Bosna-Hersek’le ilgili bir mevzu açıldığı zaman, sıkça vurgulanan bir olgu da iki ülke arasındaki kardeşliktir. Doğrudur. İki ülkenin tarihsel ve kültürel birçok ortaklığı vardır ve buna kimsenin de itirazı olmaz. Saraybosna sokakları Türkiye’den gelen misafirlere hiç de yabancı gelmez. Kahvesi, böreği, rakısıyla Bosna kültürü bize oldukça tanıdıktır. Dahası, Türkiye’deki binlerce Boşnak kökenli vatandaşımız da, bu tarihî ve kültürel ortaklığı yaşatır ve devam ettirir.
İki ülke halkının tarihsel ve kültürel benzerliklerle birlikte oluşturduğu kardeşlik, muhafazakâr siyasetçiler tarafından sıklıkla istismar edilir. İki ülkedeki muhafazakâr siyasetçiler birbirlerine çok güzel paslar atar, hatta gollük ortalar yapar. Her fırsatta birbirlerini ziyaret ederler, nemli gözlerle birbirlerine karşı sevgiden, kardeşlikten bahsederler.
Geçtiğimiz Mayıs ayında Bosna Hersek’te bir STÖ’nün yayınladığı raporun başlığı Türkiye – Bosna Hersek ilişkilerini özetliyordu: “Siyasî bir aşk hikayesi”. Raporda özet olarak Türkiye’nin Bosna Hersek siyasetiyle bu kadar ilgili olmasının, iktisadî ilişkilere yansımadığı anlatılıyor. Dahası, var olan iktisadî ilişkiler de eşitsiz bir düzlemde yer alıyor ve Türkiyeli işadamların “Kardeşimiz Bosna” ile ilişkilerde, işbirliğinden çok “para kazanma” amacını daha çok gözettiği ortaya çıkıyor. Bu raporla ilgili değerlendirmemizi önümüzdeki haftalarda İleri Haber’e taşıyacağız.
Kardeşimiz Bosna’ya yatırım elini uzatan şirketlerden biri de Cengiz İnşaat. Budapeşte’yi Adriyatik Denizi’ndeki Ploçe limanına bağlayan “5C Koridoru”nun Bosna-Hersek’ten geçen üç bölümünün yapımı için imzaladığı son anlaşmayla, Cengiz İnşaat’ın Bosna-Hersek’te üstlendiği işlerin toplamı 370 milyon Avro’yu buldu. Geçtiğimiz sene Anadolu Ajansı Cengiz İnşaat’ın çalışkanlığını haber yaptı. Mesai saatinin 08:00 – 16:00 arası olduğu Bosna Hersek’te, Cengiz İnşaat’ın 12’şer saatlik iki vardiya halinde aralıksız 24 saat çalışması Bosnalıların takdirini toplamış. Bu çalışma temposu Bosnalılara İlk başta zor gelmiş, ama sonra alışmışlar.
Bosna Hersek’te iş yapan birçok Türk’ten Bosna’daki çalışma hayatına yönelik şikâyetler duymuşumdur. Bu şikâyetlerin başında Bosnalıların “tembelliği”, çok çalışmaya yanaşmadıkları gelmektedir. Bosna’da işsizlik oranı %45. Bu durumda Bosna’da emeğin sudan ucuz olması lazım. Doğru: Bosna’da emek sudan ucuz. Ama asıl sıkıntı, işçilerin eski Yugoslavya döneminde kalma “kötü” alışkanlıklarına devam etmesi: 8 saatlik çalışma, fazla mesai, tatil yapma hakları gibi taleplerin hala “canlı” tutulması. Bu talepler sendikal mücadele ile canlı tutulmuyor. Çalışanların, çalışma hayatının tahakkümüne karşı kendi bireysel direnişleriyle mümkün oluyor.
Fakat bu daha fazla kâr etmek isteyen sermaye için kabul edilebilir bir şey değil! Bu kadar hedonizmi neo-liberalizm kaldırmaz. İşte, aslında Cengiz İnşaat’ın Bosna’daki en büyük başarısı da budur. İşçileri 12 saatlik çalışmaya ikna edebilmek!
Bosnalılar genel olarak Türk firmalarında çalışmak istemez. Çalışma koşullarının ağırlığı ve mobbing uygulamalarının özellikle Türk firmalarında yoğun olduğu, Türk firmalarında çalışanların özel hayatlarıyla iş yaşamı arasında zamansal ve mekansal bir ayırımın olmadığı Bosnalılar tarafından bilinir. Hatta öyle bir durum ortaya çıkar ki, bazı Türk firmalarının “çalıştıracak” personel bulmakta sıkıntı bile yaşar. Bu ortamda Cengiz İnşaat, Bosna’daki çalışma hayatında önemli bir “devrim” yapmıştır.
Sadece istihdam konusunda değil, diğer konularda da Türk İnşaat Sektörü’nün rutin icraatları Bosna’da da devam ediyor. 4 Ağustos 2014’te otoyol inşaatının Vlakovo-Lepenitsa arasındaki kısımda 120 metrelik destek duvarı çöktü. Duvarın çökmesinin nedeni aşırı yağışlara bağlandı.
İş kazalarının hepsinin bir nedeni vardır zaten…
Bosna sermayesi, işçileri daha fazla çalışmaya, daha kötü koşullarda çalışmaya ikna edebilmiş değil. Fakat iş kazaları konusunda Türkiye standartlarını yakalama mücadelesinde fena değiller.
Bosna-Hersek, eski Yugoslavya’da önemli bir ağır sanayi merkezidir. Demir-çelik fabrikaları, maden ocakları, uçak ve otomobil fabrikalarının önemli bir kısmı bugün ya kapalı, ya da bir kısmı faaliyetlerine devam ediyor. Faaliyetlerine devam eden işletmeler ise, hiç de şaşırtıcı olmayacak bir biçimde, iş ve işçi güvenliği konusunda para harcamaktan çekiniyorlar. Yugoslavya dağıldığından bu yana işyerleri “Allah’a emanet”.
4 Eylül 2014’te Bosna’nın önemli sanayi merkezlerinden Zenica yakınlarındaki Raspotoçye maden ocağında meydana gelen facia da bu durumun sonuçlarından biri. 3.5 şiddetindeki bir depremden sonra madende oluşan göçük sonucu 5 işçi hayatını kaybetti.
Aslında bu kaza bir ilk değil. Son zamanlarda Bosna-Hersek’te maden kazalarına sıklıkla rastlanıyor.
5 madencinin ölümüyle sonuçlanan “kaza”dan sonraki tartışmalar ise, Bosna’da çok farklı bir duruma işaret ediyor. Çalışma saatleri konusunda oldukça hassas olan Bosnalılar, iş ve işçi güvenliği konusunda benzer bir tutuma sahip değiller. Raspotoçye faciasının yöneticiler tarafından unutturulmaya çalışılması gayet doğal. Fakat asıl ilginç olanı, ne muhalefetin ne de sendikaların iş ve işçi güvenliği konusunu gündeme taşıma gibi bir girişimlerinin olmaması.
Trajedinin yaşandığı Raspotoçye maden ocağında çalışan bir işçinin basına yazdığı mektupta dile getirdikleri ise bu durumu açıklar nitelikte. Adının açıklanmamasını isteyen madenci, standart iş ve işçi sağlığı uygulamalarına uyulmayan madenlerin kapatılması konusundaki görüşlere karşı çıkıyor. Özet olarak; “Biz burada ölmeye razıyız. Yeter ki işsiz kalmayalım” diyor. Sendikalar ve işçi kuruluşları da, madenlerde özelleştirme tartışmalarının gündemde olduğu bir zamanda, maden ocaklarındaki olumsuz çalışma koşullarını tartışma yanlısı değil.
Dolayısıyla, Bosna’da sermayenin önü açık. İş ve işçi sağlığı konusunda eli rahat olan sermaye, yakın zamanda örnek gösterilen Cengiz İnşaat’ın yolundan giderek 8 saatlik mesaiyi, 12 saate çıkaracak kudrete de sahip olacaktır. Bu bağlamda Bosna-Türkiye kardeşliğine, kuşkusuz ki daha çok ihtiyaç olacaktır.