diye IŞİD'e saldırmayan Fransa bile, “Suriye'de düşmanımız IŞİD'tir” açıklamasıyla Rusya'nın çizgisine yaklaştı. (Aslına bakarsanız, Rusya'nın bu hamleleri AKP'nin “Yeni Osmanlı” arzusuyla açıkça dalga geçmek anlamına da geliyor.)
- Burada bir parantez açarak şunu belirtelim: Paris'teki katliamlar, açıkça söylemek gerekirse, emperyalistlerin bölge politikalarındaki çuvallamanın üzerini örtmenin ve bölgeye dönük yeni bir saldırı ve tahakküm konseptinin dünyaya kabul ettirilmesinin bahanesi haline getirildi. Emperyalizmin kendi yarattığı pisliği tüm insanlığa temizletmeye çalışması, şimdilerde en şahin Batılı siyasetçilerde de “Esad gitmeli ama öncelikli düşman IŞİD” söylemlerinin nedeni oldu. (O dönem İngiltere başbakanı olan Tony Blair'in, Irak işgali sırasındaki hatalardan dolayı özür dilemesi ve IŞİD'in çıkışında sorumlulukları olduğunu itiraf etmesi, kuşkusuz en kişiliksiz örneklerden biriydi.)
Özetlersek; geçtiğimiz beş yılda temel planlarını Beşar Esad'ın devrilmesi olarak Şam'a, Şam'ın müttefiklerine ve tüm diğer aktörlere kabul ettirmeye ve bu uğurda her türlü kötülüğü örgütlemeye çalışanlar, şimdi “Arap Baharı”nın ruhuna fatiha okuyup, emperyalizmin bölgedeki krizini yeni bir statüko kurarak aşmaya çalışıyorlar.
- Diğer yandan, Rusya'nın müdahalesine karşı büyük savaş çıkaracağı ya da bölgeden çekileceği söylenen ABD ikisini de yapmadı. Bunun yerine bölgedeki üstünlüğünü Rusya-İran-Suriye bloğu ile bir uzlaşma sağlayarak yeniden tesis etmeye, Bağdat, Ankara gibi kimi mevzilerini tutmaya, Kürtleri kaybetmemeye ve etkinliğini korumaya çalışıyor.
Geçtiğimiz Temmuz'da İncirlik üssünü kullanma iznini Türkiye'den alan ABD, buna karşılık AKP'nin sadece gözünü boyadı. Cerablus'u da içine alan 98 kilometrelik hattın PYD'ye verilmeyeceğini ve Kürtlere silah yardımı yapmayacağını söyleyerek, “Fırat'ın batısı kırmızı çizgimizdir, vururuz” efelenmelerine izin verdi. Ancak ABD, bir yandan Kürtlerin karada en iyi savaşan güç olduğunu ve ilişkisine devam edeceğini söyledi, diğer yandan silah yardımını doğrudan PYD'ye değilse de, PYD'nin en etkili bileşen olduğu “Suriye Demokratik Güçleri”ne kısa süre önce yaptı.
Nihayetinde Obama, G20 toplantısında Suriye'ye asker yollamayacaklarını, bunun yerine Iraklı, Suriyeli ve Kürt güçlerin desteklenmesi gerektiğini ve AKP'nin, etrafında fır döndüğü talebi “güvenli bölge”nin gereksiz olduğunu söyledi. Böylece Türkiye'nin Suriye politikasının, deyim yerindeyse infilak ettiği de tescillendi.
- Şimdiye kadar bölgedeki güç dengelerini iyi okuyan ve yumurtaları tek sepette toplamayan, “üçüncü yol” yaklaşımı doğrultusunda birbirinden farklı birçok özneyle işbirliği yapan Kürtler ise, son sürecin de kazanan aktörlerinden biri oldu. Rusya dahil olmak üzere neredeyse tüm egemen devletler, bölgedeki üstünlüğü elde tutmak için Kürtlerin kara gücüne ihtiyaçları olduğunu resmi biçimde birçok kez dile getirdi. PYD Rusya'ya yaklaşarak ABD'nin ilgisini yeniden üzerinde toplamayı da başardı.
Kürt cephesini daha önce birçok defa yazdık, uzun tutmaya gerek yok ama konuyla ilişkili bir notu tekrar etmekte fayda var: IŞİD'e karşı mücadelesinde ortaya çıkardığı laik damarı, modern ve batılı model arayışı veya Şam hükümetiyle birlikte hareket etmesi... Ortadoğu'da gericiliğe karşı olanlar açısından bir değer taşıyan PYD'nin varlığının, bölgedeki emperyalist hegemonyanın yayılmasına dönük bir engel (mevzi) anlamına gelmediği, yani PYD'nin bölgede anti-emperyalist mücadelenin organik bir bileşeni ve öncüsü olmadığı da biliniyor. Dolayısıyla, emperyalizmin bölgesel hegemonyasını güçlendirmeye dönük adımların atıldığı ve anti-emperyalist mücadelenin önem kazanacağı önümüzdeki dönemde, PYD'den bu anlamda bir beklenti içinde olmanın gerçek bir politik karşılığı olmadığını da şimdiden söylemek gerekir.
- Sonuç olarak yukarıda özetlemeye çalıştığımız fotoğrafa baktığımızda AKP'nin elinde, garsonların G20'de senkronize servis yapmasından ve yandaş basının “büyük başkan” manşetlerinden başka övünecek bir şey olmadığı gerçek bir durum tespitidir. Türkiye için bölgede ters dönmüş tespih böceği benzetmesi yapılıyor ve birçok açıdan yerindedir.
Zira, kendi başına kara harekatı yapamayacak durumda olan, Suriye politikası “PYD'yi Fırat'ın batısına geçirmeyiz” ve çoktan reddedilmiş “güvenli bölge”ye daralan bir Türkiye'nin bölgede yeniden iddia sahibi olabilmesi için birilerinin tutup düzeltmesine ihtiyacı vardır.
Bölge siyaseti söz konusu olduğunda stratejik bir konuma sahip olması, NATO üyeliği yahut İncirlik üssünü kullandırması AKP iktidarına bir ölçüde avantaj sağlayabilir ancak bu avantaj örneğin Kürtlerin devletleşmesini engellemeye dahi yetmemekte ve AKP'yi bölgenin egemen gücü haline getirmemektedir. Tam da bu nedenlerle, ülkemizin emperyalist planlara daha bağımlı hale getirilmesi ve AKP'nin memleketi bir savaş gücü olarak pazarlaması söz konusu olacaktır.
AKP'nin Türkiye'yi içine soktuğu bu tablo Türkiye'de sınıf mücadelesini de, Kürt siyasetini de şüphesiz ki etkileyecektir ancak bu yazının özet vurgusu; AKP'nin içerdeki seçim başarısının yeni rejimin inşa krizini aşmasına yetmeyeceği, önümüzdeki dönem anti-emperyalist mücadelenin ve gericilik karşıtlığının öneminin azalmayacağı ve hem bölgede hem Türkiye'de bu mücadelenin sorumluluğunun sosyalistlerin omuzlarında olduğudur...