Dün 10 Kasım vesilesiyle Türkiye’de sosyalist solun Mustafa Kemal’le ilişkisinin durumunu yeniden gözlemleme imkanımız oldu.
AKP iktidarının hayli mevzi kazandırdığı gericilik karşısında, özellikle 2013 Haziran’ındaki Gezi Direnişi’nin de büyük etkisiyle, sosyalist solun Mustafa Kemal konusunda daha sağlıklı bir tutuma doğru ilerlediğini söylemek mümkün. Sağlıklı tutumdan kastımız ise, Mustafa Kemal’i, tıpkı diğer benzerleri gibi, bir bütünlük ve tarihsel çerçeve içinde anlamak, Türkiye’nin son derece özgün bir kesitinde gerçekleşen ileri sıçrayışın önder figürü olarak kavramak.
Öte yandan, hala kat edilmesi gereken bir mesafe olduğu açık. Bu anlamda sosyalistler arasındaki sağlıksız tutumların tümüyle geride bırakıldığını söylemek mümkün değil. Hal böyle olunca, Mustafa Kemal’in tarihsel niteliğiyle ilgili birçok başlık, hiçbir yöntemsel ve tarihsel titizlik emaresi göstermeden orta yere boca ediliyor.
Eğer konu sadece tarih disiplininin bir gündemi olarak kalsaydı, buna benzer yazılar yazmak da gerekmezdi muhtemelen. Ancak Türkiye’nin içinden geçtiği dönemde, Mustafa Kemal’in yerli yerine oturtulması, bu konuda sağlıklı bir yaklaşımın geliştirilmesi aciliyet kazanıyor. Daha açık bir deyişle, AKP karanlığı karşısında ilerici güçlerin buluşacağı bir mücadele cephesinin tarifi için, Mustafa Kemal figürü ile nasıl bir ilişki kurulacağı önem taşıyor.
Konunun tarihsel zeminini uzun uzadıya tekrar etmenin gereği yok: Mustafa Kemal, gerici bir imparatorluk düzeninin çöküşünün, emperyalist sömürgecilik girişimi ile kesiştiği ve burjuva ilericiliğinin barutunu tüketmek üzere olduğu bir dönemde bağımsızlık ve çağdaşlık ekseninde gerçekleşen ileri atılımın önderidir. Bu anlamda, Mustafa Kemal’in ve yönettiği hareketin burjuva niteliği tarihsel bir olgudur ve kendi özgünlüğü içerisinde son derece tutarlıdır.
Mustafa Kemal’in önderi olduğu atılımın, hızla burjuvazinin sınıf çıkarlarından ibaret bir çizgiye sabitlenmesi de aynı ölçüde tutarlı sayılmalıdır. “Burjuva Kemal”, bir ahlaki düşkünlüğün ya da ihanetin simgesi değil, tarihsel ve toplumsal koşulların ürünüdür. Tıpkı, laikliğin, bağımsızlıkçılığın, anti-emperyalist mücadelenin ya da çağdaşlığın, Mustafa Kemal’in himmeti değil, bir parçası ve önderi olduğu tarihsel ve toplumsal sürecin ürünleri olması gibi. Bu, bir bütünlüktür ve ayrıştırılmasının vahim sonuçları vardır.
Bu noktadan sonrası ise, söz konusu bütünlüğü daha ileri bir noktaya taşımak ya da aşmak isteyenlerle yerinde tutmak, hatta geriye çekmek isteyenler arasındaki mücadelenin konusudur bir bakıma. Mustafa Kemal’in ve onun önderlik ettiği burjuva devrimi sürecinin ilericiliğinin herhangi bir karmaşaya düşmeden saptanması bu nedenle önemlidir.
Mustafa Kemal, hem ürünü hem de önderi olduğu tarihsel ve toplumsal süreç nedeniyle ve zaman zaman radikalleşen bir yıkıcılıkla ardında bıraktığı saltanat/hilafet düzenine kıyasla ilericidir, ilerici bir mirastır. Onun burjuvalığı ya da ulusçuluğu ile ilericiliği arasında bir ayrım yapmak, tarihi işimize geldiği gibi parçalara ayırmak mümkün olmayacağına göre, imkansızdır. Türkiye’de sosyalist solun bazı kesimleri, bu imkansızlığı zımni olarak kabul etmiş, burjuvalığı ve ulusçuluğu nedeniyle Mustafa Kemal’in ilericiliğinden de vazgeçmiştir. Tersi de söz konusudur tabi; ilericiliğinin mutlaklaştırılması ölçüsünde, burjuvalığı ve ulusçuluğu sineye de çekenler de olmuştur.
O halde, tarihsel zemin ilericilik ve gericilik, saltanat ve cumhuriyet, taassup ve aydınlanma ekseninde genişçe parçalara bölündüğünde, sosyalistler ile Mustafa Kemal aynı taraftadır. Bizim Mustafa Kemal ile kavgamız, ilericiler arasındaki bir sınıf kavgasıdır. Saltanat, hilafet, kulluk sevdalılarıyla karşı karşıya geldiğimizde ise, tarihin aynı safında yer aldığımız açıktır.
İstersek, Mustafa Kemal’i bizim ilericiliğimizin en geri çizgisi olarak tarif edebiliriz. Ya da Yalçın Küçük’ün deyişiyle, bir adım bile gerisine çekilmeyeceğimiz bir sınır hattı olarak.
Tarihin çok özel bir uğrağında kabaran ilerici dalganın önderi ve başta gelen simgelerinden biri olarak yani.
Ve bugün, tersinden, yine tarihimizin çok özel bir uğrağından geçiyoruz. Azgın bir sel gibi saldıran gerici bir dalgayla ve onun hem önderi hem de simgesi olan Erdoğan iktidarı ile göğüs göğüse savaşıyoruz.
Bu karşı-devrimci saldırıyla mücadele ederken ayağımızı basacağımız tarihsel zeminde Mustafa Kemal, bir simge olarak da bir tarihsel gerçek olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Üstelik bu karşılaşmanın, tarihsel arka planından çok, güncel belirişleri önemlidir. Yani, Mustafa Kemal vesilesiyle karşı karşıya geldiğimiz şey, yalnızca bir tarihsel mirasın bugüne uzanan uçları değil, daha ziyade Türkiye’de AKP gericiliğine direnen cumhuriyetçi/seküler kesimlerin talep ve beklentileridir.
Bu talep ve beklentiler ile sosyalistlerin talep ve beklentileri, ilericilik paydasında örtüşmektedir. Hatta, Kürt özgürlükçülüğünün insanca yaşam talep ve beklentileri de, kabullenmek kimilerine zor gelse de, aynı ilerici paydanın bileşenidir.
O halde, Mustafa Kemal’in, bugünün Türkiye’sinde gerici karanlığın saldırısı karşısında ortak bir mücadeleyi becermesi gereken ilerici güçlerin bir araya gelmesinin önündeki bir engel olmaktan çıkarılması elzemdir. Böylesi bir ortak mücadelenin hem fikri hem de fiili öncülüğüne soyunan sosyalistlerin ise, bu engelin aşılmasında özel bir role ve göreve sahip olduğu da açıktır.
Bu rol ve görevin başarılması için de öncelikle sosyalist solun Mustafa Kemal’le sağlıklı, tarih bilinci ile bütünleşmiş bir yaklaşımı içselleştirmesi gereklidir.
“Burjuva Kemal” ya da “ulusçu Kemal” ise, kendisini zaten her adımda hatırlatacaktır. Bunun unutulmasından endişe edip, sürekli aynı satırın altını çizmenin önemi yoktur.