Türkiye İşçi Partisi’nin tarihsel önderi Behice Boran, 60’lı yılları sosyalizm açısından buzların çözüldüğü yıllar olarak tanımlar.
Aradan geçen yaklaşık yarım asırdan sonra, günümüzde suların buharlaştığı yıllardan geçtiğimiz söylenebilir.
Buzlar çözülmüş, suların akıntısında sosyalizm hayli mesafe kat etmiş, ancak yavaş yavaş buharlaşarak çekilen suların geriye bıraktığı arazide sosyalizm mücadelesi karaya oturmuştur.
Acı olsa da üzerine gidilmesi ve aşılması gereken zorluk burada.
***
Sosyalizm mücadelesinin beslendiği kaynaklar ikiye ayrılır. Birincisi, mevcut andaki sınıf ilişkileri ve bunların siyasal/toplumsal görünümleridir. Yoksulluk, işsizlik, savaşlar, gericileşme, baskı ve şiddet gibi olgular bu kategoridedir. İkinci kaynak ise, bir toplum biçimi olarak sosyalizmin tasviridir. Eşitlik, özgürlük, adalet, barış, aydınlanma gibi vaatler de bu kategoriye aittir.
Buraya kadarı tamam. Ancak asıl sorun, bu iki kaynağın bir bütünlük içerisinde tutulması ve birbiriyle ilişkilendirilmesinde çıkıyor. Çünkü iki kaynağı bir arada tutmak sadece zihinsel çabalarla veya niyetlerle olmuyor. İki kaynağı birbirine bağlayacak, ikisi arasındaki geçişlerin sürekliliğini sağlayacak kayışlara ihtiyaç duyuluyor.
Buna karşın, sosyalistler arasında iki kaynaktan birine yüklenmek, deyim yerindeyse terazinin hep aynı kefesine abanmak eğilimi daha yaygın. Birinci kaynağa dayanıldığında, mevcut sorunların üstesinden gelinmesi için yürütülen mücadelelerin sosyalizmle bağlantısı silikleşiyor. Tersi durumda ise, salt ikinci kaynaktan besleniliyor ve sosyalizmin bugünün sorunları karşısında bir seçenek olması imkansızlaşıyor.
Bir kez daha tekrar edelim: Bu sorunun ortaya çıkması, marksizmin az öğrenilmesinden, diyalektik yöntemin az bilinmesinden, eleştiri ve çözümleme süreçlerinde az titizlik gösterilmesinden falan kaynaklanmıyor. Bu sorunu yaratan, sosyalizm mücadelesinin iki kaynağı arasındaki geçişleri sağlayacak ve süreklilik altına alacak kayışların yokluğudur.
Bir kavga olarak sosyalizm ile bir vaat olarak sosyalizm arasındaki kopukluktur.
***
Spinoza’dan devam edelim: “Toplumsal bünyenin zorba kellesini uçurmakla yetinirsek, parçalanmış bir toplumun cesediyle baş başa kalırız.”
Kuşkusuz, Spinoza’nın bu saptaması birçok farklı açıdan genişletilebilir. Ancak, bu yazıdaki konumuza sadık kalmak için şu noktaya varmak yeterli olur: Sosyalizm mücadelesi iktidarı ele geçirmekle yetinmeyecekse (ki, yetinmeyeceğini varsaymak durumundayız); işçi sınıfına ve halk kesimlerine iktidarı ele geçirmek gerekliliğinden başka şeyler de söylemeli. Yani zorba kelle koparıldıktan sonra neler olacağı da anlatılabilmeli, hatta gösterilebilmeli.
Tam da burada, marksizmin son derece güçlü tezlerinden biri karşımıza çıkıyor: Kapitalizm feodalizmin bağrında gelişmesine rağmen, sosyalizm kapitalizmin bağrında gelişemez. Sosyalizmin inşasına başlamak için atılacak ilk adım siyasal iktidarın ele geçirilmesi ve kapitalist egemenliğe siyasal zor yoluyla son verilmesidir. Gelişmiş bir sosyalizm, işçi sınıfının iktidarı ele geçirdiği ve kendisini egemen sınıf olarak devlete dönüştürdüğü siyasal devrimi izleyecek olan uzun vadeli ve geniş kapsamlı bir toplumsal devrim sürecinin eseri olacaktır.
İlk bakışta göründüğü kadar talihsiz bir karşılaşma değil aslında bu. Zira, sosyalizmin inşasına bugünden başlanamayacağı en basit deneylerle bile ortaya konulabilecek bir gerçektir. Ancak, sosyalizmin bugünden inşa edilememesi, sosyalizmin vaatlerini somutlaştıracak ve onu halk kesimleri için gerçek bir seçeneğe dönüştürecek adımların atılmasını imkansızlaştırmaz.
Bir kavga olarak sosyalizm ile bir vaat olarak sosyalizm arasındaki kopukluk, teoride zındıklığa düşmeden de kapatılabilir yani.
İşte, buharlaşmış olanları tekrar katılaştıracak ve sosyalizm mücadelesinin beslenme kaynakları arasındaki ilişkiyi kuracak olan kayışlar tam da bunun için ihtiyaç haline geliyor.
***
Çok uzatmadan ve ayrıntılara girmeden şöyle özetleyelim: Bugün, sosyalizm mücadelesini işçi sınıfıyla ve geniş halk kesimleriyle buluşturabilecek yollardan biri, halkın örgütlülük düzeyini yükseltmek ve küçük büyük demeden kazanılabilecek her mevziyi kazanmak, elde olanları da korumaktır.
Tek yol değildir elbette, ama önde gelen ve mutlaka denenmesi gereken yollardan biri de budur.
60’lı yıllarda sosyalizmin Türkiye’nin dört yanına yayılması ve kendisini yerel önderler aracılığıyla temsil eder hale gelmesi, tarihimizin en parlak sayfalarının açılmasına imkan vermişti. Nitekim aynı yıllar, işçilerin ve geniş halk kesimlerinin bugün ile gelecek arasındaki ilişkiyi sosyalizm merceğinden görebildiği yıllar olmuştu.
Şimdi, yarım asır sonra yani, Marx’ın “katı olan her şey buharlaşıyor” sözünden ilhamla, buhar olanların tekrar katılaşması gereken bir döneme girmiş durumdayız.
Sosyalizmin kavgası ile vaadini somut ve gerçek mücadele kulvarlarında buluşturmak, bu dönemin başat görevlerindendir.