Cumartesi bu köşedeki yazıyı, AKP rejiminin yönetme stratejisinin bir sonucu olarak Türkiye’nin “artık bir arada yaşaması neredeyse imkansızlaşmış iki (belki de üç) parçaya” bölündüğünü, bu noktadan sonra Türkiye’nin geleceğinin bu kutuplar arasındaki mücadeleye bağlı olduğunu söyleyerek bitirmiştik.
Bu saptamaların bizi getirdiği nokta ise, eğer Türkiye’nin akla gelen en kötü senaryolardaki gibi parçalanması muhtemelse, bu gidişatı engellemek için AKP’nin nasıl yenileceği sorusu olmuştu.
Buradan devam edelim.
Neyse ki, AKP iktidarının 13 yılında AKP karşıtı mücadele de bir deneyim edindi. Dolayısıyla, “AKP nasıl yenilecek” sorusuna yanıt ararken işe sıfırdan başlamak zorunda değiliz. Hatta, kimi alternatifleri bir çırpıda elememiz bile mümkün.
13 yılın ardından, eski rejime geri dönüş referanslı; başta ordu olmak üzere “müesses nizam”ın geleneksel aygıtlarına bel bağlamış; AB gibi emperyalist kurumlardan medet uman; halklar arasındaki mesafeyi arttırmanın bir faydası olacağını düşünen tüm mücadele yöntemleri çökmüştür. Bu tür niteliklere sahip mücadeleler gündeme geldiğinde AKP, bırakın zayıflamayı, her birinden daha da güçlenerek çıkmıştır.
Öte yandan, aynı 13 yıl, AKP’yi öyle ya da böyle zayıflatan, onun meşruiyetinde sarsıcı tahribatlar yaratan, kimi harekete geçirdiği eylemlilik gücüyle kimi ise sadece “kamuoyu vicdanı”nda bıraktığı izle AKP’yi köşeye sıkıştıran çok sayıda örnek de bırakmıştır geriye.
Herhangi bir kronolojik kaygı gütmeden sıralarsak; TEKEL Direnişi, YGS ve sınav yolsuzlukları, ODTÜ Ayakta ile başlayan üniversite eylemlilikleri, Roboski, Reyhanlı, Soma katliamlarının yarattığı tepki, HES gibi çevre gündemlerinde ve Validebağ gibi kentsel mücadelelerde oluşan enerji, 17-25 Aralık yolsuzluklarının uyandırdığı tiksinti, Laik Eğitim Boykotu’nun estirdiği rüzgar, Berkin Elvan’ın cenazesi ya da Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesine gösterilen öfke ve elbette tüm bu örneklerin önünde veya ardında görkemli bir biçimde yükselen Gezi Direnişi.
Bunlar, 13 yıllık iktidarı boyunca AKP’nin en dolaysız ve ağır biçimde tahribata maruz kaldığı, meşruiyetinin ve yönetme kapasitesinin hayli gerilediği, sonucu başarıya ulaşsa da ulaşmasa da AKP rejiminin temellerini sarstığı örnekler olarak hatırlanıyor.
Kuşkusuz, her bir örneğin son derece özgün koşulları ve biçimleri vardır ve hiçbiri bir diğerine basitçe indirgenemez. Ancak, AKP iktidarının meşruiyet alanıyla ilişkileri açısından düşündüğümüzde, yukarıda saydığımız örneklerin her birinde bulunabilecek, birbiriyle kolaylıkla bütünleştirilebilecek, yan yana geldiklerinde ek bir enerji üretebilecek kimi özellikler olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor.
Talepleri açısından baktığımızda, aydınlanmacı-seküler, kamucu-halkçı, cumhuriyetçi ve birlikte yaşam arzusuna sahip, özgürlük, adalet, kardeşlik, hak ve insanca yaşam gibi evrensel değerleri sahiplenen, yolsuzluk ve gösterişçi servet birikimi karşısında tepkili, devletin baskı aygıtlarının şiddet kullanımı ve otoriterleşme konularında öfkeli bir toplumsallık görebiliyoruz.
Tarz açısından ise, yukarıdaki örneklerin hemen hepsinde somut ve geniş kitleler tarafından anlaşılabilir/kavranabilir talepler üretmiş, farklı toplum kesimlerini o andaki gündem için harekete geçirebilmiş, mücadelenin bir uğrağında bağımsız politik inisiyatifler yaratmış, her zaman yan yana gelmeyi başaramamış olsa bile halklar arasında düşmanlık üretmekten uzak durmuş bir eylemlilik biçimi öne çıkıyor.
Talepler ve tarzlar açısından saydığımız özelliklerin, örgütlü politik güçlere tavsiye edilen özellikler olmadığını söylemeye gerek yok aslında. Bu saydıklarımız, yukarıdaki örneklerde etkinlik gösteren toplumsal kesimlerin, deyim yerindeyse, “kendiliğinden” mücadele pratiklerini ifade ediyor. Yaratıcılıklarının da sınırlarının da kaynağı, zaten bu kendiliğindenlikten başka bir şey değil.
Ancak, bu “kendiliğinden” talep ve tarzlar, örgütlü güçler açısından eldeki malzemedir. Eğer malzemeyi beğenmeyen varsa, burun kıvırıp kenara çekilebilir elbette. Diğer seçenek ise, ki devrimci seçeneğin ta kendisidir, bu malzemeyi daha ileri mücadeleler için nasıl işleyeceği kafa yormaktan geçiyor.
O halde, 13 yıl boyunca AKP rejimine darbe indirebilmiş örneklerden süzülen ipuçlarını birleştirdiğimizde şu sonuca varabiliriz: Sıraladığımız talepleri temsil edebilecek ve bu talepler için yürütülen mücadelelerde açığa çıkan tarzı kapsayabilecek bağımsız bir ortak mücadele cephesi bugünün acil ihtiyaçlarının başında gelmektedir.
Böylesi bir ortak mücadele cephesinin nesnel tabanı hazırdır ve bu tür bir mücadeleye niyetlidir de. Gereken ise, bu niyeti somut taleplerle oluşturulmuş bir mücadele programına dönüştürecek irade ve yaratıcılıktır. Somut talepler dendiğinde, AKP rejiminin sıkışma yaşadığı/yaşayacağı noktaları tespit etmek, işin ilk adımı olmalıdır. Yukarıdaki taleplerin, bu konuda da gerektiği kadar fikir verdiğini söyleyebiliriz.
Demek ki, laikliğin, özgürlüğün, kardeşlik ve birlikte yaşama iradesinin halkçı-emekçi bir eksende buluşturulup somut talepler halinde mücadele programına dönüştürülmesi, AKP nasıl yenilecek sorusuna bugün verilecek yanıttır.
Yine de bir sorunun daha cevaplanması gerekiyor. “Türkiye, bir arada yaşaması neredeyse imkansızlaşmış iki (belki de üç) parçaya bölünmüştür” dedik. AKP’den kurtuluş mücadelesinin kaderi, biraz da buradaki sorunun yanıtına bağlıdır.
İki mi, üç mü? Üç, ikiye indirilebilir mi?
Cumartesi buradan devam edeceğiz.