Zihnimde üç kare:
Yıl 1996. Lisedeyim. Metin Göktepe öldürülmüş. Bir yazı yazmış, öğretmen masasının arkasındaki panoya asmışım. Yazıda, Göktepe'nin katillerini Yeniçerilere benzetmişim. Sınıfta bir tartışma başlamış. Bir arkadaşım, "Ama sen onun hangi gazetede çalıştığını biliyor musun?" demiş, şaşırmışım.
Yıl 2007. Hrant Dink öldürülmüş. O akşam yürüyüş yapmak için motorla Üsküdar'dan karşıya geçiyoruz. Motorda, "faşistler vuruyor, ABD bölüyor" sloganını türetmişiz. İstiklal Caddesi'nde beyaz bereli insanlar... Şaşkınım. Tanımadığım insanlar "ben de katilim" diyor.
Yıl 2015. Charlie Hebdo katliamı. Fransa'da solcu bir dergiye baskın yapan Kuaşi kardeşler 12 kişiyi öldürüyor. Birkaç gün sonra bir fotoğraf düşüyor sosyal medyaya. Takkeleri takmış bir güruh, katiller için gıyabi cenaze namazı kılıyor. Ellerinde "Hepimiz Kouachi"yiz pankartları. Bu defa, bir kez daha şaşkın olduğuma şaşırıyorum...
Üçü de, yakın tarihimizin simge olayları olarak yerlerini aldı.
Siyasi hesaplarla yapıldılar ya da o amaçlarla kullanıldılar. Nedenlerine ilişkin ayrı, sonuçlarına ilişkin ayrı değerlendirmeler yapmak, neden-sonuç ilişkisini derinlemesine anlamak gerek.
Bu ayrı... Bu yapıldı, daha da yapılmalı...
Bu üç kareyle özetleyebileceğimiz son 20 yılımız, hatta biraz daha genişletelim son 30 yılımız, İslamofaşist bir rejimin adım adım örüldüğü bir dönemdir.
Başka türlüsü mümkün değildi, bugün de değil. Sermaye varsa, emperyalizm varsa, gericilik var, ırkçılık var, kan var, gözyaşı var.
30 yıl önce asker şapkası, yerini takkelere ve beyaz berelere bırakmak için takılmıştı.
Bu kadim topraklar bu zehri artık kusuyor.
90 yıllık reklam arası demiş ya, cumhuriyet düşmanı AKP'li, büyük yanılgı...
Takke düşüyor, 30 yıllık dönem kapanıyor.